23 Temmuz 2012 Pazartesi

Ambrose Bierce - Yaşamın Ortasından

Ambrose Bierce'ın öyküleri. Kendisi iç savaş sırasında cepheden cepheye koşmuş, dört beş yıl boyunca savaşmış ve kıçı hariç her yerinden yaralanmıştır. Haritacı olarak cephe gerisinde bulunmuş ama kafasından ciddi olarak yaralanmış Wikipedia'da yazılanlara göre. Orayı kaynak alacağım.

Savaştan sonra eleştirmenlik, gazetecilik. 1913'te Meksika'da devrime niyetlenen Pancho Villa'nın yanına gitmek üzere yola çıkıyor, çıkış o çıkış. Sonra bir sürü şehir efsanesi. Yok intihar etti, yok Meksikalılar bunu kurşuna dizdi. Ne olduğu hâlâ bilinmiyor. Huysuz herif, bir haltlar yiyip birilerini kızdırmıştır sanıyorum ama günahını da almamak lazım. Lakin alıyorum. Huysuz herif.

Kitap iki bölüm, orijinal ad aslında Tales of Soldiers and Civilians. Buna göre düşünelim; ilk bölümde askerlerin, ikinci bölümde sivillerin hikâyeleri var. Her iki bölümde de tipik Bierce şaşırtmacaları, katakullileri mevcut. Konsept bir kitap olmasına rağmen bütünlüğün dışında çok farklı hikâyeleri ve insanları da tanıyabiliyoruz; Bierce bir sınırlama getirmemiş öykülerine.

Askerler bölümünde iç savaşın dörtnala gittiği zamanların askerleri var. Üç dört hikâyeyi alacağım:

Owl Creek Köprüsü'nde Bir Olay: Beleş odun bulmak için yasak bir bölgeye giren adam, askerlerce asılmak üzeredir. Son düşündüğü şey, asılmak üzere olduğu köprüden bir şekilde atlayıp azgın sularda izini kaybettirmektir. Şans eseri ip kopar, kendini kurtarır ve derinliklere dalarak kurşunlardan da kurtulur. Yüzmeye başlar, arkasından toplar atılır. Mesela bu hikâyede ölümden kaçan bir adamın yanından vızır vızır geçen kurşunlar, ıslık çalarak düşen toplar öyle bir anlatılmış ki ikide bir arkasına bakıp koşmak istiyor okuyucu. Kaçan adamımız Peyton Farquhar, ailesine kavuşuyor ve sevinçten ağlayarak karısına kavuşuyor... derken görüyoruz ki meğerse boynu kırık, iki yana sallanıyor köprüde. The Life Before Her Eyes diye bir film vardı, oradaki hikâye. Eğer ölmemiş olsak neler neler olurdu. Falan. Aralarda Bierce'ın o güzel saptamalarına da denk geliyoruz:

"Ölüm öyle itibarlı bir şahsiyettir ki, gelişi bilindiği zaman onu en yakından tanıyanlar tarafından bile resmi bir saygı gösterisiyle karşılanır. Orduda sessizlik ve hareketsizlik saygı gösterisidir." (s. 18)

Tanrıların Oğlu - Şimdiki Zamanda Yazılmış Bir Çalışma: Band of Brothers'ta geçiyordu galiba; paraşüt birliğinde %10'luk bir kayıp makulmüş. Geç atlanır, yanlış yere inilir, havada kurşun yenir. Bu %10'un içinde olduğunu bilen asker ne yapardı acaba, veya tehlikeli bir göreve yollanan bir askerin daha sonra görüleceği üzere boşu boşuna ölmesi, askere ne hissettirir? Bu öyküde asker hissetmiyor, okuyucu görüyor.

"Bir asker asla düşmanını tam anlamıyla kendisi gibi insan olarak düşünemez; onların dünya dışında bir ortamda farklı koşullandırılmış, farklı türden yaratıklar oldukları hissinden kurtulamaz." (s. 37)

Kaybolanlardan Biri: Bir asker keşif için ordusunun önünde ilerliyor, düşman orduyu görünce tüfeğiyle üç beş düşmanı indirmek istiyor. O sırada karşıdan öylesine atılan bir top, bizim askerin gizlendiği yarı yıkık evi iyice haşat ediyor, asker yıkıntıların altında kalıyor. Ciddi bir yara almamış olmasına rağmen kurtulamıyor bir türlü. İşin kötüsü onu aramaya da gelemezler, keşifçi olduğu için zaten başına her şey gelebilir. Sonuçta bir türlü kurtulamıyor, öldükten 22 dakika sonra mensubu olduğu ordunun adamlarınca görülüyor ve ölümünün üzerinden 1 hafta geçmiş olduğu söyleniyor. Oysa 22 dakika lan. İşte böyle, Bierce'ın mizah duygusu trajikomik olaylarda belirgin.

Bunun dışında kendi ailesini bilmeden veya görev icabı öldürenler, sadakatsiz sevgilisi yüzünden orduya katılıp kahraman olanlar, hafiften delirip intihar edenler... Bak bu süper; askerin biri öküz gibi bir salıncağa biniyor. Salınca gerçekten öküz gibi ama, uçtun mu uçuyorsun yani. Adamın yaptığı aynen şu:

http://www.youtube.com/watch?v=kOMP58-DILA&feature=player_detailpage#t=444s

Havalanıp güm. Beyni başı patlıyor. Asker hikâyeleri böyle, sivillere gelelim.

Brownville'de Bir Macera: İki kız, bir adam ve bir izleyici/anlatıcı. Kızlardan biri ölür, adam şüphelidir ama diğer kızla arası çok iyidir. İzleyici de kafayı yer ulan nasıl oluyor bu diye. Diğer kız da ölür ama adamda ne bir pişmanlık vardır, ne bir şey. Adi piç, kızlar senin yüzünden öldü!

Adamla Yılan: Yılanlarla uğraşan bir bilimcinin yanında kalan arkadaşımız, yılanların gözüne bakıldığında hipnotize olunduğu fikrini saçma bulur. Bir gün odasında bir yılan görür. Giderek kafayı yer, çünkü inanmadığı şeyleri kendisi yapmaktadır. En sonunda kriz geçirerek ölür ama yılan aslında bir şeymiş de falan. Kara mizah yine.

Yine böyle öyküler var. Valla Saki, Bierce, bu tarz adamların öykülerini okumak bir yazar adayı için ufuk açıcıdır. Kurgu, öykü sonlandırma, olay, zaman kullanımı, bir sürü şey. İronik, iğneleyici, giderli bir üslup. Süper. Bir de Bierce'ın aynı yayınevinden çıkmış iki kitabı yok Türkiye'de, hepsi ayrı ayrı. O da ilginç bir şey.
Garanti okunmalı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder