Milli Halk Radyosu WYNC için kısa kısa parçalardan oluşuyor bu metin, radyo konuşmaları aslında. Her bölümde öbür taraftan meşhur biriyle görüşüyor Vonnegut, bir nevi röportaj yapıp yaşayanların dünyasına geri dönüyor. Yaşayanların dünyasından geliyor. Farklı bir boyutta yaşam oldukça eğlenceliye benziyor, İncili Kapılar'dan geçer geçmez ortam süper ama pek ilerlemiyor Vonnegut, Aziz Peter'ın yönlendirmesiyle göreceklerini görüyor, konuşacaklarını konuşuyor ve basıyor geri. Uzunca bir süre kalsa düşünürlüğünün serbestiyeti sorgulanabilir hale gelecek, üstelik, belki de kalmak ister ama görüşlerine aykırı bu. Kalanlarla görüşmek daha iyi. Mary D. Ainsworth, konuştuğu ilk Cennetlik. Çocuk gelişimiyle, özellikle bağlanma türleriyle ilgili araştırmaları çığır açmış bu kadının öte taraftaki çocuklar -bebekken ölenler- için açılan kreşlerde araştırmalarının meyveleri toplanıyormuş ve iyi yetiştirilen bebekler/çocuklar melek oluyorlarmış, melekler çocuklarmış! Hoş! Salvatore Biagini, ikinci yolculuk. Köpeği Teddy'yi bir pitbuldan kurtarmak isterken kalp krizi geçirip ölmüş. Yaşlı adam, köpeğin orasını burasını ısırmasına tepki olarak ölmüş. Vietnam'da bir hiç uğruna ölmekten iyi olduğunu söylüyor ki Vonnegut araya böyle insanlık suçlarını tıkıştırmayı sevdiği için pek çok örneğiyle karşılaşıyoruz bunun, örneğin Louis Armstrong'la görüşmesi sırasında adamın bando takımında çalan Tasmanyalı bir müzisyenden bahsediyor, muhtemelen geriye kalan son Tasmanyalılardan. Dünyamızda safkan Tasmanyalı kalmamış hiç. "Tasmanyalılar hakkında WNYC'ye götürebileceğim küçük bir demeç istedim ondan. Bildiğimiz tümüyle başarılı tek soykırımın mağduru olduklarını söyledi." (s. 23) Korkunç bir şey, kökleri kurutulmuş. Büyük bir çark var, dünyadaki bütün renkleri öğüte öğüte griye çeviriyor sanki.
John Brown. İç Savaş sırasında cephanelikteki silahları ele geçirip kölelere dağıtmak için uğraşırken esir alınıyor ve kurşuna diziliyor. Sonrası kölelik, Thomas Jefferson'ın köleleri, köleliğe karşı çıkarken aslında o kadar da karşı çıkmayan politikacılar, kısacası ikiyüzlülük. Brown'ın hayal kırıklığı çok bariz, Jefferson'ın dört kelimeyle -"Bütün insanlar eşit yaratılmışlardır."- Tanrıyı özetlediğini, ardından kendi yaşamındaki teori-pratik çatışmasından ötürü Şeytanı canlandırdığını dile getiriyor. Arly A. Burke, cenaze töreninde Clinton'ın konuştuğu ünlü amiral. Öldükten bir süre sonra eşi de ölüyor ve mezarında "Bir Denizcinin Karısı" yazıyor. Eril tahakkümün mezar taşlarında bile görülebilmesi ne acı. Bunları gözlemlemek isteyen, kendilerine zaferler çıkaran insanlar da cabası. Kevorkian'la ara ara konuşuyor Vonnegut, Kevorkian'a göre infaz odalarındaki seyirciler Roma'nın arena oyunlarındaki seyircilerle aynı. Yaşamın solup gitmesini izlemek isteyen insanların tam olarak ne istediklerini düşünelim, hınca varıyoruz. Kansız törenlerde intikam duyguları pek titreşmese de tatmin olmuş bir şekilde ayrılıyorlar ölünün yanından, kudretlerinin farkındalar, bir sonraki infazda gizli cinnetlerinin coşkusunu yaşamak için tekrar hazır olacaklar. Vonnegut için de zor bir görev, insanın çürüklerini görmek can yakıcı.
Son birkaç kişi. Adolf Hitler. Herkesle birlikte bedel ödediğini söylüyor ama dünyanın geri kalanına bakıp söylemiyor bunu açıkçası, yaşamını kaybetmesi yol açtığı acıların bedeli olarak görülmemeli. Bunun yanında New York'taki BM Genel Merkezi civarına taştan bir haç dikilmesini istiyor, kendisini hatırlatacak bir anıt. Anıtın üzerinde "Entschuldigen Sie" yazmalıymış: "Kusura Bakmayın". Peter Pellegrino, Amerika Balon Federasyonu'nun kurucusu, Alpleri sıccak hava balonuyla geçen ilk Amerikalı. Gökyüzünün ve balonla yolculuğun Cennet'ten daha iyi olduğunu iddia ediyor. Uçan herkes bu görüşteki haklılığı teslim edermiş, Aziz Peter hemen karşı çıksa da fikrini değiştirmiyor adam, bulunduğu mekandan daha fazlasını sunan gökleri özlüyor. En sonunda gökyüzü "olduğunu" söylüyor. En iyisi.
Birkaç adam daha var, Asimov mesela. Shakespeare. Vonnegut eşsiz mizahıyla konuşturuyor adamları, duymak istediklerini söyletiyor ama belki de gerçekten böyle konuşurlardı. Aziz Peter için aynı şeyi söylemek zor, adam Shakespeare'in eserlerini yazdığını iddia eden hiç kimse olmadığını, en azından buna ilahi yalan makinesine girmeyi göze alacak kadar inanan birilerinin çıkmadığını söylüyor. İlahi yalan makinesi, kesin çözüm. Osiris miydi kalpleri tartan, onun tartısı gibi bir şey olsa gerek. Son bir şey, Kilgore Trout çıkıyor aradan! Adamın adını duyunca deli herif bu sefer ne kurguladı acaba diye düşünüyorum, yine akıl aldı.
Kısacık, çok eğlenceli bir metin. Okuna.
Hem şarkı hem de bu post favorilerim arasında yerini aldı, sağolun. Vonnegut’dan Şampiyonların Kahvaltısı elimde, okuma isteğimi daha da arttırdı yazınız bir de beni en çok yaralayan ‘eril tahakküm’ ürünü olan mezar yazısı oldu...
YanıtlaSil