Bir son ve ilk buluşması. Tutkulu Perçem, Soysal'ın ilk kitabı. Hoş Geldin Ölüm de tamamlanamamış bir son kitap.
Hoş Geldin Ölüm, Sevgi Soysal'ın göğüs kanseriyle mücadele ettiği Londra'da yazmaya başladığı roman. Bitirememiş ne yazık ki. Bitirseydi 12 Mart'la mücadele eden insanlarından birazını daha görecektik. Üstüne başka romanlar da yazacaktı ve kendisini sürgün eden, hapseden düzene karşı duruşunu sürdürecekti. Hâlâ sürdürüyor; yarattığı karakterler çektikleri acılarla, hatalarıyla, yaşamlarıyla capcanlı örnekler olarak duruyor karşımızda.
İlk cümle şu: "'Niye hep Yenişehir'deyim? Yenişehir'deyiz?' Bu soruyu sorup duruyor Sema." (s. 11)
Londra, Paris, neresi olursa olsun, Yenişehir'den bir türlü ayrılamamak Bachelard'la açıklanabilir. "Mekan, peteklerinin binlerce gözünde, zamanı sıkıştırılmış olarak tutar" der kendisi. Yenişehir'de Bir Öğle Vakti'nde görüleceği üzere şehrin ayrıntıları capcanlıdır, hem bir gözlemcinin, hem de bir yaşayıcının şehridir Yenişehir. Ne yazık ki kitap yarım kaldığı için aynı iki şehirle bir önce-sonra karşılaştırması yapamıyoruz.
Sema, Yenişehir'de dergi satıyor. Yanında Ömer var, yeni eşi. Sema'nın üniversitede hocası. Eski hocası diyelim, ikisi de 12 Mart zamanında şutlanıyorlar üniversiteden çünkü. Hapis günleri geçiyor, önce Hasan'la evleniyor Sema. Hasan, üniversiteden arkadaş. Yoksul çocuğu, mücadeleye girişi bundan. Yapamıyorlar; hapis, mücadele yoruyor. Hasan hapisteyken bir mektup geliyor Sema'nın ayrılmak istediğine dair. Ayrılıyorlar, Sema Ömer'le evleniyor. Hasan'dan olan çocuğu Ali, Hasan'ın anası Hayriye'ye kalıyor.
Dergi satma işini bırakıp kalabalık bir dolmuşla Hayriye'ye giderken Sema yorgun. Ucu bucağı olmayan bir mücadeleyi sürdürürken yıpranmış. "Her insandan biri olmak; şu anda Sema'ya en iyi gelen tek düşünce bu." (s. 19) Sema'nın sorgulayışı öncelikle kendine yönelik. Hayriye, ailenin babası Sefer, Hasan ve evlat Ali. Her biriyle yaşanmış anılar, gecekondu mahallesinin anıları geliyor aklına Sema'nın. Su basmış evde sabahlara kadar su boşaltmalar, Sefer'in satıp parasını alamadığı naylon leğenler, Ali'nin gürbüzlüğü, Hayriye'nin tutunabilme savaşı. Zor bir hayata alışık olmadığı için Sema'nın Ömer'e kaçtığını söylersek belki haksızlık olur, belki olmaz. Fakat çocuğu ardında bırakması, çocuğun küskünlüğü, Sema'nın işin içinden çıkamaması bu noktada başlıyor.
Sema'daki suda yaprak gibi sürüklenme hadisesini güvensizliğin, sevgisizliğin getirdiği aşırı sevgide bulabiliriz. Hasan'la Sema'nın fakülte dönemindeki konuşmalarını, anlatıcının bir iki cümlesini alıyorum:
"Sema sevilmeyi hep hak etmediğini sanıp sevilmemekten ödü kopanlardandı." (s. 35)
Özgeci insanlardır bunlar, yani hep kendilerinden verirler. Sevilmeyeceklerini düşünürler, bu yüzden aşırı, aşırı olmasına rağmen içten bir sevgi gösterirler. Sonuç önemli değildir, bir görevmiş gibi yaparlar bunu. İnsanlar arasında var olabilmek, tutunabilmek için koşulmuş gibi. Sonsuz sevgi göster ve insanlar da seni sevsin. Bazıları kötü anılmamak için de yapar bunu, sanıyorum yapmacıklık burada başlıyor. Sema'nın kaygıları gerçek, bu yüzden yanlış veya doğru yapıp yapmadığını bilmiyor, sadece yapıyor.
Yıllar önce, daha en başta Ömer'le birlikteyken Ömer'in Anadolu'ya gitmesi, ilişkinin boyutunun tam olarak ortaya çıkmaması dedikodulara sebep oluyor fakültede. Sema daha birinci sınıfta, Ömer grubun lider kadrosunda, Hasan da üçüncü sınıfta iki kez çakmış bir öğrenci. Neyse işte, dedikodu falan oluyor, Hasan Sema'yla konuşup anlamak istiyor işi.
"'Peki sen neydin yani, durumun yani, Ömer'in yanındaki durumun neydi? Sormama kızmıyorsun ya?'
'Durumum ne olabilir? Yetiştirmem gerekiyordu kendimi, daktiloya yazıyordum bazı şeyleri, Ömer'in önerdiklerini okuyordum.'
'Kızım, aklın yok mu senin?'
'Nasıl olacak, akıl şıp diye olmaz ki, geliştirmek, beslemek gerekir onu?'
Hasan bu sözleri, bir insanlaşmış tavşanın yumuşaklığıyla söyleyen Sema'ya içi yanarak bakmıştı." (s. 37)
Eh, daha da bir şey söylemem.
Bundan sonrası Sema'nın üst sınıf ailede büyüme süreci, bir de Ömer'in arkadaşlarıyla toplandığı bir gecekondu ortamı. 50 küsur sayfa bir şey zaten, son daktilo sayfasının fotoğrafıyla bitiyor. On numara roman olacakmış, belli.
Tutkulu Perçem, bol oyunlu bir hikâye kitabı. Nerede okuduğumu hatırlamıyorum, bir dayı kitap hakkında son derece özenti gibi bir şeyler diyordu. Eh, biraz öyle ama sadece bunu söylemek haksızlık olur. Kadın olmak gibi, birey olmanın zorluğu gibi şeyler var. Köstebeknâme varr mesela, anarşiyle varolma arasında gidip gelen nefis bir hikâye.
Kaçmasın, görüldüğü yerde alın.
Uzun zamandır takipteydim,bu sefer sessiz kalamadım .Sevgi Soysal'ın bir bu kitabını okuyamamıştım,öyle güzel anlatmışınız ki..
YanıtlaSilteşekkür ederim..
Eskicilerde çöpçülük yaparken bulduğum bir kitap, yoksa benim de okuyacağım yoktu. Mağazaya gidip kitap alamıyorum, onun yerine ikinci el eşyacıları, eskicileri geziyorum. Daha keyifli. :j
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.