28 Ekim 2016 Cuma

Rebecca Solnit - Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar

Encore'un şahane işlerinden biri de Rebecca Solnit'i dilimize kazandırmak oldu.

Rebecca Solnit insan hakları ve feminizm konusunda yardırıyor, kadın hakları savunuculuğuyla bir noktada tüm insanlığı ele alıyor. Hak, eşitlik gibi kavramların benimsenmesiyle sadece kadınların değil, ekonomik, psikolojik vs. olarak ezilen insanların daha iyi bir dünyada yaşayacağını söylüyor. Hepsi birbirine bağlı. Önemli olan insanların bilinçlenmesi. Sömürü yerine paylaşım stratejisinin uzun vadede herkes için daha iyi sonuçlara yol açacağı Zygmunt Bauman'ın da savunduğu bir fikir. İki düşünür birçok noktada buluşuyor fakat Solnit için öncelik kadın haklarında. Aile yaşamının baskıcı ortamını sezinlediği andan itibaren mücadelesi bu doğrultuda ilerliyor.

Her bir bölüm, erkin farklı yönlerden eleştirilerine ayrılmış. Şunu başa alıyorum, zira Solnit'in davasını iyi özetliyor: "Görülebilir olmanın ve konuşabilmenin mümkün olmadığı yerde hayatta kalmak, onurlu ve özgür olmak mümkün değil. Gençliğinde bazen şiddet kullanılarak susturulan biri olarak bugün sesimi çıkarabildiğim için şükrediyorum. Ve yaşadıklarım, beni daima sesini çıkaramayanların tarafında, onların dava arkadaşları olarak ses çıkarmak üzere olgunlaştırdı." (s. 30) Türkçe baskıya özel bir ön söz yazan yazar, Türkiye'de kadın hakları konusunda pek bilgi sahibi olmadığını ama sözlerinin evrensel olduğunu belirtiyor, Özgecan Aslan'ın hikâyesinin dünyanın pek çok ülkesinde yaşandığını, erkeklerin de kadınların mücadelesine destek vererek böyle dehşet verici olayların engellenebileceğini söylüyor. Başımızı çevirmemenin, yanlışa ses çıkarmanın zamanıdır. Geç bile kaldık, birkaç bin yıl kadar. Şimdi Eric Berkowitz'in Seks ve Ceza kitabını okuyorum, Eski Ahit'ten gelen bir adaletsizlik var, kadınlara verilen değer mide bulandırıcı ölçüde. Kısasa kısas hiç böylesi rezilleşmemişti; eşiniz sizi başka bir adamla aldatıyor mesela, eşiniz için idam kararı çıkıyor ve isterseniz diğer adamın eşiyle cinsel münasebet kurma hakkınız oluyor falan. Dönemin şartları bu cezayı -ödülü?- uygun görüyor, o zamanların çektirdiği eziyetin izlerini silmeye çalışıyoruz bugün.

Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar başlıklı bölüm, Solnit'in karşısına çıkan çokbilmiş erkeklerle alakalı. Bay Çok Önemli diye adlandırıyor Solnit, adamın küçük bir kızla konuşuyormuş gibi davranmasının yanında Solnit'in mutlaka okumasını söylediği ses getiren bir kitabı anlatırken kitabın yazarının Solnit olduğunu ısrarla anlamak istememesi tam bir kara mizah. İyi erkekler bir yana, bu tür adamların her yerde olduğunu belirttikten sonra orta noktada, uzlaşı alanında buluşulması gerektiğini söylüyor. Yoksa anlattığı diğer örneklerde olduğu gibi medeniyete giden yolda çıbanlar türeyecek ve kadınlar bu çıbanlar karşısında ya sinecek ya da onları yakıp insanlığı hak ettiği konuma çıkaracak.

Ek bölümü daha dillere destan olmuş. Yazıldıktan sonra Solnit bu bölümü yayımlatıyor ve iki tür tepki alıyor; biri, işin cinsiyetçi olmadığını açıklamaya çalışan erkeklerin öfkesi ve diğeri de feminist erkeklerin onaylayıcı görüşleri. Sonrası daha ilginç; Bana Bilgiçlik Taslayan Akademik Adamlar diye bir site çıkıyor ortaya ve Mansplaining/Açüklama kavramları türetiliyor. Açüklama işte, erkek odaklı, cinsiyetçi dayatmalar.

Vardır efendim, canım kız arkadaşım akademisyen ve bu tür aptal açüklamalarla, ahmak adamlarla uğraşmak zorunda kalıyor her gün, hikâyeleri biliyorum ve akademi böyleyse ülke çoktan bitmiş de okeye dönüyor diyorum. Türkiye'den zerre ümidim yok, zira iki nokta bütün umudumu tüketti: askerlik ve akademi. Askerlikte erkek egemenliğiyle cahilliğin muhteşem bir karışım ortaya çıkarıp uygarlığın/ülkenin başına kolay kolay çıkarılamayacak bir çorap ördüğünü gördüm, hemcinslerimden tiksindim. Akademide de uzmanlığın erdemli bir insana giden yolda toz kadar değerinin olmadığını gördüm. Cehaletin ortadan kaldırılması tek başına yeterli değil, insan gündelik yaşamında kendisini yönlendiren onca çöpten kolay kolay kurtulamayacak.

En Uzun Savaş adlı bölüm, az yukarıda bahsettiğim binlerce yıl öncesinden beri süren bir savaşı anlatıyor. İstatistiklere baktığımızda erkeklerin suç işlemede kadınlara oranla bayağı bir aktif olduğunu görüyoruz ve nedenlerine iniyoruz. Aslında en bilineni iktidar hırsı. Çok özetle şu ki ataerkil toplum kendi kanunlarını koyuyor, kendi mahkemelerini kuruyor ve evrensel insan hakları, hümanizm dalgası altında sözde çiçek gibi bir dünyanın temelini atıyor ama kadın-erkek ilişkisi ilk mitlerden itibaren dengesiz bir terazinin sonuçlarını gösteriyor; erkek her zaman ağır basıyor. Dolayısıyla pedofili gibi pek çok suçta olduğu gibi şiddetin de kaynağı aynı: Süjeleştirme ve tahakküm kurma. İğrenç Adamlarla Kısa Görüşmeler'deki bir öyküye gidiyorum, hatırladıkça içim daralıyor. Kadın anlatıcı, uğradığı tecavüzü başından sonuna kadar en ince ayrıntısıyla anlatır. Haliyle öldürülmemeyi başarmıştır ama aklını kaçırmasına da ramak kalmıştır, tecavüz sırasında psikolojik savaş vererek canını kurtarır ve failin güç tatminini manipüle edişini adım adım izler. Ne kadar sevgi verirseniz verin yetinemeyecek, ne kadar güç verirseniz verin daha fazlasını isteyecek insanlar vardır, bunlar ellerindeki güçten/tanıdıkları kendilerinden asla emin olamayacakları için hep daha fazlasını isterler, bunun bir sonu yoktur. Bu durum ABD'deki siyasi ortamla, Yeni Delhi'de akıl almaz bir şekilde katledilen Jyoti Singh'in yaşadıklarıyla bağdaştırılıp bir tecavüz panoraması oluşturuyor.

Lüks Bir Otel Odasında Çarpışan Dünyalar'da zamanında IMF'nin kafa adamlarından olan Fransız Strauss-Kahn'ın ABD'deki bir otelde Afrikalı oda hizmetçisini taciz etme vakası var ki nereden tutsanız elinizde kalıyor. IMF'nin Kahn'la özdeşleştirilmesi başarılı; ABD ekonomisinin bütün dünyaya empoze edilmesi amaçlı bir kuruluş IMF ve Afrika da dahil olmak üzere sömürmediği yer yok. Tacizci Fransız, kurbanı Afrikalı, sömürünün başka bir boyutu. Daha da mide bulandırıcısı; Berkowitz'in bahsettiğim kitabında geçen bir olay: Bu mevzu incelenirken Fransız devlet adamlarından biri Kahn'ı savunuyor ve olayın pek de önemli olmadığını, doğal olanın gerçekleştiğini söylüyor.. Küstahlığa bakar mısınız? Ev sahibi zengin adam, evindeki hizmetçi üzerinde her türlü hakka sahiptir. Kafa bu. İçim daraldı ulan.

Sonuçta adam işini kaybediyor ve emsal bir dava ortaya çıkıyor ama kadın -muhtemelen baskılara dayanamayarak- suçlamasından vazgeçiyor ve iyi bir para alıyor bunun karşılığında. Başladığımız yere döndük, diyor Solnit. Tepedeki bir adamın tepetaklak indiğini gördük ama bu, taciz/tecavüz olayından caydırmak için yeterli değil, daha fazlası lazımdı. Adaletsizlik her yerde.

Ortaya karışık gideyim; kadınların nesneliğini bizim çok değerli devlet adamlarımız da göstermiştir. Hastanede çekilen fotoğraflar vardı, hatırlarsınız, devlet adamımız eşiyle fotoğraf çektiriyordu ama ilginçtir, fotoğrafta eşi yoktu. Ya da fotoğrafın köşesine bakarsanız kadını görürdünüz. Şöyle bir sahne: "Kadının yok edilmesinin pek çok yöntemi var. Afganistan'da savaş yeni başladığında New York Times'ın pazar ekinde yayınlanan haberdeki resimde bir aile fotoğrafının yer aldığı yazıyordu. Ama ben sadece bir adam ve çocuklarını görüyordum, ta ki perde ya da mobilya zannettiğim şeyin tamamen örtülü bir kadın olduğunu şaşkınlıkla fark edene kadar." (s. 89) Abartı yok, bu topraklarda kadın kolaylıkla silinebilir. Arjantin'de insanlar ortadan kaybolmaya başladığında anneler sokaklara döküldü ve ölümü göze alarak cuntaya meydan okudular. Her perşembe, perşembenin delileri, yıllar boyunca çocuklarından bir haber alabilmek için aynı yerde toplandılar ve çığlık attılar. Hareket bizde Cumartesi Anneleri'ne dönüştü, 600 küsur haftadır toplanıyorlar ve kayıp çocuklarından haber bekliyorlar.

Kadının çektiği eziyetin muadili yoktur.

Woolf'la alakalı çok güzel bir bölüm var, konuya vakıf olmadığım için dokunmuyorum. Nedense Woolf okumamaya devam ediyorum, biri kafama Orlando atsın.

Böyle. Mutlaka okuyun ve silkinip kendinize gelin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder