Monografi.
Metnin çevirmeni Bünyamin Kasap'ın takdim yazısında Bernhard'ın kaderi olan coğrafyadan kaçmaya çalıştığı söyleniyor, pek çok ülkede belirli sürelerde yaşasa da Bernhard'ın kaçmaya o kadar da çalışmadığını düşünüyorum, yerleşikliğine bakarak. Maddi durumu mülk satın almaya elverişli hale gelince metinlerinde eleştirdiği yerleşik çürümüşlüğe ucundan katkı sağlayıp kısa aralıklarla üç dağ evi almış, hatta röportajlarından en az birini bu köy evlerinde veriyor. Çok sevdiği Londra'dan almıyor mesela evleri, Londra'ya gitmenin keyfini ve Avusturya'ya dönmenin -keyfini diyeceğim, elim varmıyor- öfkesini yaşayabilmek için mi? Bernhard hakkında şöyle bir şey söylenmiş: "Tüm dünya trajik kibrinin ihtiyaçlarını karşılayan bir zaruret yalnızca." Tüm dünyadan kasıt gördüğümüz kadarıyla geçmişten ve yerleşik yaşamın alanlarından oluşuyor, Bernhard'ın bir müddet kaldığı İngiltere'yi veya Portekiz'i metinlerde göremiyoruz, Avusturya dışındaki ülkeler en fazla güzel anıların mekanları olarak yer alıyor. Avusturya'daysa savaşın travması sürüyor, kültür dünyasından sokağın sesine kadar her yerde faşizmin sesi duyuluyor, Bernhard'ın bu sese bir anlamda ihtiyacı var. Üçüncü sayfa haberlerinin metinlerini beslediğinden bahsediyor bir röportajında, doğup büyüdüğü ve nefret ettiği ülkesi yazarlığının kaynaklarından biri. Kasap 2006'da Viyana Üniversitesi'nde öğrenim görmeye başlamış, Viyana'da geçirdiği yıllara bakarak Bernhard'ın "haklı olduğunu" belirtiyor. Detayları bilmiyoruz, bağlamı da bilmiyoruz ama şehrin, ülkenin etkisine dair çıkarımlarda bulunabiliyoruz. Bernhard'ın ölmeden iki gün önce yazdığı vasiyetinden bir bölümü alıntılayayım: "Avusturya devletiyle herhangi bir bağımın olmasını istemediğimi kati bir biçimde belirtiyorum ve bununla birlikte eserlerime yapılabilecek her türlü müdahaleye ve Avusturya devletinin kişiliğime ve çalışmalarıma herhangi bir şekilde yaklaşımına itiraz ediyorum." (s. 13) "Vefat sonrası edebi göç" nihayetinde gerçekleşiyor, fiili göç gerçekleşmese de geride hiçbir şey bırakılmıyor. Heldenplatz'ın yarattığı infiali düşündüğümüzde, tabii Bernhard'ın başka metinlerinde uzun uzun anlattığı diğer olayları da düşündüğümüzde makul. Yazarın bilinen son eseri Heldenplatz, Viyana'dan göç eden Yahudi bir profesörle ailesini konu alıyor. 1938 ve 1988 yıllarının birbirinin muadili olduğuna dair iddialarla dolu bir oyun bu, çok ses getiriyor ve Bernhard'ın "camia"dan kovulması bile isteniyor en sonunda. Bütün protestolara rağmen oyun sahneleniyor ama bilet satışları sırasında oluşan izdihamdan ötürü planlanandan üç hafta sonra sahnelenebiliyor, 4 Eylül 1988'de. Sonuçta Bernhard ve en büyük destekçilerinden biri, oyunun da yönetmeni olan Claus Peymann yılın sanat olayını gerçekleştiriyorlar. 1955'ten beri ülkenin sanat alanında en muhalif sesi diyebileceğimiz Bernhard'ın son olayı bu, ertesi yıl büyük hayranlık ve saygı duyduğu dedesinin ölüm yıl dönümünde hayata veda ediyor. Kasap'ın çıkarımına göre kalp krizi sonucu ölmüyor, intihar ediyor. 1975'teki ağır hastalığı sırasında uzun süre yaşamayacağını öğrenen yazar, çocukluğundan itibaren canına okuyan sağlık sorunlarını izlek olarak daha belirgin bir biçimde kullanmayı sürdürüyor son on üç yılında, böylece ölümü bekleyen ve genellikle ailelerinden kalan mülklerde inzivaya çekilen karakterlerin sayısı artıyor.
Höller dağınık görünen bir monografi yazmış ama bağlantılar sıkı olduğu için, Bernhard'ın çoğu metnini de okuduysak bütüncül bir yapı oluşturabiliyoruz. Bazı noktalara değineyim, ilki ödüller ve ödül törenlerinde yaşananlar. Bernhard'ın ödülleri para için aldığını biliyoruz, kendisini paraya ihtiyaç duyan bir domuz olarak gördüğünü söylüyor. Ödüllerim bu mevzuyu içeriyor zaten, yine de 1968'de aldığı bir ödülün töreni sırasında yaptığı konuşmadan bahsedeyim. Devlet erkanı protokolde şıkır şıkır oturuyor, Bernhard devleti çatır çatır gömüyor. Avusturya insanını da "can çekişen duygusuz bir yaratık" olarak tasvir ediyor, böylece devlet çapında ilk kez ses getiriyor. Sonrasında Portekiz'de -Portekiz diye hatırlıyorum ama İspanya da olabilir- karşılaştığı bir bakanın hakaretamiz sözler söylemesi, ödül törenlerine davet edilmemesi gibi olaylar Bernhard'ın öfkesini biliyor ve gemi azıya alıyor adeta, yardırmaya başlıyor iyice. Gerçi daha öncesi de var, 1955'te Salzburg Devlet Tiyatrosu için söylediklerini anmak gerek: "Salzburg bir tiyatro bekliyor. (...) Bekliyoruz. Hep bir beklemekteyiz, Salzburg Devlet Tiyatrosu kültür mihraklarında tartışılacak bir oyun sergileyecek diye beklemekteyiz." (s. 19) Brecht'in oyunlarının yasaklanmasından sonra doğan tepkiye de ses oluyor, aslında ilk protest sesini bu olayın sonucunda duyduğumuzu söyleyebiliriz. Daha özel durumlar da var, örneğin 1972'deki Salzburg Festivali'nde oynanacak bir oyunda zifiri karanlık gerekiyor, salonun acil durum ışıklarının sönmesi lazım ama provalar sırasında itfaiye birlikleriyle ciddi problemler yaşanıyor, en sonunda oyun festival programından çıkarılıyor. Bunun gibi çok olay var, ödüllere döneyim, Bernhard kazandığı paralarla evlerini satın alıyor ve ömrünün sonuna kadar bu evlerin tadilatıyla uğraşıyor, bitmek bilmeyen bir tadilat. Karakterlerinden bir farkı kalmıyor Bernhard'ın, yazdıkları eseri bitiremeyen, yakan onca karakterinin arasında kendisini de görebiliriz. Kusursuza ulaşmaya çalışmanın bitmek bilmeyen uğraşı sırasında emlakçısıyla yakın arkadaş oluyor, son yıllarında emlakçının ailesiyle birlikte zaman geçiriyor, hatta orijinal deliliklerinden birini de bu süreçte sergiliyor, kutlama amacıyla satın alınıp emlakçının arabasına konan havai fişekleri ateşliyor. Böyle birkaç olay var metinde, Bernhard hiç bilmediğimiz kadar değişik bir adam.
Çocukluk yıllarına ve ailesine bakalım. Otobiyografik beşlemesinde anlattığı pek çok şeyin çocukluğunda kök saldığını söyleyebiliriz, çocukluğunun bunaltılarını yetişkinliğinde gördüğü çarpıklıklarla denklemiş olduğunu da söyleyebiliriz. Otoriter Avusturya ve Almanya'da geçen çocuklukta nasyonal sosyalist düzenin kampları, yurtları ve okulları var, anne pek ortada yok, baba zaten Bernhard doğmadan önce ortadan kaybolmuş. Sonradan öğrenildiğine göre 1940'ta intihar ediyor baba, anne de yakın bir tarihte yaşama veda ediyor ama varlıklarıyla yoklukları bir olduğu için acıları çekilmiyor açıkçası. Evliliğe yanaşmayan babanın gidişinden sonra annenin akıl sağlığının bozulduğunu söyleyebiliriz aslında, Bernhard'ın sidikli çarşaflarını balkona asıp bütün mahalleye gösterirmiş örneğin, üstelik belediyeden yardım almak için kullandığı çocuğunun başka bir işlevi yokmuş gibi davranırmış. Böyle bir durumda yedi yaşındaki bir çocuğun intihar etmeyi düşünmesine şaşmamak lazım. Yurtlarda başına boklu çarşaflarla vurulmuş, yine sidikli çarşafları afişe edilmiş, korkunç şeyler bunlar. Devletle ve insanlarla ilgili ilk olumsuz düşünceler belirmiş böylece, üstelik yedi yaşındayken soğuk algınlığının akciğer iltihabına dönüşmesiyle birlikte umutsuz hastaların yanına konması ve her gün cansız bedenlerle karşılaşması gibi olaylar olumsuz düşüncelerini iyice perçinlemiş. Ailenin karanlığından hemen her metninde bahseder Bernhard, aileye karşı çıkmanın bir insanın kendisi için yapacağı en önemli şeylerden biri olduğunu söyler, çocukluğun kapkara bir delik olduğunu, babanın hayatı mahveden en tehlikeli insan olduğunu söyler, suçun annelerde olduğunu söyler, yaşamın parıltısını söndüren insanların en yakınımızdakiler olduğunu durmadan söyler, tekrar tekrar. Ailesini geride kalan yıkımın dışında başka bir şeyle bilmemiştir Bernhard, üvey kız kardeşini hiç tanımamıştır, erkek kardeşini doktor olmasa onunla iletişimi de keserdi muhtemelen. Şu da ilginç bir şey: "Babası gibi üvey kardeşinin izleri de Bernhard üzerine araştırmaları olan Fransız Louis Huguet tarafından bulundu. Hilda, 1989'un Şubat'ında bir erkek kardeşinin varlığından haberdar olduğunda Thomas Bernhard on günlük ölü idi." (s. 40) Çocukluğunda tiyatro oyunlarında oynayacaksa hep ölüleri oynarmış Bernhard, tabutta yatarmış veya bembeyaz kıyafetler içinde rolünün hakkını verirmiş. "Bernhard'ın edebi eserlerindeki geleneksel olgular gibi, Avusturya Barok'unun cenaze töreni ya da kara sürrealizminde bir parça kendi hikâyesi gizlidir." (s. 45) 1945'te büyük bir soğukkanlılıkla intihara teşebbüs ettiği ve engellendiği yazıyor, dedesi olmasaydı yaşamak için bir sebebi olmayacakmış ama görüldüğü üzere dedesinin bile yetmediği zamanlar olmuş.
Dede Johannes Freumbichler, Bernhard'ın yaşamındaki en önemli figür. Eşiyle birlikte kıt kanaat yaşarken en büyük eserini yazmaya çalışarak geçirmiş günlerini, bir metni Avusturya'nın en iyi yayınevlerinden birinde yayımlanmış ve kazandığı bir ödülle maddi durumunu biraz olsun düzeltebilmiş ama yaşamı yoksullukla boğuşarak geçmiş. Bernhard'ın sanata düşkünlüğü dedesinin yardımıyla ortaya çıkmış, ödülün parasıyla tiyatrolara gidilmiş, özel dersler alınmış ve kitaplar edinilmiş. Gençliğindeki hastane yıllarında Baudelaire başta olmak üzere pek çok şairi ve romancıyı okuyan Bernhard için yepyeni dünyalara kapı aralamış Freumbichler, 1949'daki ölümünün travmatik bir etkiye yol açtığı söylenebilir. Asıl ölüm gününün dedesininki olduğunu söylemiş Bernhard, kendisine ilk müzik ve resim derslerini aldırıp edebiyatın ufuklarını gösteren adamın anısını karakterlerinde yaşatmış. Durmadan yazmaya çalışan ve dehasıyla kendi kendini yok eden karakterlerde Freumbichler var biraz. Yazma disiplini ve biçimi açısından da örnek olmuş, Bernhard okuduğu her metinden not çıkarma olayını dedesinden görmüş, kendisini en çok etkileyen metin olarak gördüğü Ecinniler'i de muhtemelen dedesinin vasıtasıyla okumuştur.
Metinleriyle bakışımlı olarak ilerliyor geri kalanı. Şiirler, anlatılar, oyunlar, hemen her metinde otobiyografik öğeler olduğu için Bernhard'ın yaşamıyla paralellikler gösteriyor, iyi. Adamın bilmediğimiz pek çok yönünü görüyoruz, bu da iyi. Okunsun, bilinsin.
Şu da bizim son şarkı. Ev ortamında bu kadar oldu. Bernhard'ın yazısında paylaşmak istedim, aile gerçekten korkunç bir şey.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder