9 Temmuz 2012 Pazartesi

Erhan Bener - Işığın Gölgesi

Erhan Bener'in biyografik romanı. Anlatılan kişi Cemil Eren, ressam.

Anlatım yöntemi acayip; ne olduğunu bilmediğimiz bir varlık var. Ajan gibi, hafiye gibi bir şey. Yukarıdan görev veriyorlar, bu da görevi yerine getiriyor. Son verilen görev de Cemil Eren adlı bir çocuğu izlemek. İnsan önce melek olduğunu düşünüyor, zira duvarlardan geçebiliyor bu anlatıcı, sonra insanların zihninden kolaylıkla silinebiliyor. Neverwhere okudunuz muydu, orada hani alt taraftan olanlar üst taraftakilerce rüya alemindelermiş gibi algılanıyorlardı. Burada da aynı şey var. Anlatıcının yaşlanıp yaşlanmadığını bilmiyoruz, kitabın bir yerinde Cemil Eren'in ya farkına varmadığı, ya da ses etmediği yazıyordu ki Eren bence ses etmiyor. Çocukluğundan beri kendisiyle birlikte olan, kendisini gölge gibi takip eden ve yaşlılığında da aynı yüzle, aynı vücutla yanında olan bir varlık var. Bir süre sonra kanıksıyor sanıyorum. Neyse, melek olmadığını anlıyoruz, çünkü uzay gemisi kullanabiliyormuş anlatıcı. Ya bu teknik bence olmamış, zira ressam olan Cemil Eren'in hayatı kendi sadeliği içinde gayet karmaşık ve daha da önemlisi bütünlüklü. Bir Bilim Adamının Romanı'nda Mustafa İnan ne kadar güzel anlatılmıştı, Oğuz Atay anlatıcı olarak iki üç yerde kendini gösteriyordu sanırım, o da kritik bölümlerde. Burada öyle bir şey yok, daima bu varlığın gözlerinden görmek zorundayız her şeyi. Doğallığı bozuyor bence, uzaylı ne la.

Öncelikle Cemil Eren'in çocukluğu. Cemil, Merzifon'da doğmuş. Baba dediği adam aslında amcası. Bir bankada odacı olan amcayla eşinin çocuğu olmaz, amcanın kardeşinin de çok çocuğu olur. Bir çocuğu veriyorlar, o çocuk da Cemil. Asıl annesiyle babasından kopmuyor Cemil, onlarla da görüşüyor. Böyle garip bir durum var.

Alevî olduğu için, dönem şartları gereğince biraz içine kapanık, suskun bir çocuk Cemil. Bener böyle yansıtıyor. Annesinin üstüne kuma getirilmiş bir çocuk Cemil, bu yüzden asıl babasını hiç sevmiyor, yine de babasının sanatçı yanından oldukça faydalanacak ileride.

Memlekette Tatar çocuklarla oynuyorlar, kavga çıktığı zaman Tatarlar bunlara, "Kızılbaşlar!" diyorlar, bunlar da Tatarlara, "Tatar balası, Allah belâsı!" diyorlar. Ne güzel bir çocukluk. Yaa.

Hikâye şu: Merzifon'dan Erzincan'a askeri okulda okumaya gelen bir çocuk. Para pul olmadığı için parasız bir yerde okumak zorunda Cemil. Abisi var, Kadir, onun da gazı oluyor biraz. Geliyor, deprem olana kadar gayet güzel okuyor.

Deprem çok fena; okul mokul ayakta kalmıyor, birçok arkadaşı ölüyor Cemil'in. Kendi de yıkıntıların içinden zorla kurtarılıyor. Konya'ya yollanıyorlar. Orada bir arkadaşından mandolin çalmayı öğreniyor, sonra kemana geçiyor. Bir yandan şiir yazıyor, bir yandan resme meraklı. Müziği bırakmasının sebebi komutanlar. Bir komutan, kemanı "kadınca bir merak" olarak değerlendirip aşağılıyor. Cemil için müzik orada bitiyor.

Resim askeri liseyle birlikte başlıyor. Resim hocası sadece hoca değil, resimle ciddi ciddi uğraşan bir adam. O başka bir hocayı tavsiye ediyor, o bir sergiye yönlendiriyor derken Eren için -Eren diyorum, çocuk büyüdü- askerliğin sonu geliyor. Bu arada köyde ilk cinsellik deneyimini yaşayıp kurda kuşa yem olmaması için tez elden evlendirilince bir de eş çıkıyor ortaya. Çocuklar, Harp Okulu'ndan ayrılış derken bir sanatçı olarak toslayarak başlıyor hayata.

Muhasebe kursu alıp muhasebecilik yapıyor, tabela boyacılığı yapıyor. Büyük sıkıntı çekiyorlar, iki de çocuk oluyor iyi mi. Yaşamı düzensiz, sürekli iş arıyor, günlük masrafları karşılayacak işler yapıyor, eşi rahatsız bu durumdan. Boşanıyorlar, çocuklar Eren'de kalıyor. Barış ve Zeynep. Biri tiyatrocu oluyor, diğeri heykeltraş. Bunlarla sınırlamak hatalı olur, sanatın her türüyle ilgileniyorlar. Daha buraya gelmedik tabii.

Bir de DP dönemi tutuklamaları başlıyor, Eren'i trene atıp doğruca Haydarpaşa'ya götürüyorlar. Aylarca yargılanmayı bekliyor felaket şartlarda. Aklanıyor, Ankara'ya geri dönüyor fakat bir arkadaşının ayarladığı işine devam edemiyor.

Böyle böyle ilk sergi geliyor, ikinci sergi, üçüncü, dördüncü derken alıyor yürüyor Eren. Seramik çalışmalarına başlıyor, kolaj çalışmalarına başlıyor. Figüratif, non-figüratif çalışmalarına devam ediyor. Ben resimden pek anlamadığım için burada Cemil Eren'in resim anlayışını anlatamayacağım, çok saçma olur. Ya adam beyazın tonlarının ağırlıklı olduğu çerçevelerde yapıyor resimlerini. Beyazdan renkler çıkartıyor denebilir. Dedim gitti. Seramik işinden de artan siparişler yoluyla para kazanmaya başlıyor ciddi anlamda. Yurtdışı bağlantıları, İstanbul'daki sanat camiasına giriş, resim eleştirileri, şu bu. Adını duyuruyor Eren, Almanya'da, ABD'de sergileniyor resimleri. Bodrum'da, Torba'da ev kiralıyor ve orada çalışmalarını sürdürüyor, altı ay da Ankara'daki evinde çalışıyor.

Kadınlarla ilişkileri ilginç, oraya girmiyorum. Eserlerini öven ilk kişinin Bilge Karasu olması sevindiriyor.

Kadınlar, Eren'in sanat-resim hakkındaki görüşleri, dönemin politik olayları ve sanat çevreleri, her şey. Bener Biraderler'le çekilmiş bir fotoğraftan oldukça yakın oldukları anlaşılıyor, Erhan Bener'in olayların çoğuna şahit olduğu, Cemil Eren'in hayatında önemli bir yerde bulunduğu söylenebilir.

Biraz kısa oldu ama böyle. Güzel.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder