21 Ekim 2016 Cuma

Bozkurt Güvenç - Japon Kültürü

Bozkurt Güvenç, mimarlık eğitimi aldıktan sonra aklında dönüp duran soruları daha fazla engelleyememiş olacak ki antropoloji alanında çalışmalar yapmış, çalışmalarıyla profesörlüğe kadar yükselmiş, Hacettepe Üniversitesi'nin kurucu üyelerinden biri olmuş. Biraz gezi yazısı, biraz anı, bir o kadar bilimsel bakış açısı, nefis bir araştırma çıkmış ortaya.

Güvenç, öncelikle çocukluğunun Japon kültürü izlenimlerini aktarıyor. Shogun, Japon pazarları, Kuvai Köprüsü ve diğerleri, anlaşılmaz ve uzak insanlar hakkında bir ilgi uyandırdıysa da yıllar içinde silinip gitmiş. Gençlik yıllarında Yedi Samuray, Kanlı Pirinç gibi filmler ilgiyi geri getirmiş, üzerine 1964 Tokyo Olimpiyatları'nın coşkusu eklenince yazarın dikkati bu çekik gözlü kardeşlerimizin üzerinde toplanmış. Belgeseller falan derken Tokyo'dan Türk-Japon ilişkilerinin ilerletilmesi maksadıyla davet edilen Güvenç, Japonya'da uzunca bir süre bulunmuş ve adamların yaşamlarını inceleme fırsatı bulmuş, mevzuyla ilgili bir kitap yazmaya karar vermiş. Yaptığı alıntı manidar: "'Öyle şaşırtıcı bir ülkedir ki Japonya, birkaç hafta kalan konuk kitap yazar, birkaç ay kalan bilim adamı makale tasarlar, birkaç yıl yaşayan bilge kişi yazma sevdasından kurtulur.'" (s. 27) Yeterince uzun kalmamış yazar, Japon kültürünü yüzlerce sayfaya sıkıştırmak zorunda kalmış ama çok keyif veren bir çalışma çıkmış ortaya. Hocanın ellerinden öperim.

Güvenç, araşırma yöntemleri ve yararlandığı kaynaklardan sonra genel bir Japon imajı çiziyor. II. Dünya Savaşı sırasında yapılmış bir araştırmada Japonlar üç maddeye sıkıştırılmış:

1) Yakın ilişkilerde duyarlı bir yakınlık, yumuşaklık, hoşgörü.
2) Aile ilişkilerinde düzen, kuralcılık, töreye bağlılık.
3) Yarışta ve savaşta fanatizme varan aşırılık, acı çekmekten ve çektirmekten sanki zevk alan bir küstahlık, sertlik ve kabalık.

Nasıl yani? Batı, Japonya'yı inceledikten sonra adamların hikmetinden sual olunmayacağını söyleyerek işin içinden çıkmış ve Japonlar kapalı kutu olarak yaftalanmış. İşin ilginç yanı, Japonlar da bu yargıyı sevmiş ve anlaşılmaz olduklarını doğrulamış.

"Tanyeri Ülkesi" - Adalar ve İnsanlar

Çinliler, güneşin doğduğu yönde bulunan adalara "güneşin yeri" anlamına gelen bir ad vermişler: Nippon ya da Nihon. Çince söylenişi Cihpon. Marco Polo bunu Ciappone yapmış, oradan Japan olmuş.

Adalarda tektonik hareketler devam ediyor, %88'lik bir bölüm dağlardan oluşuyor ve ormanlar da %80 civarı bir alanı kaplıyor. Japonya'nın en önemli dezavantajı, tarım için kullanılacak alanın oldukça dar olması. II. Dünya Savaşı'nın kaybedilmesine yol açan zincirleme reaksiyonun tetikleyicisinin bu darlık olduğu söyleniyor; Güneydoğu Asya tamamen ele geçirilseydi besin maddelerinin adalara taşınacağı söyleniyor ama bunun için ABD'nin deniz gücünü ortadan kaldırmaları gerekiyordu. Pearl Harbor'a saldırdılar, uyuyan devi uyandırdılar ve birkaç yıl içinde yenilgi geldi. Bu başka mevzu gerçi de sebebi önemli. Tarımsal nüfus yoğunluğu en yüksek yerlerden biri Japonya, milyonlarca insanın besini çok küçük bir alandan geldiği için olabildiğince yüksek verim alınmalı, bu da teknolojiye bakıyor. Adamlarda teknoloji var, biliyorsunuz. Robotları ve X-Japan'i Japonlara borçluyuz, ikisi de yüksek teknoloji ürünüdür.

Adamların kozmogonisi de süper; İzanagi ve İzanami kardeşler, kutsal tanrılar olarak yüzen bir ülke yaratma görevini yerine getirmek üzere okyanusa bir mızrak daldırmışlar, mızrağın ucundan damlayan tuzlu su küçük bir ada ortaya çıkarmış. Vay be.

Polinezya dahil adalarda pek çok kültürden bahsetmek mümkün, binlerce yıl öncesine dayanan bu kültürlerden ilk yerleşimcilere ulaşıyoruz. İki katmandan söz edilebilir; birincisi Korelilerle aynı kökenlere sahip Ainular ki Kafkas kökenli, beyaz tenli, sarı saçlı, mavi gözlü ve bol kıllı bir halk. Japonya'nın gerçek sahipleri olduğu söyleniyor, günümüzde 10 bin civarında Ainu kalmış. Batıdan gelen çekik gözlüler tarafından katledilmişler, çok yazık. İkincisi, atlı-göçebe tayfa. Atalarının Göktürklerle bir bağlantıları olduğu düşünülüyor, Yamato halkı bu elemanlardan olabilirmiş. Yamatoları tabii ki Age of Empires'tan hatırlıyoruz, bizim küçük balıkçılarımız ve savaşçılarımız.

İşin ders boyutunu geçiyorum, samuraylardan feodal düzene, Meiji Restorasyonu'ndan günümüze merak edilen pek çok hadise kitapta yer alıyor. Ben biraz daha ilginç olayları alacağım buraya.

* Batı Şövalyeliği ve Japon Samuraylığı arasında benzerlikler büyük, özellikle 12. ve 14. yüzyıl arasında Japon cengaverlerinin Avrupa Ortaçağı'na yerleştirilse sırıtmayacakları söyleniyor.

* Tokyo dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri, İstanbul'un hemen ardından geliyor.

Bu şehirde her şey söylenen saatte yapılırmış, başlı başına bir makineymiş burası. İnsanlar konuşkan değil ama saygılı, af dileyerek söze başlıyorlar. Gülümsüyorlar, hep gülümsüyorlar. Gülümseme için "alt-üst olmuş acı" şeklinde bir şarkı sözü varmış. Acıları, sevinçleri, hepsi gülümsemelerinde gizliymiş adamların. Patlama noktasında gözyaşları devreye giriyormuş. Çok ilginç.

100 binden fazla restoran varmış ve çoğu hazır yemek restoranıymış. Hayat çok hızlı, yapılacak çok iş var ve Japonlar karınca gibi. "Gözle görülmeyecek kadar küçük canlılar öylesine sağlıklı ve saldırgandır ki sabah kesilen limon akşamına varmaz, küflenir. Besin endüstrisi "öğün endüstrisi" yönünde gelişmiştir. Hazır yemek kutuları üstünde gün ve saat damgaları vardır. Bir iki saatlik gecikme ya da erken hazırlama, günlük yemeğin bozulmasına yol açabilir. Bu yüzden geleneksel saklama (kavurma, kurutma, lakerda, çiroz yapma, dumanlama vs.) teknikleri son derece gelişmiştir. Yaygındır." (s. 101)

Güvenç'in denk geldiği bir hadise: Uyuyor görünen bir kadın, gözleri kapalıyken çantasından bez parçası çıkarıp ayakkabılarını silmiş, bezi yerine koymuş. Gözler hala kapalı.

Barthes'ın da insan öğütücü bir çark olarak gördüğü Paçinko mekanları, yalnız ve hızdan başı dönmüş Japon insanının kendiyle -makineyle de diyebiliriz- kalabildiği nadir yerlerden. İnsanlar kumar ve oyun oynayarak rahatlayabiliyor. Biri Güvenç'e Japonya'yı olduğu gibi yazmasını söylemiş, bu da güzel memleketin üzücü yanlarından biri.

* Japon töresi oldukça geniş bir konu, iki üç mevzu verip kaçıyorum.

Kemal Sunal'ın Japon İşi filminde Japon kardeşimizle selamlaşıp durduğu sahneyi hatırladınız.

"Görgü kuralı selamlaşan kişilerin birlikte ve aynı derecede eğilmelerini gerektirir. Ancak kişilerden birisi ilk selamda daha fazla eğilmişse ikinci üçüncü denemelerde eğilme derecesini karşılıklı olarak dengelemeye çalışırlar. Tam bir denklik sağlanıncaya kadar hacıyatmaz gibi birkaç kez eğilip doğrulurlar. Bu yolla yinelenen selamlarda gösterilen saygıda karşılıklı bir teşekkür anlamı da saklıdır." (s. 135)

Yirmi küsur yıllık gizem çözüldü böylece.

Adamların dilinin yapısı gereği vurgulamalar çok önemli, vurgulara göre sesler farklı anlamlar kazanıyor. Uhuhu, ihihi, ohoho ve vahaha gibi birçok gülme şekli var.

Kozmogonilerinin yan ürünü olan Şinto'yla Budizm arasında sıkı bağlar var, bu yüzden Şinto-Budist olanları çok. Aslında bütün dinlerin özünde iyilik, doğruluk gibi kavramlar var ve geri kalanların farklılığı dışında özler aynı. Baba ve oğul Herbert aynı fikirden yola çıkarak Budislam diye bir şey uydurup Dune'un kalbine oturtuvermişler. Japon halkının belli bir dinin değil, geleneksel halk inançlarının etkisi altında olduğunu söylüyor Güvenç. Erdemli bir insan olmak adamların tek inancı diyebiliriz.

Zen'den halk inanışlarına, sanattan devlet yönetimine Japonlar hakkında muhteşem bir kaynak. İki yıl önce okumuşum, incelemesi bugüne kısmet oldu ki onda birini bile anlatmadım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder