Maksimiç ve anlatıcı dinlendikleri evden çıkıp yola düşüyorlar yine, hikâyeye ara veriliyor ve tekrar gezi notlarına dönüşüyor anlatı. Gud Dağı, Çertovo Vadisi, bir dünya sarp yer. Neyse, Maksimiç anlatmayı sürdürüyor. Bela da Peçorin'e gönül vermiş durumda biraz, adam ava çıktığı zaman üzülüyor, yanına uğramadığı zaman kızıyor, bu tür şeyler. Maksimiç de kızıyor komutanına, Kazbiç'in umacı gibi etrafta dolanıp durduğu ve intikam aradığı zamanlarda çok pervasız davrandığını, Bela'yı da üzdüğünü söylüyor. Peçorin'in iç dünyasını açtığı ilk an. En az mutsuz ettiği insanlar kadar mutsuz olduğunu söylüyor, anlamsız dünyanın ruhunu kemirdiğini, acıya alıştığını, sadece yolculuk ederek acısını unuttuğunu ve en kısa zamanda Amerika'ya veya Arabistan'a gideceğini söylüyor. Yolculuk hem uzamda hem de insanlığın zemininde sürüyor, Peçorin bu durağında Bela'yla birlikte olmak ve Kazbiç'le güç yarıştırmak istiyor ama yüce bir amacı yok, sadece doğurduğu koşullarla yüzleşmek, bir nevi kendini sınamak için yapıyor bunları. Maksimiç çok şaşırıyor ve anlatıcımıza kentli gençlerin hepsinin böyle olup olmadığını soruyor. Burası ilginç, Maksimiç bunaltı modasını Fransızların çıkardığını, anlatıcımız da İngilizlerin çıkardığını söylüyor. Lord Byron'ın adı metinde birkaç kez geçiyor, şiirlerinden bir bölümü de ben alayım şuraya: "Society is now one polish’d horde, / Form’d of two mighty tribes, the Bores and Bored." Bunaltının kökenlerini çok daha eskide de arayabiliriz ama Peçorin'in deneyimlediği 19. yüzyıla özgü bir tür, kendini anlattığı bölümlere gelince daha ayrıntılı bir şekilde inceleyebiliriz. Kaleye dönüyorum, Kazbiç en sonunda yapacağını yapıyor ve Bela'yı kaçırıyor ama yakalanacağını anlayınca kızı vurup öldürüyor ne yazık ki. Aslında Maksimiç'in içi rahatlıyor bir açıdan, zira Peçorin gibi "vurdumduymaz" bir adam kızı dert sahibi yapardı bir güzel. Yakınlık göstermek için Bela'dan bahsetmeye başladığında Peçorin'in gülüşünü görüyor mesela, hastalıklı bir ifade. Hikâye burada sonlanıyor, Maksimiç'le anlatıcının yolları ayrılıyor ve kader onları tekrar görüştürene kadar bu anıları kaleme alıyor anlatıcı, sonra Maksimiç'le bir araya geliyorlar tekrar ve ilginç bir tesadüf, Peçorin'in arabasına rastlıyorlar. Maksimiç mutluluktan havalara uçuyor ve yavere komutanıyla görüşmek istediğini söylüyor. Peçorin pek oralı olmuyor, Maksimiç kendi çabalarıyla eski arkadaşını görebiliyor. Maksimiç'in mutluluğu sönüyor yavaş yavaş, Peçorin adamı gördüğüne pek memnun olmuyor ve başından savarcasına konuşup tekrar yola çıkıyor. Maksimiç arkadaşlığın, dostluğun hiçbir değerinin kalmadığını, çağın bozuk bir çağ olduğunu söylüyor ama içten içe biliyor, Peçorin öyle bir adam. Yollar tekrar ayrılıyor, Maksimiç bir gün karşılaşırlar da Peçorin'e geri verir diye yanında taşıdığı Peçorin'in günlüğünü anlatıcımıza verip hayal kırıklığıyla uzaklaşıyor oradan.
Sonraki bölüm birkaç olaydan ve bir kısmını gördüğümüz maceraların Peçorin için ne anlam ifade ettiğinden ibaret, aslında Peçorin'i anlamak için üç tanecik olay yeterli. Anlatıcı günlüğü yayımlatıyor bu arada, Peçorin'in İran'dan dönerken öldüğünü öğrenince bu hakkı kendisinde bulduğunu söylüyor. "İsterse en kötü insanın olsun, bir insanın ruhunun tarihi, bütün bir ulusun ruhunun tarihinden daha az meraklı daha az eğitici değildir; özellikle bu tarih, olgun bir kafanın kendi zerindeki gözlemlerinin sonucuysa ve yakınlık sağlama tutkusuyla yazılmamışsa." (s. 67) Üç olaydan ilkinde Peçorin'in konakladığı bir kıyı kasabasında kaçakçıların yaşamlarını gözlemlerken edindiği izlenimler var, bir de az daha öldürülüyor olması. Yokluğun içinde yaşamaya çalışan insanlardan kaçarcasına uzaklaşırken onların düşüncelerinin ve yaşamlarının umrunda olmadığını, zaten kendisinin de sadece yolculuk eden bir asker olduğunu söylüyor, davranışlarını kendisi için böyle meşrulaştırıyor. İkinci ve metnin en uzun bölümünü oluşturan vakada burjuvaziye kusursuz bir uyum sağlayabilen kaliteli bir manipülatörle karşılaşıyoruz. Kadınlarla ve erkeklerle oynuyor resmen, psikolojilerini bozuyor ve gidebileceği en uç noktaya kadar gidip neler olacağını görmek istiyor, bu yüzden bir düelloya girip aslında öldürmeyebileceği rakibini uçurumdan aşağı yolluyor, tek kurşunla. Peçorin'in uç noktası cinayet, makulleştirilmiş ve olmayan bir vicdan tarafından mazur görülmüş olanından.
Son bölümde Maksimiç'in anlattığı bölüm var, olayları Peçorin'in açısından görüyoruz bir de. Bu kadar. Dediğim gibi, boşluğu deneyimleyenler oldukça bu metin de güncelliğini koruyacak, zamanla farklı anlamlar kazanıp insanın karanlık yüzünü anlatmaya devam edecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder