27 Ağustos 2019 Salı

Philippe Sollers - Merkez

Derrida'nın merkezsizleştirme meselesi tam merkezde. Siklonun gözünde olduğunu söylüyor anlatıcı, bunun yanında yine Derrida'nın eleştirdiği gramatik hükümranlığı reddediyor: "Geçmişten kalma birkaç sözcük gezinip duruyor ama yazıya dökülemiyor, kalemim reddediyor. Tek gerçek renk beyaz." (s. 7) Anlatıda kullanılan zamanların hiyerarşisi de yok, anlatıda şimdi dışında bir zaman yok çünkü, sonsuz bir idrak anına göz atıyoruz. Sesin kaynağı bir özneyi değil de doğrudan sesi duyar gibiyiz, kasırganın oradan oraya savurduğu dünya parçalarından başka bir şeyi anlatmayan sesi. Ddağa almadığı Nora'yla sürdürdüğü ilişkiyi psikanalizden Shakespeare'e pek çok parçadan örer ve anlatmaktan başka bir eylemde bulunmaz. Kültürel ve edebi gevezelikleri dinler tarihinden günümüzün dünyasına kadar uzanan bu sesi Derrida'ya ve diğer yakın arkadaşlarına borçludur Sollers, beraber gezip tozarak çeşitli iştiraklerde bulunduğu Lacan, Barthes, Foucault ve Derrida gibi adamlardan deli beslenmiştir. Kristeva'nın etkisinden de haliyle bahsedilebilir, hatta metindeki Nora'nın ne ölçüde Kristeva olduğunu merak ettim durdum. Nora psikanalist, Freud ve Lacan'ın etkisi altında, Shakespeare hakkında söyleyecek çok şeyi olduğu için konferanstan konferansa gidip duruyor ve Shakespeare'in karakterlerini günümüzün toplumsal aidiyetlerine göre sınıflandırmada üzerine düşünülecek çok fazla veri sunuyor anlatıcıya, metnin önemli bir bölümü bu irdelemelerden, psikanalizin geçmişinden ve bugününden ibaret. Bir örnek: "Uyanıyorum, hiçbir şey yokmuş gibi telefonda Nora'yla konuşuyorum. Kontrol etmemi istediği detayı araştıracak zamanım olmadı. Sahi, neydi? Aa, evet, Shakespeare'in Venedik Taciri'ni yazdığı sıradaki çevresi. Ve gülmek için bir soru: Magripli Othello Müslüman, hain Iago da Musevi miydi?" (s. 7) Karakterlerin eşcinselliğinden Nora'nın eşcinsel hastalarının hikâyelerine zıplamalar, Lacan'ın Freud'dan mülhem inşa ettiği yapıdan baba-oğul ilişkisine atlamalar derken deneme-novella arasında bir türün çatılışını takip ediyoruz. Başlarda sık sık Nora'yla karşılaşsak da ilerleyen bölümlerde yavaş yavaş kayboluyor ortadan, düşüncelerin akışına kapılıyoruz. Freud ve Lacan müzikle ilgilenmedikleri için Nora da ilgisizmiş müziğe karşı, bu yüzden anlatıcının evindeki plaklarla karşılaştığı zaman şaşırmış. Sevgililermiş ama Nora'nın birlikte yaşamaya niyeti hiç yokmuş. Boşanmış, iki çocuğu ve dünyanın hemen her noktasında dinleyicileri varmış, psikanaliz için kendisine başvuran sanatçıların, politikacıların ve çeşit çeşit ünlü insanın hikâyeleri kendi yaşamını biçimlendirmeye de yarıyormuş, bu hikâyelerden bazılarına çok az değiniliyor. Daha çok anlatıcının bilinç akışı var. Araya dereye Nora'nın Kafka ve Dostoyevski hayranı olduğu sıkıştırılıyor ki edebi referanslardan da Freud'a ulaşabilelim. "Kayıp babanın izinde." (s. 12) Nora'nın dedesi New York'ta ünlü bir orkestra şefi, Epstein. Babasından bir haber yok. Anlatıcının babasından da bahsedilmiyor, bunun yanında ilahi babadan sıklıkla bahsediliyor, Nora'nın evinde İncil olmamasını göz önünde bulundurarak sadece anlatıcıya has bir durum olduğunu söyleyebiliriz, konuşmalarından çıkan bir şey değil bu. Birini anlatayım, "Krallar" bölümünde İbranice kökenli bir sözcük: Filistli. Marx bile kullanmış bu terimi, bayağı zihinli ve yeniliğe kapalı bireyi tanımlıyor. Ne korkunç. Musevileri sıklıkla alt ediyorlar, Samson gibi efsaneler sayesinde öç alınıyor ama bir parça işte. Sonra Davut'un Golyat'ı öldürmesi, Ahit Sandığı hareket ettiğinde Davut'un olduğu yerde oynaması, cinsel organının gözükmesi, duruma kızan Mikal'ın ceza olarak çocuk doğuramayacak olması. Zengin bir malzeme sunuyor bu durum anlatıcıya, sünnet derisinin bir kadından çok daha değerli olduğu çıkarımından başka pek çok sonuca ulaşıyor ve Nora'nın Shakespeare'i inceleyişi gibi kendisi de dinleri inceliyor.

Nora'nın kanıların kökenini bilmek istemesinden toplumsal hafızaya çıkılıyor bir bölümde, anıtların toplumsal hafızayı biçimlendirmesinden, topluluk yaratmak için bir enstrüman olarak kullanılmasından Lefebvre de bahseder ama burada başka bir bakış açısından yaklaşılıyor olaya. "Hafızaya el koyan, onu eğitimsel bir 'ödeve' dönüştüren yetişkinlerdir." (s. 21) Totaliter rejimlerin -aile uzantısı dahil- psikanalizi neden yasakladığına dair yapılan yorumlar kentin planlanmasına kadar ulaşıyor, sökülmesi ve değerlendirilmesi gereken parçalar söz konusu olunca anlatı bir şekilde Nora'ya dönüyor ve onun hastalarıyla olan ilişkilerine bağlanıyor. Gizleri açığa çıkaracak sorular, tahakküm altındaki insanların kendilerine neyin tahakküm ettiğini bulabilmeleri için sunulan bilişsel haritalar, bitmek bilmeyen bir analiz. "Sanki Nora'nın aynı anda elli roman okuması gerekiyormuş gibi. Nora olası bir analizin ipucunu hemen yakalayan mükemmel bir edebiyat eleştirmeni olurdu." (s. 24) Hayatın bir anlamı olduğunu kanıtlamak için yapıyor bunu, anlatıcıya göre hayat bir anlama sahip olmak zorunda değil ama Nora bu tartışmaya kapalı, böylece yaşamını yapılandırma sürecinde kendisini neyin motive ettiğini görmüş oluyoruz, başka türlü onca hikâyeyle başa çıkamazmış gibi gözüküyor. Anlatıcıysa başa çıkılacak bir şey olmadığını düşünüyor, yaşamdan yaşamayı ummaktan fazlasını beklememiz gerekiyor. Genazino söylüyor bunu ama anlatıcının ağzından çıkmış gibi duyuluyor metinde. Hemen ardından gelen sperm alışverişi de cuk oturuyor mevzuya, internetten satılan spermlerle doğan çocuklar ve spermleri satın alıp kullanan insanlar farklı bir sevgi tanımına ihtiyaç duyacak olabilirler ileride, ya da her şey şimdi olduğu gibi sürecektir, kim bilir. Aile kadar olmaması gereken bir kurum, bir bağ olamaz ve günümüzde olduğu gibi gelecekte de tehlike altında olacak bir iktidar uzantısı için şimdiden uğurlamaya girişilmez ama bir gün, mutlaka.

Müzik-rüya-matematik üçgenine dair muazzam bir bölüm var. Nora, Baudelaire'i seviyor, Freud'a ve Baudelaire'e uyarak pek çok maddeyi deneyip hastalarıyla yakınlık kurmayı amaçlamış. Sonucu bilmiyoruz ama adı geçen şahısların müzikle, esrar ve kokainle yapabildiklerini biliyoruz. "Freud müzik dinlemiyordu, ama rüyalarda çok seyahat etti, bu sayede rüyaların matematiksel olarak konuşturuması gerektiğini anladı. Hiyeroglifler aniden bir sese sahip oldu, arzunun çelişkilerini anlatıyorlar. Rüya gören erkek ve kadınlar Yunan trajedisinin tam ortasında yaşadıklarını biliyorlardı. Sophokles'in Viyana'ya girişiydi bu. Tüm dairelerde tiksindirici bir gösteri sahneleniyor." (s. 36) Nora dinliyor, analiz ediyor ve ustalarının yapmaya çalıştığını yaparak hastalarını rol aldıkları trajedilerden kurtarmak için didiniyor.

Freud-Lacan ilişkisinden Katolik ahlaka, Pascal'ın Çincede belirmesinden en zor hastaların entelektüellerden çıkmasına pek çok dünya hali. Sollers belli bir doğrultuda ilerlemiyor, belli bir olgu üzerinde öyle pek yoğunlaşmıyor, belki tek odağın psikanalizin ışığı altındaki dünya olduğu söylenebilir. En sonunda dünyaya dönüyor anlatıcı, küreyi terk edip merkeze doğru inmeye başlıyor ve dünyanın belirdiğini görüyor. Uzaktan bir bakışı okuyoruz kısaca, imgeler ve jestler uzakta kalıyor, ampirik bir zemine indiğimiz an metin sonlanıyor.

Sollers tanışılması gereken bir yazar. Ben bu metni sayesinde tanıştım, memnunum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder