20 Temmuz 2012 Cuma

Hekimoğlu İsmail - Minyeli Abdullah

İlk defa bir kitaba gerçekten kafa attım, böyle gıllo bir kitap olamaz çünkü.

Olayı nedir diye almıştım, şimdiye kısmet oldu. Onca baskı, film, yasaklanma derken merak ediyor insan. İslami kesim de hastası. Okuduk. Minye, Mısır'da bir yer. Dönemin Mısır'ı, Kral Faruk falan. Bunlar var.

Birincisi, kitap bir misyon kitabı. Özellikle bu yön üzerinde durulmuş ve kurgu, diyalog, zaman, bunları hiç sallamadan okumak zorundayız. Bunların bir olayı yok çünkü, zaten bunun bir roman olduğunu söylemek de cüretkarca olur. Tiyatro diyelim. Bundan süper tiyatro olurmuş aslında. Tiyatroda karakterler hakkında fikrimiz de olur hatta. 200 küsur sayfalık bu kitaptaysa karakterler kağıt parçası. Derinlikleri sıfır. İkincisi, nefret kitabı. Nefretle dini birleştiremeyen biri olmam bir yana, dinleri de hiç sevmem. Hepsi birbirinden gıllodur. Yansız yazacağım, dalga malzemesi olacak çok şey var ama olayı basitleştirmeyeceğim. Neyse, nefret kitabı. Komünistlerden, Batı'dan, İslamiyet haricindeki her şeyden nefret ediliyor ama bir yandan da feyz alınıyor. Garip bir şey, olaylarla görelim.

Abdullah isimli bir gencimiz var, okula gidiyor ama şöyle:

"Lâkin ortamektep, ona göre, bitmek bilmiyordu. Bir yanda futbol, ping-pong, öte yanda kız ve erkek arkadaşları onu -istediği halde- ders çalışmaktan alıkoyuyorlardı." (s. 7)

Kafaya gel adhsjk. Neyse, dalga geçmeyecektik. Gerçi buradan şu çıkarılabilir: Abdullah isimli kardeşimiz beceremeyeceği veya kendi dışında gelişecek işlerin olumsuz sonuçlanacağı düşüncesi konusunda sürekli başkalarını suçlayan çirkef bir kardeşimizdir. Örneklerine geleceğiz.

Evet, annesi sürekli okumasını söylemektedir Abdullah'a ama Abdullah okuyamaz, çünkü derste tarih hocası nasıl oluyorsa oturduğu masanın arkasında müstehcen bir vaziyette durur, çocuğumuzun da beyni yanar ve sorulara cevap veremez, düşük not alır. Dışarıda arkadaşına durumu anlatır, onlar da bir şekilde hocaya yetiştirirler. Hoca da kafayı yer, Abdullah'ı tokatlamaya başlar. Lan geçiyorum burayı, yazarken benim beynim yanacak.

Kahire'ye gidiyor Abdullah, çeşitli pilavlılara, feyzli abilere karışıyor. Dergilere abone oluyor. Lan dergi deyince aklıma ortaokulda abilerde test çözerken abone olduğum Sızıntı geldi. Böyle boş beleş bir dergi olamaz. Objektiflik mobjektiflik de kalmadı, devam ediyorum. İşte Kahire'de kitap okuyor fakat öyle şeyler okuyor ki diğer dinlerden, komünistlerden falan nefret ediyor, çünkü kitap boyunca göreceğiz ki komünistler karılarını satan, dinsiz ve imansız deyyuslardır.. Boynuzları kırılası iblislerdir, zira onlarda din, ibadet, maneviyat yoktur. Her şey maddiyat, karı emmek ve gömüşmektir. Komünistler kıç gibi insanlardır, hepsi ahlaksız ve sefil kepaze götlerdir. Onlara insan demek bile hayvanlıktır. Komünistleri gebertmek lazımdır, çünkü İslam falan değillerdir.

Evet, kitap boyunca süren komünizm düşmanlığını şu birkaç satırda toptan verip bir daha karşılaşmamanızı sağlayacağım. Zaten aşağı yukarı böyle şeyler yazıyor.

Apo liseyi bitiriyor, memur oluyor ve evleniyor. Çocuk falan oluyor arada. Sonra bir gün evladıyla yemekte konuşurken evladı din hususunda bir çocukla tartıştığını, çocuğa bir tane ekleyip burun kanattığını ve kaçtığını söylüyor. Apo'nun tepki şu:

"-Yavrum!
Abdullah; oğlunun kumral ve saçsız başını okşadı, bağırına bastı." (s. 20)

Vay anasını beyler bayanlar. İyi baba Apo.

Kısa kesiyorum; Apo'nun Kral Faruk/rejim hakkında kötü bir şey söylemesi jurnallenince hapishaneye tıkıyorlar genci. İşte çeşitli zalimlikler, hayvanlıklar. Apo'nun eşi Sevval galiba, boşanıyor ve ailesinin yanına dönüyor. Apo hapiste kalıyor, etrafına topladığı suçlularla pilavsız yapıyor. Bu pilavsız sohbetlerde hırsızlığın cezasının kol kesme olmasının süper olacağından, eskiden öyle olduğundan bahsediyor. Hapisteyken boşanma kağıdı geliyor kendisine. Oğlunu düşünüp okulda bir öğretmenin çocuğa babasının katil olup olmadığını falan sorduğunu hayal ediyor. İçi fesat adamın, böyle bir şeyi düşünen adama başka diyecek bir şey bulamıyorum.

Kurgusuz gideceğim, esas bölümleri verelim:

"Abdullah sahile oturmuş, gelecek yolcu gemisini bekliyordu. 'Kıbrıs burnumun doğrultusunda' dedi. Ve düşündü: 'Kıbrıslılar İslâmi bir hayat yaşasalardı iki paralık Rumlara, yâni gayrimüslimlere, yâni dört yüz sene İslâm idaresinde kalmış kölelere mağlup olurlar mıydı? Onların ayakları altında çiğnenirler miydi?" (s. 71)

"7.4 yetmedimi" mantığına ne kadar da benziyor, helal.

İslami kişilerin yediği naneleri görünce bunlar münferit işler diyor Apo'cuğum, aynı şeyi Batılılar için yapmıyor ama. Batı onun için tamamen leş, ahlaksız, pis bir şey. Genel çerçeveden görüşü böyle. Sonra bak olaya gel; ABD'ye gidiyor Apo, oraları inceliyor falan, rapor tutuyor gayet. Memleketi bu Avrupa devletleri tarafından cortlatılmış bir adamdan bahsediyoruz. Demek ki salt siyah, salt beyaz yokmuş. Bu açıdan romanla çelişen bir kahraman var ortada. İlginç.

Daha çok şey var, bitsin. Bu kitap böyle. Feyzlenmek isteyen okuyabilir, sonra gayrimüslim bir gence, "Sen kafirsin lan piç," deyip burnuna bir tane çakıp babasından eferim len alabilir.

2 yorum:

  1. evet kitap edebi değil ..o amaç için yazılmamış... teknik kusurları da var ama döneminde ilk olma özelliği de var. namaza kılmak değil çantasında kuran ı kerim taşıyanların ordudan atıldığı bir devirde yazılmış ..... evet hekimoğlu edebi açıdan zayıftır .... ama içki içmez pahalı karılarla yatmaz esrar çekmez askeri belgeleri satmaz .......
    allah sana da bana hidayet versin dostum.......

    YanıtlaSil