3 Ekim 2019 Perşembe

Enis Batur - Perec Kullanım Kılavuzu

Mitos Yayınları, 38 a. 38 Yaşam Kullanma Kılavuzu olsa bunu da zeyl olarak görebiliriz ki metnin alt başlığında zeylliği belirtilmiş zaten. Bu bir ektir veya Batur'un bilincinden çekip çıkardığı, mevzu bahis metni öncelleyen -bir önsöz olarak düşünülmüş bu metin, önsözünü oluşturacağı metin düşünüldüğünde önsözlükten ve yoldan çıkması beklenirdi, beklenen olmuş- bir müjdedir. Yaşam Kullanma Kılavuzu'nun kıyısından köşesinden geçmiş ne varsa bu metinde bulunabilir. Bir süre Perec'le aynı mahallede yaşayan Enis Batur da bulunabileceklerden biri. Queneau'ya adres çiziktiren Enis Batur'a da rastlanabilir, Perec'in parçası olduğu her uzam ve nesne -bozyapboz- Batur'un bakışıyla görülecektir, görülmüştür. Doksan dokuza yakın bölümden oluşan işbu metin, Perec'in oyunculluğunu başarıyla taşır, oyunun kendisini de taşır, oyun üzerine düşünmüştür Batur, oyunun işlevlerine kendi üslubunca şöyle bir değinir. Homo Ludens'teki işlevleri birkaç bölüme tıkışmış halde bulabiliriz ama hepsini değil, Perec'in düşündürebildiklerini. Örneğin Batur'un biyografisine bakalım: "Enis Batur 1952'de doğdu. 1981'de okuduğu 'Hayat Kullanım Kılavuzu' üzerine 1993 Ekim'inde 'Perec Kullanım Kılavuzu'nu yazdı." (s. 1) Bu kadardır, yaşamı okunan ve hakkında yazılan bir metinle sınırlamak, bunların gerçekleşmesi için gereken bir doğum, tamam. Aslında bu her metin için yazılamaz mı, diyelim ki bir anlatıyla boğuştuk ve metni çattık nihayet. Metnin oluşma süresince yaşarız, metnin kaynaklarının okunması süresince de yaşarız. Böyle bir iz sürüşün geçeceği yollarda okullar okunmuştur, işler bitirilmiştir, metinler yazılmıştır, kısacası bildiğimiz türde bir biyografiyi metinlerden geçirerek, metinlere uğratarak oluştururuz. Bu güzel bir oyun ama burada başka bir oyun var, doksan dokuz bölüm boyunca göreceğimiz gibi.

Başkalaşımlar XVI. Necip Fazıl'dan bir epigraf: "Her fikir içimde bir çift kelepçe". "Prolog" bölümünde Batur'un niyeti: Buzdağının görünmeyen kısmını ortaya çıkarmak, yer yer kurmak, bir başlangıç veya son üzerine düşünmek. "Perec'in romanının ötesine ve berisine ışık düşürme çabasında bir metin kurmaktı amacım, yazarken hedefimden uzaklaşmadım. Dolayısıyla kitabın içinden çok dışına uzanarak açtım parantezlerimi  onları kapanmış saymıyorum." (s. 7) Altı bölümün her birini bir parantez olarak düşünelim, arka arkaya sıralanmışlar, birbirinin aynı. Son bölümde kaynakça, tarihçe, günce gibi bitişe yaklaştıran parçalar var ama eğer Yaşam Kullanma Kılavuzu'nu okuyacaksak bu metnin ardından, o zaman bunları bir başlangıç olarak görebiliriz. Doksan dokuz parçanın ilkinde "yapının üstüne kurulan yapının üstüne kurulan yapı" olarak görüyor metnini, zira Perec'in metnini yazmadan önce oluşturduğu labirentler, altmış dört kare üzerinde aynı kareye iki kez denk gelmeyecek şekilde hareket ettirilen at, bir binanın ve sokağın orada olmayışı, sokağın nerede olduğunu Parislilere soran bir muhabir, Perec'ten öncesi ve sonrası, her şey bu yapıya dahil edilebiliyor ve bu çıldırtıcı gelmiyor, yaşam olduğu gibi sürüyor. Bu korkunç bir şey. Batur'un çabasını bu yüzden sevdim, dehşete düşmeyip kendi yapısını da esas olana müthiş bir şekilde ekleyebildiği için.

Kaynak metinlerden bahsederken İbsen'den Perec'e ulaşan bir çizgiyi takip ediyoruz. Yapı Ustası Solness, de Man için "çok dar bir temel üzerine çok yüksek bir yapı". Solness sendromu diye uyduruyor Batur, çökecek korkusuyla kurulan yapının korkusu. Benzer korkulara yol açan metinler de anıldıktan sonra asıl soru geliyor: "Yapı temelle en azından birebir aynı ölçekte mi olmalı?" (s. 13) Bir başyapıt söz konusuysa belki. Perec'in başyapıtı hakkında yazılanlara bir ek: Perec bunun başyapıtı olduğuna inanmış mıydı? Kırk altı yaşında öldüğü zaman üzerinde çalıştığı metin yarıda kaldı, eğer tamamlansaydı Perec bunun başyapıtı olduğuna inanır mıydı? Yapıtın başlığa ulaşmasını sağlayan nedir? Oynanan onca oyunun temelle aynı ölçeğe sahip olması mı, yoksa yazarın bunu kabul etmesi mi? Perec'in başyapıtı -bana kalırsa- henüz yazılmamıştı, o zamana kadar yazdıkları arasından bir başyapıt seçmiş olabilir ama bunun üzerinde durmamış olduğunu düşünmek hoşuma gidiyor, yapabileceklerinin sınırlarını zorlamak isteyen bir yazar için başyapıt diye bir şeyin olmadığını düşünmek de hoşuma gidiyor bir yandan, herhangi bir hiyerarşi yaratmadan sadece yazmak ve oynamak. Batur'un düşündüğü: "Herşey altın oranda kaynaştırılmıştır. Biraraya, başka hiçbir kitabında, böylesine kılpayı dozlarla gelmemişlerdir." (s. 17) Teknik işler başyapıtlık için yeterliyse katılıyorum ama daha fazlasının, bir metinle ilgili sadece yazarının duyabileceği şeylerin varlığını düşününce, eh, başka metinlerde daha fazlasını arayıp bulmak mümkün diyeceğim ama bu sefer de Uyuyan Adam'ı buluyorum bir odada, belki de en fazlası bundadır ve yapıt başına birkaç kez ortaya çıkan ve evlerden birinde mukim bu adamın varlığı metinden fırlıyor dışarı, sanmayın onu uçarı, düşünüldüğünde düçarı, bir başadam gibi gözükecektir ve başyapıtın ötesini gösterecektir: yaşamı. Enis Batur'un birkaç bölümde oynadığı oyunlara benzer içeriğe sahip bir cümle okudunuz az önce.

Claude Simon, Arno Schmidt, Julien Gracq, Yourcenar, Dagerman, Pinget, von Salomon -o hayvani metnini iki kez okumaya kalkıp yarıda bıraktım, kişisel yenilgilerimin en büyüğü bu, bir evliliği sürdürememek değil, bir şehre gidememek değil, bir metni bitirememek büyük bir utanç olarak duruyor tepemde, yakında, bir gün bitecek- gibi yazarların yanında Oğuz Atay da var, Batur'a göre Perec'i bunlarla anmalıyız, nesnel bir karşılığı var bu konumlandırmanın, şemalarla ve satrançla yazılan bu metnin yargılardan öteye bir yere ulaşması gerekiyor, zirvelerde bir yere ki ait olduğu yerde dursun. Batur'a göre. Araya bir katık: Bisküvinin köşesini yiyen kız çocuğunun hangi köşeyi yediği birkaç parçada karşımıza çıkacak. Belki bu köşe, yirminci bölüm. Belki de bu köşe, kırk sekizinci bölüm. Gibi. Oulipo anlatılacak, haliyle Jarry anılacak, Binbir Gece ile ölçüşülen boy görülecek, Perec'in doksan dokuz parçasını göreceğiz toplamda. Yüzüncüsü başyapıtı, kızın yediği bisküvinin köşesi.

Uzun süredir arıyordum bunu. Mevzuyu bilenler okumuştur veya mutlaka okuyacaktır, kaçmasın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder