4 Ekim 2019 Cuma

Fatih Özgüven - Hep Yazmak İsteyenlerin Hikâyeleri

Kafka'dan epigraf devşirmece, menzil ve yol yok, yol denen şey tereddütler. Yazamayanlardan hikâye üfürmece, neden yazamadığınızı yazmaktan bir hikâye çıkarır mısınız? Çok mu klişe? Özgüven klişelere hiç yaslanmıyor, tıkanma biçimlerini kısa kısa çeşitliyor. Sadece tıkanmalar da yok, örneğin çok sevdiğiniz ve hiçbir ortamda görünmeyen bir yazarın izini buluyorsunuz, evine gidiyorsunuz. Yazarı tanıyan bir kaportacıdan mı, tornacıdan mı, birinden almışsınız telefonu, yazar direkt davet ediyor ve yazarın salonundasınız. Eliniz ayağınız dolaşıyor, öykülerden bahsediyorsunuz. Yazarın sizi onca heyecanlandıran, etkileyen öyküsünü şöyle böyle hatırladığını görüyorsunuz. Ortam eskiyor, kazak göze batıyor, gözlerdeki kırışıklıklar huzursuz ediyor, zamanın geçtiğini ve yazılanlarla yazılanları yazanın bağını kuramamaya başlıyorsunuz. Yazar karşınızda susuyor ve söylediğiniz onca şeyin üstüne konuşmak için ağzını açıyor. Son. Yazarın söylemi metinden ibaret, aslında yazar ortada yok. Adam bunu anladığı sırada mı bitiyor öykü yoksa yazarın söyleyeceği bir şey olmadığı için mi? Açmaz bu, taşı hareket ettiremeyiz ve bir piyona yenilmek üzereyiz derken kurtuluyor öykü, Özgüven'in öyküleri bu tür. Yarım bırakarak -aslında tamamlayarak- veya tamamlayarak -aslında...- yazdığı öykülerden biri bu, Açık Görüşme. İlk öyküye bakalım, okuyan biri. Huzursuzluğun fiziksel yansımalarıyla uğraşıyor, şakaklarda ürperme, kulaklarda uğuldama, bir eyleme geçmeden öncesinin patlama noktası. "Düşünce erimiş kızgın cam gibi beynine aktı." (s. 11) Sözcükler akıyor, biri yakalamaya çalışıyor. Yakalayamayınca yaşamın akışını duyuyor ve teselli buluyor böylece, metin bir akış halinde yaşamı kapsıyor. Kurtuluş.

Yanlış Numara, yanlış numarayı arayanlar üzerinden kurmaca kurmaca. Sıklıkla çevrilen bir yanlış numaranın sahibi küfür yiyor, hakaret yiyor ama hattını değiştirmiyor, yaşama dair materyal elde etmek için iyi bir yol. Paul Auster'ı anıyor ki rüyalarının metinlerden aparma olduğunu, Auster'dan esinlendiğini anlayıp kendini biraz daha öteye iteleyebilsin. "Bende telefonun karşı ucunda gerçek bir insan bulmak ve dolayısıyla onun hikâyesini öğrenmek umudunu doğuran, belki yeniden hatırlatan o günlerde, yıllardır yazmakta olduğum romana yeniden döndüm." (s. 25) Bağlama oturttuk olanları, devam. Mağazalardan ürün satmak için arayanlar, çağrı merkezi çalışanlarının anlayışsızlıkları derken bir telefon sapığının olmasını istiyor anlatıcı, böylece her gün bu yaratım biçimini sürdürebilir. En sonunda arayan kişiyle farklı türde bir bağlantı kuruluyor, yakın. Anlatıcının çözmeye çalıştığı bir gizemi açığa çıkarıyor arayan, aranan bir adresi bulduğunu söylüyor, anlatıcının yanına gelmek üzere yola çıkıyor. Son. Öngörülmeyen çözümler için rastlantısal bağlantılar. Bir metni yazmak için gerekenlerden biri.

Yaz Günü Tango, hamakta sallanan bir göbek, ellerin ve kolların keşfedilmesi, bacakları hareket ettirme çabası, yazamamak. Tango için çalınan müzik adamımızı harekete geçiriyor ve sevgilisiyle/partneriyle arasını açıyor, kadın/adam gitmek istese de bizimkinin pek gönlü yok. Nihayetinde dans ediliyor, gözlemleyenin içinde kıskançlıkla birlikte zevk oluşuyor, partnerinin kulağına fısıldayan adamın flörtöz davranışları keyif veriyor. Bacakların güzelliği hakkında mı konuşuldu, neler oldu? Yazmak için gereken bilinmeyen faktörü doğuyor, belki adam/kadın yazacak bir şey bulduğu için öykü sona eriyor. Cumartesi için söyleyecek pek bir şeyim yok demek istiyorum ama feci kıskandım babayla oğlunun yıkıcılık ve yapıcılık arasında gidip gelen ilişkisini, o yüzden biraz açacağım. Boynuz kulağı geçmek istese de bunu yazı yoluyla yapamayacağını seziyor, her ne kadar bu konuda iddialı olsa da. Babasının metinlerinin yanında kendi metinlerinin pek başarılı olmadığını düşünüyor oğul, bu yüzden başka bir noktadan kazanılacak zaferin peşine düşüyor. Babanın gençlik fotoğraflarındaki kadınlar, kadınlar, kadınlar nerede? Köşesinde oturan yaşlı adamın bir zamanlar sürdüğü rengarenk hayattan pek iz kalmamış gibi görünüyor, o halde oğul için bir fırsat bu. Bir sürü kadınla seviştiğini söylüyor, baba gülümsüyor. Oğlu da kendisine çok benzediği için, babasıyla ettiği mücadeleyi oğlunun sürdürdüğünü gördüğü için, belki de bunlardan başka bir şey için. "Kahreden sessizlik... Albayım." (s. 46)

Kısa, yoğun, bazen sadece diyalog halinde, bazen tek bir olayın anlatımı biçiminde, bazen bir durumun çeşitlenmesi üzerine iyi öyküler bunlar. Özgüven'in çevirilerini iyi biliyoruz, öykülerini de bilmeliyiz. Bence. Evet.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder