17 Şubat 2013 Pazar

Michael White - Tolkien

Pek çok şey yapacağız; iş güç, evlenmek, yolculuk. Pek çok şey izleyeceğiz; dizi, film, kendini mahveden insanlar. Pek çok kitap okuyacağız; Mann, Faulkner, Joyce, kimler kimler. Ama bir şey diyeyim, hayatımız boyunca bizi izleyecek birileri var. Biz de onları izleyeceğiz. İsimlerini teker teker sayamayacağım, onları tanıyoruz. Onlar en saf aşka tutulmuşlar, dünyanın görüp göreceği en yakın dostlar, hata yapanlar, hatasını düzeltenler. "Korkak, cesur, cahil, hakim ve çocukturlar." Tanıyoruz diyebiliyorum, öylesi yakın hissetmiyor muyuz onlara kendimizi?

Biyografik roman üslubuyla başlıyor kitap, evine doğru pedal çeviren Tolkien, çalışma odasına geçip öğrencilerinin sınav kağıtlarını okuyor. 20 yıl boyunca okuyacak, bu bir ek gelir kapısı. Başka türlü evini çekip çeviremeyecek ama sıkıcı, çok sıkıcı bir iş. Kağıt yığınları küçülmek bilmiyor. Bir bıkkınlık anında yere bakıyor Tolkien, halıdaki küçük bir delik gözüne takılıyor. Duruyor. Gündüz düşlerinin ortasında bir kağıt çekiyor önüne, yazıyor: "Yerdeki bir çukurda bir Hobbit yaşardı..." Böyle başladı koca bir mitin kuruluşu.

Tolkien'in dedesi piyano imal ediyordu, iflas edince ailecek zor duruma düştüler ve baba Arthur Tolkien, ticaretin tehlikeli olduğunu görüp bir bankada çalışmanın çok daha güvenli olduğunu anladı. 18 yaşındayken sekreter olarak işe girdi. Yükselmek istiyordu ama çok zordu terfi etmek, birilerinin ölmesini beklemek lazımdı. Beklemedi, Güney Afrika'da daha rahat bir iş hayatı için yola çıktı. Mabel Suffield'la bir yıldır sevgiliydi, kızı çok seviyordu ve evlenmek için işlerinin iyi gitmesi gerekiyordu, bir de kızın babasının koyduğu kurallara uymak. Dönemin katı ahlakçılığında ilişkilerini zorlukla yürüttüler, iki yıllık bir görüş yasağı getirdi kız babası. İkisi de bekledi. Arthur işinde başarılı oldu, şube müdürlüğüne kadar yükseldi. 1891'de Mabel yola çıktı, ailesinin bütün itirazlarına rağmen. Arthur'dan daha iyisinin bulunacağını ummuşlardı.

Çabuk sıkıldılar, çünkü küçük, kasvetli bir yerdi bulundukları Bloemfontein. Mabel hamile olduğunu anlayınca Arthur'a İngiltere'ye dönmek istediğini söyledi, çocuğu orada doğuracaktı. Arthur işlerini yoluna yeni koymuştu, yeni kurulmuş bir düzeni bozmak istemedi ve İngiltere'ye gidemeyeceğini söyledi. Kalmaya karar verdi Mabel, J. R. R. Tolkien orada doğdu. İlk R'yi annesi, ikincisini babası koydu. Ailesi ve müstakbel eşi Ronald diyeceklerdi Tolkien'e.

Mabel iyice sıkıldı, İngiltere'ye dönmeye karar verdi. Arthur işlerini yoluna koyunca yanlarına gelecekti ama ne yazık ki gelemedi, romatizmal ateşten yatağa düştü ve ağır bir kanama sonucunda öldü. Ronald dört yaşındaydı, pek bir şey hatırlamadığı Güney Afrika'da babasını bıraktı ve annesiyle birlikte kurtulmak için çabalayacağı zor bir hayata başlamış oldu.

Birmingham'de bir eve taşındılar, Sarehole'da. Yeşillikler içinde cennet gibi bir yerdi. Zorlamayla Shire adını çıkartabiliriz buradan ama zorlamayalım. Kardeş Hilary ile oynamaktan keyif alıyordu Ronald, bir de komşu köyün çocuklarıyla koşturmaktan. Yaşadıkları köyü büyücülerin savaştığı fantastik topraklar gibi hayal ederek oyunlar oynadılar. 7 yaşına gelen Ronald, Alice Harikalar Diyarında gibi kitapları, masalları büyük bir keyifle okuyordu. Düş dünyası yavaş yavaş şekilleniyordu, büyük zorluklar içinde.

Evlenmesini istemeyen ailesini kızdırmıştı Mabel, Katolik olduğu zaman son bağları da koparmış oldu. Arthur'ın ailesi de sahip çıkmadı, bir başına iki çocukla kaldı ve eşinden kalan az bir parayla geçinmeye çalıştı. Bu sırada yine taşındılar, Ronald'ın eğitimi için Birmingham'ın banliyölerine gittiler ve King Edward's adlı süper bir okulun sınavlarını kazandı Ronald, fakat bir süre sonra eğitimini yarım bıraktı. Bir türlü tutunamıyorlardı, Mabel bir çıkış yolu arıyordu ama bulamıyordu. Peder Francis'le tanıştıktan sonra maddi olarak olmasa da manevi olarak güçlendi Mabel, gittiği kilisenin yakınında bir evin boşaldığını duydu ve oraya taşındılar. Hilary burslu olarak kazanamadı ama Ronald King Edward's'a devam etti, dil derslerinde çok başarılıydı. Okulu seviyordu, Peder Francis de güç ve huzur veriyordu aileye. Tolkien, pipo alışkanlığının Peder Francis'in içtiği pipodan kaynaklandığını söylemiş, öylesine önemli bir figür bu dayımız.

1904'te işler yine kötüleşti, Mabel'in şeker hastası olduğu ortaya çıktı ve kısa bir süre sonra öldü. Yanında kız kardeşi ve Peder Francis'ten başkası yoktu. Hilary ve Ronald kimsesiz kaldı.

Tolkien ölene kadar koyu bir dindar olarak yaşamış. Katolik, ağır. Annesinin inancına sıkıca sarılmış, akrabalarını hiçbir zaman affetmemiş. Bu nokta önemli, Tolkien'ın hayatındaki birçok noktaya bu açıdan da yaklaşacağız.

Ronald, sevimsiz akrabalarının yanında yaşamak zorunda kalıyor bir süre, bu arada Peder Francis'le ve kardeşiyle görüşmeye devam ediyor. Okulla arası süper. Çok da ayrıntılı anlatmayayım, sıkı dostluklar ediniyor Ronald ve Beowulf okumaya başlıyor. Taşındığı pansiyonda müstakbel eşi Edith'le tanışıyor. Ronald 16, Edith 19 yaşında. Buluşuyorlar, geziniyorlar falan. Peder duyuyor bunu, Ronald'ı kalaylıyor. Bu arada Oxford'un sınavına giriyor Tolkien, başaramıyor. Edith'in de uzaklara gönderileceğini öğreniyor, üç yıl ayrı kalacaklar. Ronald kaderine isyan ediyor, kızı son bir kez görüyor ve Peder'in bundan da haberi oluyor. İyice kızıyor bu sefer. Birbirlerine söz veriyorlar; üç yıl bekleyecekler.

Ronald sınavlara hazırlanıyor tekrar, bu sırada dört arkadaşıyla Ç. K., B. D. diye bir edebiyat kulübü kuruyor. Burada Sir Gawain ile Yeşil Şövalye gibi kitapları okuyorlar. İkinci sınavı kazanıyor Ronald, Oxford günleri başlıyor. Klasik Diller'de okurken İngiliz Dili ve Edebiyatı'nın kendisi için daha uygun olduğunu anlıyor, o bölüme geçiyor.

"Tolkien sadece dille ilgileniyordu. 'Çağdaş' edebiyatı pek sevmiyordu. Shakespeare'in abartıldığını düşünüyor, Bard'ın piyeslerinin çoğunu da beğenmiyordu. Dryden'a ve Milton'a ayıracak zamanı yoktu. Oxford'da İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde okutulan 'çağdaş', yani 18. ve 19. yüzyıl yazarlarının eserlerindense nefret ediyordu." (s. 53)

Edith'le evleniyorlar bu arada. Edith mezhep değiştirmek zorunda kalıyor ve bundan nefret ediyor. Katolik olan Tolkien bu konuda ısrarcı. Edith, Tolkien'ı çok sevdiği için akrabalarıyla ilişkisini koparma noktasına geliyor bu süreçte, zor bir durum. Kendisi durumu kabul etse de hayatı boyunca kiliseye, ayinlere pek gitmeyecek. Bunu da Tolkien kabulleniyor. Önlerinde büyük bir savaş var çünkü.

Birinci Dünya Savaşı'na katılıyor Tolkien, ordudaki günlerinden hoşlanıyor başlarda. Disiplinli bir yaşam, düşünmek için bolca zaman. Cephede işler değişiyor. En yakın arkadaşlarından ikisi, Ç. K., B. D. kulübünden iki dostu bu savaşta ölüyor. Tanrılık psikolojisiyle savaşmaya başlıyor Tolkien, kendisine hiç zarar gelmeyecekmiş gibi. Fransa'nın sürekli bombalanan topraklarında kaç savaşa giriyor, kaç kişiyi öldürüyor, kendi de bilmiyor bunları. Ölmüyor; bombalar ve mermiler yağmur gibi yağarken hiçbir şey olmuyor. Hastalanıyor, İngiltere'ye geri gönderiliyor.

Savaşla ilgili ayrıntılar çok zengin, Tolkien'in bulunduğu bölüğün hareketlerine kadar her şey var. Var da, korkunç bir savaştan sağ kurtulmayı başarmış yazarın neler hissettiği pek yok. Korku, öfke, üzüntü. Savaş konusunda özellikle bir şey söylemediğini sanıyorum, çok sancılı günlermiş çünkü.

Mit yaratma konusunda Tolkien'in esin kaynakları belli; diğer mitler ve mitleri oluşturan kültürlerle diller. "Tolkien'in bir 'İngiliz mitolojisi' yaratma arzusunun kökeninde yatan şey, bir vatansever olarak ulusal edebiyatının ağır toplarının bulunmadığını görmesiydi. Üstelik böyle bir epik yaratabilecek, hatta yaratmak üzere eğitilmiş biriydi. Siper hummasıyla İngiltere'ye dönerken aklına bu parlak fikir gelmişti." (s. 81) Savaş öncesinde kulüpten dostlarıyla paylaştığı bazı edebi fikirler vardı, bunların yanında anne özlemi de Tolkien'in yazdıklarının temelini oluşturuyor. Annesiyle yaşadığı zamanlarda yemyeşil çayırlarda oynuyor, küçük ormanlarda koşturuyordu. Geçmişe özlem büyük. Tolkien'in kurduğu mitle din arasındaki ilişki de incelenmiş, onu yazmıyorum. Adamlar dava açacak lan kitabı olduğu gibi almışsın diye. Al oku kardeş kitabı.

Kitapta Tolkien'in döneminde fantastik edebiyatın bilim kurgudan ayrılmamış olduğu yazıyor. Lord Dunsany sayesinde biraz gerçekleşmişti aslında bu. Weird Tales'ın üç atlısı da çok acayip şeyler yazıyordu o sıra, tabii küçük bir derginin bir türe başlı başına kimlik kazandırması uzun yıllar alır, o yüzden Lovecraft, Smith ve Howard gibi dayıların isimleri kitapta yok, Fantastik edebiyatın bir tür olarak ortaya çıkışı Tolkien'le ele alınıyor. Yine de biz bu üç şahane yazarın Tolkien'den önce bir şeyleri başlatmış olduğunu, fantastik dünyalar kurguladıklarını unutmayalım. Bu dünyalardan bazılarının kökleri yaşadığımız dünyadaydı, evet, lakin bazılarının değildi.

Tolkien'in etkilendiği yazarlar: Lord Dunsany, William Morris. Bunların dışında Verne, Swift ve Wells gibi yazarları da okumuş. Etkileşimler kitapta örnekleriyle mevcut. Dickens'ı, T. S. Elliot'ı sevmezmiş mesela. Çağdaş yazarlardan pek hoşlanmıyormuş.

Akşam Yıldızı Earendel'in Yolculuğu, Tolkien'in savaş öncesi son Ç. K., B. D. toplantısında okuduğu bilinen ilk edebi çalışmasıymış. Bu çalışmadan sonra olgunlaşmaya başlamış bir efsaneyle ilgili şiirler yazmış. Cynewulf'un Crist adlı şiirinden alınan bir ilham, koca bir mitin başlangıcı. Denir ki her şeyden önce Silmarillion belirdi, Tolkien bir dünya yaratmak için ömrü boyunca koştu ama nefesi yetmedi. Oğul Christopher bitmemiş çalışmaları toparladı ve bastırdı. Tolkien'e kalsa yüz yıl uğraşılsa yine bitmeyecekti o kitap, ne kadar ince eleyip sık dokuduğuna geleceğiz.

Silmarillion için bir dünya şiir yazdı Tolkien, bu sırada savaş bitmiş, çok önemli bir sözlük projesinde madde yazımı konusunda çalışmaya başlamıştı. Bir yandan daha iyi işler kovalıyor, bir yandan da kurduğu dünyayı şekillendiriyordu yavaş yavaş. 22 yaşında profesör oldu, günümüzün akademik sisteminden farklı bir olay zannediyorum. Leeds'te bir üniversitede çalışmaya başladı. Burada bir Viking kulübü kurdular, daha çok tütün, bira içmek ve edebi sohbetler yapmak için. Son olarak Oxford'a girdi, seçimde verilen son bir oyun yardımıyla.

Bundan sonrasını iyice özet geçiyorum artık.

Tolkien süper bir öğretmendi. Öğrencilerine tepeden bakmaz, onlarla sık sık sohbet ederdi. Bir konuyu anlatırken kendinden geçer, sanki başka bir dünyanın masallarını anlatıyormuş gibi heyecanlanırdı. Böyleymiş. Bir de bölümünde eski ve yeni eserlerin bir arada okutulmasına karşı çıkmış, ayrı uzmanlık alanları gerektiriyormuş çünkü. Zamanla ikisinin ayrılmasını sağlamış. Şunu bizde yapan bir delikanlı çıkmadı. Edebiyat okudum ve Kıpçakça, Köktürkçe vs. bok püsür bir dolu çöp öğrenip sınavlardan sonra anında unuttum. Çöptü benim için, başkası için altındır.

Luthien'le Beren olayı, dans ederken gördüğü Edith'ten esinlenerek ortaya çıktı. Şimdi mezar taşlarında Luthien ve Beren yazıyor.

C. S. Lewis'le tanışma. Aşırı özet geçiyorum, dostlukları kitapta neredeyse 100 sayfa boyunca anlatılıyor. Aynı edebiyat kulübünde takılıyorlar, çok yakın arkadaşlar. Lewis Narnia'dan parçalar okuyor, Tolkien beğenmiyor. Ona göre üstünde fazla çalışılmamış metinler. Din açısından da rahatsız edici. Lewis'le Tolkien arasında geçen bir din hadisesi var, acayip. Tolkien çok dindar adam canım. Sonra birkaç hadise, araları bozuluyor ve hayatlarının son yıllarında hemen hemen hiç konuşmuyorlar.

Hobbit bu dönemde ortaya çıktı, Tolkien arkadaşlarına parçalar okudu ve hepsi çok beğendi. Kulübün üyelerinden birinin yardımıyla kitap George Allen & Unwin adlı yayınevine verildi. Bu yayınevi süreci de kitapta zengin ayrıntılarla işlenmiş, kısaltıyorum. Hobbit basılıyor, 5000 baskı tükeniyor ilk etapta. ABD'de de iyi satıyor. İşte Yüzüklerin Efendisi bu noktada ortaya çıkıyor. Hamlı Çiftçi Giles'ı yolluyor Tolkien, beğenmiyorlar. Yeni bir Hobbit yazması konusunda cesaretlendiriliyor. Tolkien bu doğrultuda çalışırken bakıyor ki hikâye bambaşka bir noktaya gidiyor, Silmarillion'dan bir dünya şey girmiş işin içine. O zaman kitabı epik bir destana dönüştürmek geliyor aklına. Yani kitabı ne düşüncelerle yazmaya başladı, sonuç ne oldu. Çok acayip. Bu bölüm mükemmeldi, benim en çok keyif aldığım bölüm bu oldu, çünkü İkinci Dünya Savaşı boyunca, hatta savaş sonrasında da yazılan bir kitap, bir yazarın artık daha fazla sınav kağıdı okumama umudu, rahat bir hayat sürme özlemi gibi gayet insani şeylerin yanında kurulmaya çalışılan fantastik bir dünya var.

Hobbit 1937'de basıldı, 1954'te Yüzüklerin Efendisi ortaya çıkabildi en sonunda. Kitabın yazılış aşaması sancılı, onun yanında bir de basıma hazırlanış var ki of, Tolkien kanser etmiş adamları. Mükemmeliyetçi bir adam, en ufak bir şeye bile karışıyor.

Çok ayrıntı var Tolkien'in kişiliği, alegori tartışmaları, basım aşamaları hakkında. Hepsini yazarsam parmak kalmaz bende. Müthiş müthiş müthiş, Justin Bieber konserine giden 12 yaşındaki kız gibi hissettim okurken.

Bitti. Tolkien'e sonsuz saygı, sevgi.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder