28 Ekim 2016 Cuma

Hüseyin Peker - İzmirli

Eli Torbalı Adam'ın prototipi diyebiliyorum. Anlatıcı anı toplar gibi topluyordu boş kutuları, sokağın rengini alıyordu. Bence kahverengi.

Hüseyin Peker bence edebiyatımızın değeri en az bilinen -underrated yazmaya elim gitmedi, derken gitti- sanatçılarından. İnsan Arkadaşınındır diye bir şiir kitabı var, onu da edindim. Anlatılarına eklemlenebilecek dizelerini alıyorum:

"Son günlerde eve dönsem mi?
Diye bir inilti bir uçurum içimde
Eve dönsem mi?
Bu kılıksız fakirliğin bir köşesinden

Son günlerden derin bir gök
Dokunan mavi bir iz gibi içimde
O yaralı sokaklar, sabahla doğan
Akşamla kapanan kendi ateşine
Sokaklar bana da benziyor
Ne bileyim her şey biraz

Sonra koşarak vuruyorum yokuşlara
Ama çok kısa, çıkmaz bu yokuşlar
Gümüş çenekli çiçekler doğuyor bir boşluğa açılınca"

İzmir'in fuarı, semtleri, çatırdayan evliliği, arkadaşlar filan, hepsi bir araya geliyor ve Dost nam anlatıcının anılarına dönüşüyor. Dost bir kitap yazmak için hayatını delik deşik ediyor, bileysiz bıçak elde. Eşi, küflü evliliği, evin tozuyla yalın duvarlarının diyalektinde iz bırakmış. Duvarlar konuşuyor. Dost mu konuşuyor? Farkına varılmıyor.

"Anıları korur dururuz. Anıları kırar doğrarız." (s. 8)

Semin Hanım'ın yazığı romanı Dost daktiloya çekiyor. Semin Hanım, eşinin arkadaşı. Ortada arka çıkılacak başka bir şey kalmadığında bir başlarına kalıyorlar. Cinsellikleri sevgisizliğin koyu tadını taşıyor: Katran. Dost'un erdenliği sorgulayışında bu sevgisizlik var desem yattığı kadınlara nispeten hakaret olur, asıl Dost'un sürüklenişine bakmak lazım. Semin'den tiksiniyor, kadının soyduğu elmaları teri değmiştir diye tekrar soyuyor. İğdiş edilme korkusu daha derinlerde. İstence dönüşmemesi, anlatıcının umudunun tükenmemesindendir diye seviniyorum.

Dost'un babası duygusu kırık bir adam, çocuğu kalfa olarak sağa sola veriyor ve erken yetişkinlik başlıyor, zamansız büyüme. Alınan haftalığın çoğu anneye, geriye kalanıyla bir haftalık keyifler yaşanacak ve bu durum ölene kadar devam edecek. Okullar okundu, ziyade olsun, işlere girildi, evlenildi. Çocuk? İki tane; kız ve erkek. Mutluluk çerçevelenip duvara asılmamış hiç, her yere dağılmış ve Dost'un avcı-toplayıcı kültürüne yolladığı selamda izler var.

Avcı: Mutsuzluk için özel olarak evrim geçirmiş, kokuyu çok uzaklardan alıp avının peşine düşebiliyor. Yakaladığı solmuş bir menekşe, en iyi zamanlarını hiç görmemiş. Görmediği zamanların, mutluluğun omzundaki çukurunu eşeliyor.

Toplayıcı: Kutular dedim, yazmaya çalıştığı roman, yazımına yardım ettiği roman derken metinler altüst, birini diğerine ekleyebilirsiniz ki Peker'in yaptığı da bu.

Borges'e rastlamak da mümkün bu anlatıda; şiirle alakalı bir paragraf: "İnsanlar şiire benzetilmeyi hak etmiyor. Bazı örnek davranışlar şiiri anımsatabiliyor. Ama insanların tümüyle şiir gibi düşünülmesi bence doğru olmuyor. Ayağının tozuyla şiir. Pazarda pazarlık: Şiir. Arkadan birinin gözünü oyması: Neresi şiir bunların!" (s. 26) Sonrasında her insanın gözünde şiirin ışıldadığı da söyleniyor, çoğu zaman kötüye kullanılan bir şiir. Borges'in yanında Süreya da var sanırım; Süreya baktığı her şeyde şiir gördüğünü söylemiş. İş insana gelince -bence- tanrı kelamına en yakın tür olan şiir de yozlaşıyor. Borges de bu bozulmayı söylüyor röportajlarında; şairlerin şiire bürünüp yaşamamaları, yeterince saf olmamalarından kaynaklanıyor.

Enis Batur, Yusuf Atılgan, Oğuz Atay, Camus, Sartre ve Kafka bahsi geçiyor, alakayı okur kursun derim. Bende bütün huzursuzluğu dışta doğurabilen anne/adamlar çağrışıyor. Pardon, Peker'in dediği bir şey bu. Kadın doğurur, erkek yazar.

Sözcükler iyi derli bir şiirden koparılıp serpiştirilmiş. Gece, "uykusu uzatılmış, uyanması ufaltılmış bir biçime"sokulmaya çalışılırken fiilin karşıladığı iş, anlamla kuşatılmış bir yalnız imge duygusunu çağırıyor. Şudur yani; çağrışım oldukça uzak, alınması gereken bir mesafe var ve yazar, okurun bu mesafeyi alabileceğine güveniyor. Peker'in anlattığı kendi meselesi ama insan kendini insana anlatırken yine kendini ölçüt alıyor. Dost'ta bunun tam tersi var; kendini başkalarında tartamadığı için hep kendiyle kalıyor. Bulantıları bundan.

Demeden edemeyeceğim, referanslar çok sıkı. Anlatıcı, öykünün bir nefeslik, romanın birden çok ömürlük olduğunu söylerken Barnes'ı, Kosinski'yi, Kundera'yı ve Calvino'yu anıyor. Sadece karakter yaratımı değil, romanın kendi, yazarın birçok karakteriyle oluştuğu için sıkı.

Peker'in dünyasını seviyorum, tavsiye ederim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder