"Meksika'da Kaybolan Meksikalılar" ilk bölüm, günlük biçiminde. Yıl 1975. Roma'daki CIA destekli isyanları hatırlarsak, biraz araştırma yapıp şehri de bir parça gözümüzde canlandırırsak Bolaño'nun aralara sıkıştırdığı detayları rahatlıkla anlayabilir, metnin anlatım biçimini gerçeğin atmosferine çpos diye oturtabiliriz.
Her şey Juan García Madero'nun damardan gerçekçilere katılmasıyla başlamıyor, çok daha öncesi var ama günlüğe düşülen ilk bilgi bu olduğu için bunun üzerinden gidelim. Günler ilerledikçe detayları öğreniyoruz, Madero on yedi yaşında, hukuk fakültesinin birinci sömestrine kayıtlı, öksüz, amcasının yanında kalan, Julio César Álamo'nun şiir atölyesine kayıtlı bir arkadaşımız. Birkaç defa katıldığı atölyede umduğunu bulamıyor, Álamo'nun havasından boğulmak üzereyken nazım biçimlerine dair derin bilgisiyle adamı birkaç defa morartıyor ama gerek Álamo gerekse çömezleri arıza çıkarıyorlar. Biraz da Ulises Lima'nın etkisinde kalıyor Madero, damardan gerçekçiliğin iki liderinden biri. Aslında liderlik diye bir şey yok, herkes eşit konumda. Herkes Octavio Paz'ı eşit ölçüde öldürmek istiyor ki kaçırma planları bile yapıyorlar, bir de herkes eşit ölçüde Meksikalı, yani Meksika'nın bir yerinde kaybolmaya, daha doğrusu dünyanın bir yerinde kaybolmaya hazır. Yaşam bütün bilinmezliğiyle onları bekliyor, biz de bekliyoruz. Biz okuruz, Bolaño'nun Ulises Lima'yı ve Arturo Belano'yu onca insana -ileride, uzunca bir süre- takip ettirdiğine göre lider olarak bu ikisini görebiliriz. Bu ikisi atölyeye geliyorlar bir gün, Álamo'yu madara etmeye çalışıyorlar, Madero da onlara katılıyor. Meydanlar okunuyor, Lima kendi şiiriyle silahını çekiyor ve Madero'nun o güne kadar duyduğu en güzel şiiri okuyor. Hüküm verilmiştir, Madero artık damardan gerçekçi, gerçekçi damarcı veya gerçekaltıcı olacaktır. Bu damardan gerçekçilerin son dalgasını görüyoruz biz, asıl tayfa 1920'lerde veya 1930'larda yazıp çizmişler, sonra Sonora çöllerinde kaybolmuşlar. Cesárea Tinajero adı öne çıkıyor, Lautréamont'un şiirlerinde izi olan biri, tersi de geçerli olabilir. Lima ileri bakarak geri geri yürüdüklerini söylüyor, "bilinmeze doğru düz bir çizgi üzerinde". Arayışın ilk adımları bunlar, Latin Amerika şiirini değiştireceklerine inanan bir grup insandan ikisinin bir amacı var, Tinajero'nun izini bulabilmek. Bunun yanında şiir yazmak ve yaşamak da bütün ağırlığıyla bekliyor. Onca karakterin olaylı yaşamında şiire mutlaka yer ayrıldığını görmenin şiirle doğrudan bir bağı var, yaşamı hiç bilinmeyen bir noktasından kavramak şiirle mümkün olabildiği gibi coşkun bir bakışla izlenen, takip edilen ve sürüklenilen yaşamın kendisine eklenerek de mümkün. Kaynayan bir coğrafyanın hareketli insanlarının yaşamları da şiir gibi olacak kısaca. Neyse, Madero tayfaya resmi olarak katılıyor ve durmadan şiir yazıp okulu asmaya başlıyor. Günler geçiyor. Madero atölyeye bir daha gitmiyor, damardan Belano ve Lima'yla gittiği bara gidip adamları bulmaya çalışıyor ama kimse yok, garson kızlarla haşır neşir olup cinselliği tatmaya çalışıyor ve şairleri bulmak için kendi çapında soruşturmaya girişiyor. Şiir yazıyor, şiir üzerine düşünmeye başlıyor, yeni şairler keşfediyor, durmadan okuyor. Günler geçiyor. Damardan gerçekçileri tekrar buluyor Madero, hepsinin adresini alıp kendi adresini veriyor onlara, böylece bağlantı bir daha kopmamacasına kurulmuş oluyor, Madero'nun hayatının kayması garantiye alınıyor. Sonradan karşımıza çıkacak şairlerle de yavaş yavaş tanışıyoruz, Ernesto San Epifano'nun yanındaki kitapları, Lima'nın ve Belano'nun yanındaki kitapları, kendi okuduğu kitabı, her şeyi günlüğüne not ediyor Madero, sonradan okunacaklar listesine ekliyor ve çok az zamanının olduğunu biliyor, okunacak çok kitap ve okumak için çok az zaman var, bir de şiirle uğraşınca zaman mefhumunun ortadan yavaş yavaş kalktığını seziyor. Bunu biz -ben- mi seziyoruz -seziyorum- acaba, kendisinin şiirden başka düşündüğü bir şey yok zaten, amcasının bütün tehditlerini kulak ardı etmesi, okulu asması, kadınlarla yaşadıkları, erkeklerle yaşadıkları derken zaten kendisi lirik bir şiirmiş gibi geliyor insana. Günler geçiyor, Lee Harvey Oswald adlı dergi hakkında konuşuluyor. Bolaño hikmeti: Bir dergiden Lima'nın şiir için her şeyi yapabileceğini öğreniyoruz, kendisi ve Belano ot satarak para kazanıyorlar ve Lima bütün parasını sadece iki sayı çıkan bu dergiye yatırabilecek kadar şiire düşkün biri. Annesinden başka kimsesi yok, Şili göçmeni bir adam. Tek bir bahisten onca bilgi, sonra onca bilgiye bağlanan başka onca bilgi, olay, mekan, karakter, müthiş bir genişlik. Bolaño anlatıyı genişlettikçe genişletiyor ama bağlantısız bir nokta bırakmıyor sonunda, süper olay. Metin 785 sayfa, genellikle anlatıdan kopulmuyor ama bazı bölümlerde nadiren de olsa anlatı uç veriyor diyeyim, Bolaño'nun mizahına göz atma şansımız oluyor. Bir araba yolculuğu sırasında Madero kağıtlara birkaç şekil çizip şekillerin ne olduklarını soruyor yanındakilere, komik cevaplar veriliyor, hoş. Günler geçiyor, Font kardeşleri tanıyoruz. Angélica on altı yaşında, ödüllü bir şair. Laura Damián adına verilen ödülü aldıktan sonra ünü artmışsa da işin çok başında, şiir üzerine çalışmalarını sürdürüyor. Ablası María da şiir yazıyor, damardan gerçekçilerin arkadaşı olsa da tayfaya katılmayı tercih etmediği için daha bağımsız, belki de Madero bu durumdan ötürü María'ya vuruluyor biraz. Babaları batık bir mimar, anneleri Lee Harvey Oswald'ın kapaklarını tasarlamış zamanında, o da mimar. Hemen araya bir bilgi: Madero Fontların evinde takılmaya başladıktan sonra anlatı daha da genişliyor, Laura Damián ölmeden önce Ulises Lima'yla yakın arkadaşmış ve o zamanlar adı Alfredo Martínez gibi bir şey olan Lima'ya bildiğimiz adı vermiş. Belki de çıkacağı uzun yolculuğu çok önceden sezdiği veya bildiği içindir, Tinajero'yu aramaya çıkacakları en başından belliyse de uzun yolculuğa biraz daha var. Günler geçiyor, Lupe'yle tanışıyoruz. María'nın arkadaşı, dans okulunda birlikte dans ediyorlar. Lupe fahişelik yapıyor, serseri sevgilisi Alberto'dan pek çekiniyor ve Madero'yu uyarıyor, büyük bıçak bağırsakları yola dökebilir. Ara bilgi: Tayfada gerçekten okuyan Lima ve Belano var, okuduklarını diğerlerine anlatıyorlar ve diğerleri de kendileri okumuş gibi başkalarına anlatıyor. Aslında bir hiyerarşi mevcut, en çok okuyanlar tepede yer alıyorlar. Başka bir ara bilgi: Çıplak bir çiftin sevişirken çektirdikleri fotoğraflara bakıyor Madero, yanında Angélica var, fotoğrafı kimin çektiğini söylemiyorlar Madero'ya. Biz öğreneceğiz, pek çok şeyi öğreneceğiz, bu ilk bölümde anlatılan ve açıklanmayan pek çok gizemi metnin ikinci bölümünde farklı hikâyelerin birleşmesiyle ortaya çıkan resimde görebileceğiz. Oraya doğru geliyorum ve hızlanıyorum: María bizim çocuğun kalbini kırıyor ve çocuk aşk acısından kafayı yiyecek gibi oluyor, neyse ki barda tanıştığı garson kızlardan biriyle eve çıktıktan sonra biraz toparlanıyor ve şiir yazmayı sürdürüyor. Tayfadan bazılarının Troçkist olduğu, bazılarının feminist hareketlere katıldığı, bazılarının daha radikal oluşumlarda yer aldıkları söyleniyor, böylece dönemin sanatçılarının politik duruşları da anlatılıyor. Aslında çok kaotik bir ortamın daha da kaotik sanatçıları bunlar, kolaylıkla dağılabilirler, birlikte dünyayı yakabilirler veya dünyayla birlikte yanabilirler, her şey korkunç derecede belirsiz. Belano birtakım temizlik işlerine girişiyor örneğin, gruptan bazılarını atıyor, bazılarına dokunmuyor hiç. Atılanlardan bazılarının hiçbir şeyden haberi yok, zaten Lima ve Belano sık sık ortadan kayboldukları için diğerlerinin hiçbir şeyden haberleri olmuyor bazen. Zaten görmezden geliniyorlar, sonradan öğrendiğimize göre antolojilere alınmıyorlar, şiirleri hiçbir yerde basılmıyor, hayaletten farksızlar. Ciddiye alınmıyorlar, hiçbir sanat olayına davet edilmiyorlar, sanki oradaymışlar ama orada değilmişler gibi. Günler geçiyor, yeni yıla pek bir şey kalmıyor. Fontların evinde bir parti yapılıyor, Alberto uzunca bir süredir arkadaşlarıyla birlikte evin önünde Lupe'yi bekliyor ama Lupe Alberto'yla birlikte olmak istemiyor artık. Özetleyeyim, María, Belano, Lima, Lupe ve Madero ablukayı yarıyorlar, Baba Quim Font'un arabasına doluşup basıyorlar gaza, doğruca Tinajero'yu aramaya. Böylece Meksika'da kaybolan Meksikalılar haline geliyorlar.
Şimdi en karışık kısma geldik, "Vahşi Hafiyeler". Boğulmaktan korkuyorum, okurken hiçbir not alma gereksinimi hissetmeden her şeyi birbirine bağlayabilmiştim ama aradan bir hafta geçti, bağlantıları bulup çıkarmam gerekiyor, 500 sayfayı karıştıracak gücü bulamıyorum kendimde, o yüzden sadece yüzeye bakıp sona zıplayacağım. 1975'te kayboldular, bu bölümdeki röportaja benzer kısımlar 1976-1996 aralığında yapılan konuşmaları ve gerçekleşen olayları içeriyor. Lima'nın ve Belano'nun yollarının ayrıldığını öğreniyoruz, ikisi de farklı ülkelerde sürdürdükleri yaşamları boyunca bambaşka hayatlar yaşıyorlar, sayısız insanla karşılaşıyorlar ve çok acayip işlere girip çıkıyorlar. Mekan olarak Avrupa'dan Afrika'ya kadar geniş bir alan kullanılıyor, bir ara Conrad ve Celiné tadı alındığı bile oluyor açıkçası. Serüvenli yıllar geçiyor, düellolara giriyorlar, kaçıyorlar, kovalıyorlar, bu sırada tayfadan geriye kalan insanların şahitliklerine de başvuruluyor ve bazılarının öldüğünü, bazılarının şiiri bıraktığını ve sadece yaşamaya odaklandığını görüyoruz, yollar çoktan ayrılmış olsa da zaman zaman birbirlerine rastlıyorlar veya birbirlerini anımsıyorlar. Her şeyi görüyoruz, konuşan onca insan diğerleri ve kendi ülkeleri hakkında durmadan bilgi veriyorlar. Vahşi Hafiyeler hoş bir isim, röportaj yapılanların hemen hemen hiçbirinin normal denebilecek bir hayatları olmamış, Meksika'da, ABD'de, pek çok yerde zorluklar içinde yaşamışlar. Her bir hikâye başlı başına bir öykü olarak ortaya çıkabilir, öylesi bir derinlik var. Anlatıcı değiştikçe anlatının sesinin değişmesi olması gerektiği gibi. Yılları takip etmek önemli, kronolojik bir düzende seyretmeyen röportaj tarihlerine dikkat etmek lazım. Bunun yanında Bolaño'nun yeteneğine hayran kalmamak elde değil, insanlar ve insanların anlattıkları biriktikçe onca detayın kurduğu köprüler, anlatı parçalarının birleşmeleri büyülüyor resmen. Bu bölümü Paz'la Lima'nın birbirlerinin etrafında dönüp selamlaştıkları kısmı anlatarak bitireyim. Paz'ın yardımcısı büyük şairi her gün bir parka götürüyor. Paz bir gün parkta dolanırken bir adama takılıyor gözü, adamın etrafında dönmeye başlıyor, adam da aynı şekilde Paz'ın etrafında dönmeye başlıyor, garip bir dans. Başka bir gün yine aynı şey, daha da başka bir gün konuşuyorlar ve ayrılıyorlar, bir daha karşılaşmıyorlar. Paz yardımcısına adamı tanıdığını, bir zamanlar kendisini kaçırmak isteyen tayfanın başlarından biri olduğunu söylüyor. Damardan gerçeküstücülerin hiçbir metni dergilere girmiyor, hiçbir yerde yoklar, hatırlanmıyorlar ama coğrafyalarının en büyük sanatçılarından biri, üstelik en büyük düşmanları hatırlıyor onları, özellikle Lima'yı ve Belano'yu.
Son bölüm, "Sonora Çölleri". 1976. Şöyle söyleyeyim, yüzlerce sayfalık röportaj-soruşturma bittiği için biraz üzgün olsak da günlüğe kaldığımız yerden devam ettiğimiz için sevinmeliyiz. 1996'ya kadar insanların başına onca iş geldi, onca hüzünlü hikâye okuduk, ölenlere üzüldük, kalanların sefilliklerine üzüldük, üzülecek bir şey bulamasak başka bir soruşturmaya geçtiğimiz için üzüldük, sonra bir anda yirmi yıl geriye gidip çöllerde neler olduğunu, Tinajero'yu bulup bulamadıklarını anlamak amacıyla hızlı hızlı, bir yandan da metnin sonuna geldiğimiz için yavaş yavaş okuduk. Aslında var bile olmadığı söylenen, varlığı tartışmalı olan Tinajero'nun varlığı hakkında gerekli malumatı aldıktan sonra yine oyuncul bir bölümle final yapan metni okuduk, bitti, sonra bir kenara koyduk ve derin bir nefes aldık, çok nitelikli bir eser karşısındaki derin huşuyu hissettik. Artık yaşamımıza devam edebiliriz, Lima'nın ve Belano'nun bir ömürlük serüvenlerini ve yirmi yıllık dense de aslında yüz yıllık bir geçmişin, tarihi çalkantılarla dolu bir ülkenin, bir kıtanın akıbetini şiirin gözünden görerek, aslında roman okumuş olsak da şiirin ışığının düşürdüğü gölgenin roman olduğunu bilerek, iyi bir metnin kıymetini anlayarak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder