24 Haziran 2016 Cuma

Roelf Bolt - Yalancılar ve Sahtekârlar Ansiklopedisi

İnanmak istemediğimiz sürece yalanın gerçeği çarpıtmak gibi bir özelliği yok. Duymak istemiyorsan sormazsın, işin bir diğer boyutu. Sessiz kalmak ya da inanmamak, yaşamımızı sekiz farklı alternatif gerçekliğe bölmez ama kimsenin doğal bir yalan makinesi olmadığını düşündüğümüzde doğrusal bir zamanda yaşamak pek mümkün gözükmüyor. Kolektif bir cinnete sürüklenen toplumun peygambere ihtiyacı varsa peygamber üretilir, tanrı üretilir ve kral çıplak olsa bile önemli olan çıplaklıktan çok kralsa eğer, o zaman inanmayan için ezilmişliğin yaratacağı cinnet başlar. İnanç savaşları bir yana, yalan için inanan ve inandıran gerekir, bu kitabın temelde anlattığı dalavereler de bu iki taraf üzerinden yürüyor. Birbirine umutsuzca muhtaç taraflar.

Yazarın giriş bölümünde neden bu konu üzerine yoğunlaştığıyla alakalı mevzulardan sonra insanın yalan söyleme ihtiyacıyla ilgili güzel bir açıklama var. İnsan, zihinsel olarak soyutlama yeteneğini edindiği andan itibaren yalan söylemeye başladı. Bolt için evrimsel bir garabet olan Homo sapiens, tarımdan gözlüğe pek çok icatla evrimin doğal seyrinden çoktan çıktı ve kendi yolunda ilerliyor. Şimdiye kadar evreni anlamada -fizik tam olarak bu işe yarar aslında ve bence ilginç bir şey; fizik bizi yarattı ama biz de onu yarattık, tabii cümlenin geri kalanını unuttunuz, bu kadar uzun ara cümle mi olur lan yüzünün çerçevesini sevdiğim, dediğinizi duyar gibiyim- büyük yol kat ettik ama işin yan etkileri pek iç açıcı değil. Savaşlar, soykırımlar bir yana, ilk olarak yalanın varlığından söz edilebilir. "Soyutlama gücü, yani alternatif gerçeklikler yaratma kabiliyeti, bu kitabın konusu olan kötülüğün esas nedenidir. Bir insan mükemmel bir hayat yaşamasının önündeki tek engelin partneri olduğuna inanabilir. Bir başkası şayet ortaokuldaki hocaları kimya alanındaki vizyoner görüşlerinin kıymetini bilip mezun olmasına izin verselerdi, bugün AIDS'e tedavi bulabileceğini öne sürebilir. Aynı şekilde icra ettiği sanatın değerinin ölümünden yüz yıl sonra anlaşılacağını iddia edenlere rastlamak mümkündür." (s. 10) Sonsuz alternatif var, bunlara yol açan da insanın kendi icadı olan şeyler aslında. Örneğin Rönesans'a kadar sahtecilik diye bir şey yok, zira o tarihe kadar ressam kavramı -öznel üretim de diyebiliriz-  üzerinde pek durulmadığı için taklide imitasyon denmiş ve sanatın nitelikleri tam olarak yerleştiği zaman bunun o kadar da zararsız bir şey olmadığı anlaşılmış. Sahte banknot, telif hakları, şudur budur derken işler iyice karıştı, haydi bakalım.

Vakalar çeşitli. Nitelikli dolandırıcılık var, trolllük var, neler neler. Ben en acayiplerini alacağım, toplamda 146 vaka var.

Abraham Lincoln'den sahte aforizmalar olayı bize pek uzak değil, internetten okuduğu bilgiyi, doğruluğunu teyit etmeden kullanan köşe yazarları, politikacılar gırla. Burada işin boyutu biraz daha büyük, Bush ve Al Gore bu naneyi yemiş.

Albert Einstein'ın 1915'te demirin manyetik özellikleri üzerine yaptığı bir deneyin sonuçlarını beğenmeyip kafasına göre değiştirmesi olayı var, hiç yakıştıramadım. Sen de mi Einstein, sen de mi?

Arthur Orton vakası çok ilginç, zengin bir ailenin çocuğu uzun bir yolculuğa çıkıyor ve kayboluyor. Kayıp ilanlarından sonra çocuktan haber geliyor yıllar sonra, herif geri dönüyor. Annenin oğluna kavuşması görmeye değer ama ailenin diğer üyeleri böyle düşünmüyor. Dönen çocuk asıl çocuk değil ama anne öyle düşünmüyor. Kadın öldükten sonra miras davaları, bilmem ne. Buna benzer bir film vardı, adını hatırlayamadım şimdi. Annenin arayışı, çocuğun dönmesi falan aynı ama bu kez anne tarafında sıkıntı var, anne çocuğu öldürüp etrafındaki insanlara evladının kaçırıldığını söylüyor. Yıllar sonra kavuşuyorlar ama çocuk o çocuk değil, anne o anne değil, çok ilginç bir filmdi. Olur yani böyle şeyler, büyütmeye gerek yok?

Barones Murphy'nin Çello Testisi vakası trolllüğün efsanevi örneklerinden. Dr. Murphy bir tıbbi dergide "Gitar Memebaşı" adlı rahatsızlıktan haberdar olur ve olayın geyik olduğunu düşünüp Çello Testisi nam kendi uydurukluğunu dergiye yollar, kendisi tıp profesörüdür ve bu yüzden çalışmasını kocasının imzasıyla gönderir ki mevzu ciddiye alınmasın. Mevzu ciddiye alınır, makaleye sayısız atıf yapılır.

Brooklyn Köprüsü'nü satan Bay Parker, bizdeki Sülün Osman'ın yediği naneyi 1800'lerin sonlarında yer ve koca koca köprüleri, binaları parası olan ama aklı kıt göçmenlere kakalar. Polis, yapıların önüne barikat kuran, turnike koymaya çalışan insanlardan bıkar ve limanlarda kamuya ait yapıların satın alınamayacağına dair broşürler dağıtır.

Ölü adamı uçağa bindirmeye çalışan bir aile aklımı aldı. Tabut içinde götürmek daha pahalı diye adamı giydirmişler, tekerlekli sandalyeye oturtmuşlar ve millete uyuduğunu söyleyip uçağa bindirmeye çalışmışlar. Ulan insanlar amma acayip ya.

Savaş hileleri falan var, onlardan bir iki tanesini yazayım. II. Dünya Savaşı'nda General Montgomery'ye çok benzeyen bir aktör, farklı cephelerde görünüp Almanları yanıltıyor ve saldırı farklı bölgelerde gerçekleşiyor. Kuzey Kore'nin bastığı sahte dolarlar da bombastik; adamlar piyasaya sahte dolar sürüyor ve ABD buna karşı koymuyor, çekik gözlü kardeşlerimiz açık açık sahte para için ham madde ithal ederken bile. Bir de 23. Özel Servis vakası var, filmi çekilmemişse ayıp edilmiş demektir. Üstün zekalı birkaç insan II. Dünya Savaşı'nda bir araya getiriliyor ve düşmanı yanıltmak için efektten tutun da kamuflaja kadar pek çok konuda katakulli düzenliyorlar ve tarihin tozlu sayfalarında yerlerini alıyorlar, zira başka bir savaş patlak verebilir ve kullandıkları taktikler bu savaşlarda işe yarayabilir.

Erich von Däniken nam abinin kitaplarını ayıla bayıla okuduk, yalan yok. Ben lisede almıştım bir tane, aklımı yitiriyordum ki olur mu oğlum öyle şey, olmaz deyip yırtmıştım. Neyse, adamın dalavereci olduğu anlatılmış. Güzel.

Sanattan ekonomiye pek çok alanda büyük dalavereler, insanın deliliğine eğlenceli bir yaklaşım. Hoş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder