14 Ağustos 2019 Çarşamba

Seyyid Mehdi Şucâî - Basılamaz

İran'ın güncel sanatı hakkında çok bilinenler dışında pek bir şey bilmiyorum, en son King Raam'ı keşfetmiştim, edebiyatta ne yapıp ettiklerini merak ediyordum ki Demavend'i buldum. 2013'te kurulmuş, İslam coğrafyasında yazılmış metinlere odaklanmış. Görsellere özen gösterilmediğini kapaktan anlayabiliriz, ben biraz kumar oynayarak birkaç kitap aldım ama hayal kırıklığına uğramadım açıkçası. Derya Örs faktörü. Tahran büyükelçiliği görevini sürdürüyor şu sıralar, uzun yıllar akademisyen olarak çalıştıktan sonra uzmanlık alanının membasına gitmiş, umarım çeviri çalışmalarını sürdürüyordur ve daha çok Farsça metni Türkçeye kazandırır. Şucâî'nin bütün öykülerini çevirse süper olay, öyküler iyi çünkü. Şucâî 1960'ta Tahran'da doğmuş, çeşitli gazete ve dergilerde yazıp çizmiş, devletin kültür kurumlarını yönetmiş bir gazeteci, piyes, senaryo ve öykü yazarı. Film festivallerinde jüri üyelikleri de var, çok yönlü bir adam. Öykülerinde İran'ın sosyal yaşamından sahneler sunduğu gibi söylencelerde yer alan abartılı anlatılara da yer veriyor. Aziz Nesin'inkini andıran öyküleri komik ve kitaba adını veren öykü bürokratların sanat dünyasına verdikleri zararı irdeliyor, Nesin'in sesine özellikle bu öyküde rastlıyoruz. İlginç bence, belki de öyküdeki basılmaması gereken metin yerine kendi öyküsünü de sıfatlandırıyor yazar, şahit olduğu çarpıklıkları eleştirmeye cesareti var.

Sıradan gidiyorum, başta Yabancı Bir Artist Gibi var. Bu komik bir öykü, adamın teki yolda gördüğü kadına, "Siz Sharon Stone değil misiniz?" diye soruyor. Kadın şuh bir şekilde herkesin kendisini Sharon Stone'a benzettiğini söylüyor, adam herkesin yanıldığını, Sharon Stone'un güzel bir kadın olduğunu, oysa kadının güzel olmadığını söylüyor. Kadın bir anda sinirlenip adama anasının bacısının olup olmadığını, terbiyesizlik yapmamasını söylüyor. Adam da anasının bacısının olduğunu ama ikisinin de Sharon Stone olduklarını sanmadıklarını söylüyor. Bu minvalde ilerliyor tartışma, sokaktan geçenler dahil oluyorlar falan derken doğruca karakola. Komiser adamı sorguya çekiyor, adam toplumun bir parçası olduğunu ve herkese yardım etmek istediğini, örneğin önceki gün kendisini Sophia Loren'e benzeten bir kadına yardım ederek aslında Sophia Loren'e benzemediğini anlattığını söylüyor falan, aynısını erkeklere de yapıp hiç kimsenin Arnold'a veya Marlon'a benzemediğini anlatmaya çabalayarak dilindeki tüyleri bitirdiğini söylüyor. Bu sırada komiser yeşilleniyor, kadının telefonunu istiyor. Soruşturma maksatlı. Bizim adam kendi telefonunu da vermesi gerektiğini söylüyor, komiser kem küm edip alıyor ikisinin de telefonunu. Neyse, iş mahkemeye kadar uzanacağı sırada bizimki çark ediyor ve kadının Sharon Stone'a benzediğini söylüyor, mevzu tatlıya bağlanıyor. Komiseri Sherlock Holmes'a benzetir benzetmez öykü sonlanıyor. Diğer öykülerin çoğunda olduğu gibi öykü karakterlerin konuşmaları üzerinden biçimleniyor, belli birkaç sahneye odaklanıp anlaşmazlığın çözülmesiyle sona eriyor. Hoş.

Doğu Anahita'da arabasıyla yolculuk eden bir adamın otostop çeken bir kadını arabasına almasıyla ilerleyen bir olay örgüsü var. Kadın kendini sosyoloji profesörü olarak tanıtıyor, insanları tanımak için otostop çektiğinden falan bahsediyor ama adam kadını tanıyor, geçen yıl da arabasına aldığını ve o kez başka bir hikâye anlattığını söylüyor. Bu noktadan sonra kadının yakayı ele vermesiyle birlikte adamın da az hin çıkmaması birleşerek ilginç sonuçlar doğuruyor, adamın da sakladığı bazı şeyler var ve ikisi de birbirlerinin ağzından laf almak için çabalıyorlar bir süre. Nereye gideceğini merak ettiren bir öykü, sıkı kurulmuş. Bana Bir Leylâ Lazım nam öykü geleneğe yaslanıp günceli taşıyor, Leylâlığı ve Mecnunluğu inceliyor bir açıdan. Fuad kardeşimiz kendisine bir Leylâ gerektiğini söylüyor, yıllardan beri aradığı kadına rastlayamadığından delirmek üzere. Aşkı arıyor işte, bir kavramın peşinden koştuğunu söylüyor. Arkadaşları yardımcı olmaya çalışıyorlar ama Fuad mevzunun cinsellikle alakalı olmadığını söylüyor ve huzur bulamamaya devam ediyor. En sonunda kayboluyor ortalıktan, arkadaşları kalakalıyor. İdeal yoksunluğundan mustarip ruhun yitimi. Göze Göz adlı öykünün konusunun bir benzeri Canterbury Hikâyeleri'nde mevcut ama bu kadar, nasıl diyeyim, Doğu değil tabii Chaucer'ınki. İki arkadaş var, biri yolda gördüğü bir kadının gözlerine tutuluyor ve arkadaşının evine gidip yıllardan sonra nasıl aşık olduğunu anlatıyor. Arkadaşı bir süre beklemesini, o kadını tanıdığını ve aralarını yapacağını söylüyor. Nihayetinde aşık adamla aşık olduğu kadın evleniyor ama kadın mutsuz, ortada bir problem var. Adam kadını zorluyor ve gerçeği öğreniyor, kadın aslında arkadaşının eşiymiş, arkadaşı dostluğun bozulmaması için kadını boşamış ve... Bizim adamın hiçbir şeyden haberi yok tabii, bunları duyunca hemen gözlerini kesiyor, kör oluyor. Bu. Biraz uçuk, modern bir mesel gibi.

Kalan öykülerde kadınlar hakkında olumlu bir şey yok pek, bu açıdan Şucâî'yi cık cıklayabiliriz. Öykücülüğünü ise övmeli, başarısını teslim etmeliyiz. Kurduğu dünya oldukça başarılı, işleyen bir dünya. Bence okunmalı, komşu topraklardan güzel öyküler bunlar.

3 yorum:

  1. Kitapta bu anlattıklarınız dışında kaç öykü var? Bir de spoiler değil de baya anlatmışsınız öyküleri baştan sona. Yarısını okumuş gibi hissettim kitabın :) (yazı dilinden tavır pek anlaşılmadığı için belirtme gereği duyuyorum ki amacım laf sokmak ya da olumsuz/itici bir tavır takınmak değil. sadece incelemenizin bende bıraktığı hissi paylaşmak istedim.)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Valla anlattıklarımdan çok daha fazlasına değinmemeye çalışıyorum ama olmuyor bazen. Çoğunlukla oluyor. Dokuz öykü var toplamda.

      Sil