19 Ekim 2016 Çarşamba

Philip Gourevitch - Yazarın Odası

Orhan Pamuk, ön sözünde kitaptaki röportajların, özellikle Faulkner röportajının kendisi için çok önemli olduğunu belirtiyor. Gözde canlanabilir; 25 yaşında bir adam, ilk kitabını bitirmeye çalışıyor ve umutsuzluğa kapıldığında kendini kanepeye atıp röportajları tekrar tekrar okuyor. Sade, sigara kokusunun sindiği bir odada radikal değişimlerle hayatına yön vermeye çalışan yazar adayı için itici gücü bu röportajlar sağlıyor. Pamuk'un başka kitaplarında Faulkner hakkında söylediklerine denk gelmiştim, 60 yıl önceki röportajı okuyunca kaynağa inmiş oldum.

Evet, bir şeyler karalayan insanların bu röportajları gerçekten okuması gerekiyor. The Paris Review sağ olsun, röportajları bu gazeteye borçluyuz.

Capote'den Hemingway'e, King'ten Borges'e birçok yazar serüvenlerini anlatıyor. Teker teker inceliyorum.

Truman Capote

* Çoğu yazarın hemfikir olduğu bir konu aslında; Capote de disiplinini ve tekniğini, yazımı en zor tür olarak değerlendirdiği kısa öyküye borçlu olduğunu söylüyor.

* Hikâyeyi kurarken yine çoğu yazarın röportajlarında belirttiği şeyden bahsediyor; yeterlilik diyeyim ben buna. İki anlamda ele alınabilir; birincisi yeterli alıştırma, yeterli yazma denemesi, tecrübe yani. Gerektiği zaman eserlerin çöpü boylayabilmesi gerekiyor. İkinci anlamda yeterlilik de kelime sayısından noktalama işaretine kadar bir metni oluşturan bütün etkenlerin yeterli ölçüde -eksik veya fazla- değil kullanılması. Bu zaten kısmen ilk yeterlilik türüne bağlı, bir sezi olarak ortaya çıkıyor.

* Bir öykünün doğal olup olmadığını anlamak için öyküyü farklı şekilde tasarlamanın mümkün olup olmadığını irdelemek gerektiğinden bahsediyor. Eğer farklı bir şekilde yazılabilirse, cık.

* Toplumun kendisine ayak uyduramadığından bahsediyor, özel bir çocukmuş ve toplumsal kurumların tamamı bu çocukluğu mahvetmek için elinden geleni yapmış. O da Çehov'a, Wolfe'a, Proust'a sığınmış. Röportajın verildiği sıralarda artık roman okumadığını, biyografi ve mektuplara sardığını söylüyor. Dickens ve Poe da uzak geçmişin anılarında kalmış.

* Yazarın mutlaka bir persona etkisi sezdirmesinden bahsediyor, kaçarsız bir şey bu. Varlığını olduğu gibi boca etmeden kişilik çizgisinin çekildiğini söylüyor.

* Yine çoğu yazarın söylediğini söyleyerek eleştirmenleri sallamayın diyor. Cevap dahi vermemek gerektiğini söylüyor.

Ernest Hemingway

Bıçkın delikanlımız Hemingway, röportajlarında çok haşin. Söylemedikleri, söylediklerinden çok daha önemli ve kitabı okursanız söylemediklerini sezebilirsiniz.

* Adam ayakta yazıyor. Böyle bir şeyi ilk defa duydum. Ne yazdıysa hep ayakta ve kendine özgü bir sistemi var, masayı falan o sisteme göre düzenlemiş. Çok karışık gözüküyor.

* Sabahın ilk ışıklarıyla yazmaya başlıyor, esin pırıltılarını tüketmeden bitiriyor ve ertesi gün aynı pırıltılarla yazmaya devam ediyor. Endişenin yazma yeteneğinin en büyük düşmanı olduğunu söylüyor. Tartışmaya açık ama bu adam için durum bu.

* Yazar adaylarına önereceği en iyi zihinsel egzersiz soruluyor ve efsane bir cevap geliyor: "İyi yazmayı güç bulduğu için gitsin kendini tavandan assın derim. Sonra da hiç acımadan ipi kesip kendini yazmaya zorlamalı. Bu durumda yazmaya başlarken elinde en azından ipe çekilme hikâyesi olur." (s. 45)

* Gazetecilik geçmişinin yazma konusunda çok önemli olduğunu söylüyor. Marquez de aynını söyler. Sevdiği yazarlar: Stendhal, Twain, Flaubert, Tolstoy, Dostoyevski... Aslında çoğu yazar aynı isimleri sayıyor.

* Kimseyle rekabet halinde olmadığını söylüyor. Yazarken hikâyeden başka hiçbir şeyi düşünmüyor ve gidişatı bilse de yazacaklarını aynı gün tasarladığını söylüyor. Üslup konusuna hiç girmiyor ve röportajı yapanı adeta azarlıyor.

* Asıl bomba buzdağı tekniği olabilir, başka kaynaklarda rastlamıştım ama adamın ağzından ilk kez duydum: "Bir konuyu bilmenin gerçekten bir önemi varsa, o zaman hep buzdağı prensibi uyarınca yazmaya çalışıyorum. Yani yazdığım kadarı, aslında buzdağının uyun üzerindeki kısmı, geri kalan sekizde yedisi hala bende saklı." (s. 59) Yaşlı Adam ve Deniz'in bin sayfalık bir destana dönüşebileceğinden bahsediyor Hemingway ama bu hali daha iyi, yazarın bilip okurun bilmediğini sezdirmek iyi bir teknik.

"Olmuş şeylerden, varolan şeylerden ve bütün bildiklerinizden ve bilemeyeceklerinizden bir şey ortaya çıkarıyorsunuz ve bu bir temsil değil, tamamen yeni bir şey, bütün gerçek ve yaşayan her şeyden daha doğru. Siz ona can veriyorsunuz ve eğer bunu iyi yaptıysanız ölümsüzleştiriliyorsunuz. İşte bu yüzden yazıyorsunuz ve bildiğiniz başka hiçbir sebep yok." (s. 64)

T. S. Eliot

Kendisi şair ve poetikası çılgın bir kardeşimiz.

* Baudelaire ve Lafourge etkisiyle üretkenliğe geçiyor.

* Yeats hakkında söylediği: "Yoğun Kelt karamsarlığı taşıyordu yazdıkları. Doksanlı yılların, ya fazla içkiden ölen ya da intihar eden tiplerinden başka bir şey yoktu şiirlerinde." (s. 69)

* Ezra Pound'un Çorak Ülke üzerinde yaptığı değişiklikleri anlatıyor. Bazı bölümler tamamen çıkartılmış falan.

* Günde üç saatten fazla yazmadığını anlatıyor, poetikasından bahsediyor, oyunları hakkında konuşuyor. Yeni şairlere söyleyeceği pek bir şey yok. Arayın ve bulun diyor kısaca.

* Hemingway'in söylediğinin tersi var; istediği kadar zamanının olmaması konsantrasyonunu toplamasına yardımcı olmuş. Kaygı seviyesi belirli bir düzeyde tutulursa yazım konusunda kamçılayıcı oluyor.

Jorge Luis Borges

* Zamanının yazarları hakkında pek bir fikri yok. Epik edebiyata duyduğu ilgi onu hep mitlere, Beowulf'a falan götürüyor.

*  Öykü yazmaya başlama hikâyesini bir yerlerden duymuş olabilirsiniz, ben yine de yazayım. Adamımız şiirleriyle bilinirken bir kaza geçiriyor ve başından hasar alıyor. Yeteneğini kaybetme korkusundan öykü yazmaya karar veriyor, çünkü şiir ve deneme yazamazsa işinin zaten bitik olduğunu anlamaktan korkuyor. Korkmasına gerek yok, bingo!

* Öykülerindeki hikâye anlatıcılığı röportaja da yansıyor ve kelime-metafor ilişkisini anlatırken o sıralar çalıştığı Eski Norse ve Kelt dilinden örnek veriyor. Muharebeye "insan ağı" denirmiş, zira kılıçlar ve mızraklar yukarıdan bakıldığı zaman insanları birbirine bağlıyor gibi gözükürmüş. Hadi bakalım, buradan yakın.

* Harbiden kanayan bir yaraya da parmak basıyor Borges, öyle olmayıp öyleymiş gibi görünen sanatçılara iğneyi de, çuvaldızı da sokuyor. "Çok iyi şiirler yazmış -ince bir dille hassas ruh hallerini anlatmış- birçok şair tanıdım, ne var ki oturup konuştuğumuzda sadece açık seçik hikâyeler anlatıyorlar ya da sokakta konuşulduğu gibi politika tartışıyorlar, bu bir tür gösteriş için yazdıklarını ortaya koyuyor." (s. 107) Ben birkaç tane tanıdım böyle, ortalama üstü yazıp rezil bir kişilik ortaya koyan arkadaşlar... Yapmayın lan, tiksindiriyorsunuz.

* Genel meseleler olarak Borges'in Arjantin'i ve eserlerine yansıması var, Yeats'i Eliot'tan daha çok sevmesi var ve hatta Eliot'a giydirmesi var, alakalı bir mevzuda sanatçıların yok yere allayıp pulladıkları, oyunlar oynadığı eserlere giydirme var. İyi bir röportaj.

Marquez, Faulkner ve King röportajları kalsın. Üçünü de büyük keyifle okudum, okumanızı tavsiye ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder