12 Ekim 2016 Çarşamba

Robert A. Heinlein - Yaban Diyarlardaki Yabancı

İlla bir şeyler eksik kalacak ama girişiyorum.

ABD'de uzunca bir süre yasaklanmış bu kitap, tanrılığa soyunmuş bir Marslının ele alındığı tek bildungsroman olabilir. Tabii adam bize gelişmiş olarak geliyor ama biz bu gelişkinliğe henüz hazır olmadığımız için insanoğlunun gelişim romanı da olabilir. Sonuçta mevzuya çok uzak olmadığımız kesin; Marstan Gelen Adam Valentine Smith'in insanlara öğretmeye çalıştığı şey, insanların zaten yakın bir zamana kadar sahip olduğu erdemden başka bir şey değil. Sevgiyle, fedakarlıkla kurulmuş toplumsal düzen, "modern" insanların yakın bir zamanda keşfedip kuruttuğu Polinezya'da mevcut. Steve Taylor ve Yuval Noah Harari'nin kitaplarında okuyabilirsiniz; buralardaki topluluklardan bazılarında aile kavramı bütün bir kabileyi kapsar, mülkiyet yoktur ve çocuklar, kadınlar, erkekler, hayvanlar herkese aittir, dolayısıyla bir erkek herkesin kocasıdır, bir kadın herkesin karısıdır, bir çocuk herkesin çocuğudur. Paylaşmayan insanlar ayıplanır ve dışlanır. Bizim için çok garip ama adamlar bu şekilde yüzlerce yıl yaşamış ve umarım yaşamaya devam ediyorlardır. Araştırmalara göre suç oranı medeni toplumlardakine göre yok denecek kadar az. Öz denetimleri sayesinde nüfus problemi yaşamıyorlar, savaş yok, ne güzel memleket.

Smith kardeşimiz, Fremenlere ilham kaynağı olacak şekilde su verme/paylaşma kutsallığıyla, groklama hadisesiyle, kendine özgü gariplikleriyle bir anda ortaya çıkıp Dünyalıların beynini yakıp bahsettiğim bu düzeni kurmak için uğraşıyor ve sonlara doğru başarıyor da; küçük bir topluluğu Polinezyalılar gibi yaşatıyor ve en sonunda Romalılar gelip evini yakıyor, gerisi malum. Çok sayıda dini göndermenin yanında Smith'in İsa'ya benzerliği gözden kaçmaması gereken bir hadise. Luka'da insanların İsa'nın çarmıha gerilmesi için bağırmasıyla ilgili babın benzeri kitapta olduğu gibi mevcuttur. Lakin Smith babasına kendisini neden terk ettiğini sormaz, çünkü inancına göre herkes tanrıdır, herkesin sorumlulukları vardır ve bu sorumluluklardan ilki, insanların kendi varlığıyla ne yapacağına dair sorumluluktur. Smith, kendini kalabalığa bırakır ve onları çok sevdiğini söyler. İnsanların ruhlarını kurtarmak için kendini feda eder, umarım değmiştir.


Kapağı ara ara baktığım Rekürsif Düşünce'den aldım. Sıkı blog, tavsiye ederim.

Baştan almam lazım, böyle olmayacak.

Kitap sansürlü haliyle de basılmış. Türkçeye çevrilen tam versiyon, 751 sayfa.

Mars'a ilk insanlı keşif gezisi için dört çift seçiliyor, hepsinin birden çok uzmanlık alanı var. Elemanlar iniş yapıyor ve kendilerinden bir daha haber alınamıyor. İkinci keşif takımı ilk takımdaki herkesin öldüğünü belirtiyor, sonra mesajı düzelterek ekipten bir kişinin sağ kurtulduğunu söylüyor. Bu sağ kurtulan arkadaşımız Smith. Dünyaya getiriliyor ve bir hastaneye kapatılıyor, yer çekimine alışması ve o andan sonra ne olacağıyla ilgili plan yapılması için zaman geçmesi gerekiyor.

Bundan sonrası için ek bir bilgi vermem lazım, Heinlein gerek mentorlukta bir dünya markası olan Jubal adlı karakteri vasıtasıyla, gerek Smith'le insanoğluna dair pek çok problemi ele alıyor. İletişim, demokrasi, sadakat, batıl inançlar, akla ne gelirse. Kurguyu sekteye uğratma pahasını yapıyor bunu, insanlığın portresini etraflıca çiziyor. Olayların ortasında siyasete dair bir nutukla karşılaşmak okuru o dünyadan çıkarabiliyor, kötü bir şey.

Smith, Dünyalı genlerine sahip bir Marslı. Marslılarca yetiştiriliyor, farklı bir düşünce sistemiyle Dünya'ya geldiği için insanın düşünme şekline alışması zaman alıyor. Düşünce sistemi farklı olduğu için dili de farklı, Dr. Mahmud adlı filolog yardımıyla iletişim kurabiliyor. Adamın dünyasında ölenler aslında ölmüyor, biçim değiştirip ruh benzeri bir varlığa dönüşüyorlar. Ermiş benzeri bir konum. Yaşayanlara kendi doğalarını aktarmaya devam ediyorlar. Tasavvuf muadili bir öğretiden kopup gelen Smith, insanların çorak dünyasına başka meziyetlerle de geliyor. Orada olmasını istemediği bir varlığı ortadan kaldırabiliyor. Tam bir açıklaması yok, nesneler hiçliğe gömülüyor, belki geldikleri yere gidiyorlardır. Groklamak var, varlığın bir olayı her zerresiyle anlaması benzeri bir iş. İşin metafizik boyutu derin, tatmin edici açıklamalar mevcut.

Smith hastaneye kapatılıyor, kimseye gösterilmiyor ve yerine dublörü basın karşısına çıkartılıyor falan. Sebebi, adamın deli bir servete konmuş olması. Dört çift gitmişti, evli olmayan iki astronotun meyvesi Smith. Onların mirasına konduğu gibi dönemin uzay yasaları gereği Mars'ın, koca bir gezegenin de sahibi konumunda. Çıkar ilişkileri büyük, devletlerin birleşerek oluşturduğu federasyonun başındaki adamlar mesele çözüme kavuşana kadar Smith'i gözlerden uzakta tutuyor ama işe burnunu sokanlar var. Başta gelenlerden ikisi, romanın önemli karakterleri haline gelecek.

Jill, vamp bir kadın. Smith'in kaldığı hastanede hemşire olarak çalışıyor ve adamın cinsellikten nasibini almadığını öğrenince işi merak ediyor, yanına gidip görüyor ki sonsuz bir sevginin dışında adamın sunacağı bir şey yok.

Ben, gazeteci. Smith'e ulaşmak için Jill'i kullanıyor ve dublör olayını keşfediyor. Federasyonun adamları tarafından kaçırılmadan önce Jill'i Smith'i kaçırması için ikna ediyor, sonra ortadan kayboluyor. Jill, Marslı dostumuzu Jubal'ın yanına getiriyor.

Jubal, dediğim gibi tam bir mentor. Her şey hakkında bilgisi, bilgisi yoksa fikri var. Tam bir hukuk adamı, servetini bu yoldan ve yazdığı eserlerden edinmiş. Çok yaşlı bir adam, hayatının son macerasına atılıp Smith'i evinde saklıyor. Federasyonun adamları evi basıyor, Smith'in birkaçını yok etmesinin yanında hukuk bilgisiyle adamları eve sokmuyor, bir sürü olay. En sonunda kovalamacanın bitmesi için federasyonun genel sekreteri olan Douglas'la iletişime geçip Smith'in servetinin yönetimini federasyona bırakıyor, Smith'in hamisi oluyor.

Tanrı rolü bir açıdan uygun; Jubal, Smith'i dünyaya hazırlıyor. İnsanlığa dair hemen her şeyi öğrettikten sonra çocuğunu salıveriyor, zira denetim altındayken tam bir uyum sağlanamayacağını görüyor. Final bölümünde çocuğunun nefret dolu insanların arasına doğru yürüdüğünü görünce içi sızlıyor. Babanın üzüntüsü, çocuğunun fedasını engellemeyecek olmasından kaynaklanıyor. Morpheus'un dediği gibi; kapıyı Jubal gösteriyor ve oradan girecek olan Smith.

Neyse, bir süre sonra Smith Jill'le birlikte evden ayrılıyor, birkaç ufak tefek işin ardından kendi komününü kuruyor. Başta bahsettiğim sosyal düzen. Finalde de bu düzene, barışa, mutluluğa hazır olmayan insanlar tarafından katlediliyor. Durum kabaca bu.

İnce noktalarını maddeler halinde yazıyorum:

* Derin devlet Smith'i nasıl alamadı? Normalde olması gereken şu: Askerler evi basar, görgü tanıklarıyla birlikte mekanı da yok eder, tanık uydurur, bitti gitti. Burada Smith ve Jubal faktörü devreye giriyor. Smith kardeşimiz, evi basan askerlerle birlikte tepedeki adamlardan birini de yok ediyor, ortadan kaldırıyor. Kanıt yok ortada, adamların nereye gittiğine dair bir bilgi yok. İkinci adımda hukuk devletinin nasıl bir şey olduğunu görüyoruz, bizde malumunuzdur ki hukuku geçtim, devletin bile varlığı sorgulanır hale gelmiş durumda. Jubal gibi bir hukuk gurusu var, adamdan çekindikleri için bahçedeki çiçeklere bile ihtimam göstermek zorunda kalıyorlar. Bir de resmi görüşmeler var, tam bir hukuk ve kişilik sınavı. Devletin adamı iki makarayla hukuk dışı bir şekilde işleri halletmeye çalışsa da Jubal haklarını çok iyi bilen biri olarak adamların savunmalarını çatır çatır çökertiyor. Haklarımızı iyi bileceğiz ve gücümüzü hukuktan alacağız yani, eğer böyle bir şey varsa. Adamlardaki hukuki sistemi gördükçe içiniz gidecek.

* Smith-Mars ilişkisi üzerinden Batı kaynaklı dünya görüşüne çuvaldızdan ziyade katanalar saplanıyor. Dünyanın keşfedilmesi diye bir şeyin varlığından söz etmek, Avrupa'nın kendi penceresinden bakıldığında doğru, keşfedilen topraklarda yaşayan insanlar açısından yanlış. Kökten yanlış aslında, yirminci yüzyılın en büyük keşiflerinden biri bu olabilir. Yerliler öldürüldü, topraklar ele geçirildi ve Batı'nın zenginliği katlanarak arttı. Sömürgecilik, sonrasındaki ekonomik sömürgecilik derken dünyayı az sayıda insan, çok sayıda şirket yönetmeye başladı. Aşağı yukarı bunlar anlatılıyor. Kitabın yasaklanmasında bunların etkisi büyüktür diye düşünüyorum.

* Marslı-Dünyalı mantığının karşılaştırılması, kitabın felsefi altyapısının önemli bir bölümünü oluşturuyor.

Sanat: Cinsiyet ikiliğinin yaratıcılığı körüklediğine dair bir söylem var, ilginç. Hadımların müzelerde sergilenen hiçbir eserinin olmaması bu mevzuya örnek gösteriliyor. Kastratoların varlığı tek başına değillemeye yeter mi bilemem, yine de pek doğru bir fikir gibi gelmedi bana. İkilik önemlidir ama her şey midir, düşünülmesi gerek.

Din: İsa'nın asılmasına benzer bir durum, Marslıların grokladıkları halkı yok edip özümlemeleriyle benzer bir nitelik taşıyor. İnsan, İsa'yı öldürüp onu sonsuza dek içinde taşımaya mahkum edildi, Marslılar içinse ölenle aynı bedeni paylaşmak önemli. Bu nasıl olacak, ölenin bedenini yiyerek. "'Kardeşim Jubal, çözüldüğünde her lokmada seni bağrıma basıp kutsayarak yememe izin verilmesini umuyorum... seni tamamen groklayana kadar.'" (s. 205) Jubal'ın aradaki farklılıkları insanoğlunun yüzyıllar boyunca geliştirdikleri tabulara bağlaması güzel bir çaba. İnsan eti yemiyorsak bunun sebebini çevresel koşulları göz önüne alarak düşünmemiz gerekiyor.

Polinezya ve Afrika'daki bazı kabilelerde bu inanış var, ölenin eti yenir ve onun niteliklerinin yiyene geçtiği söylenir. Sadece yemek gerekmiyor, Atlas'ta üç kuşak öncesine kadar atalarının kafataslarını kolye yapıp takan bir yerli fotoğrafı görmüştüm, aklım gitmişti.

Eski bir inanış bu, Afrika'da Felsefe adlı güzel kitapta, yanlış hatırlamıyorsam, açıklaması mevcuttur. Oğul Herbert, Dune'da Ginaz kılıçustalarında benzer bir hadise yaratır; ölen ulu savaşçıların isimlerini çömezlere verir, böylece ustaların güçleri çömezlere geçer, katlanarak büyür. Adın kutsallığıyla ataların gücü güzel bir şekilde birleştirilmiştir bana göre. Marslılar öldükten sonra ruhları var olmaya devam ediyor demiştim, fiziksel bir karşılığı var olayın. Peki Marslıların Smith vasıtasıyla bizi groklama ihtimali var mı? Anlatının başından itibaren okurun cevabını aradığı bir soru. Yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya olabiliriz, olmayabiliriz de. Bunu ben söyleyecek değilim, lütfen kitabı okuyun. Bu ne tembellik.

Ölüm: Onlarda çözülmek olarak geçiyor. Groklanan bir şey varlığa katılıyor, varlık eklektiktir ve ölünce her şey çözülür. Mantığı sevdim.

İnsan gülebilen hayvandır, diyor Jubal. Bütün yıkımına rağmen insan güler, Smith'in en sonunda anladığı mesele bu. Mars'tan geliyor ama bence asıl geldiği yer, kayıtlara geçmemiş kadar uzak bir geçmiş. İkilik kıyaslamasından dev bir roman doğmuş, ele alınmayan konu pek kalmamış. Güzel bir insanlık komedyası, güzel bir irdeleme. Meselesi çok, ben az bir bölümünü inceledim, gerisi sizde.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder