Tahir Alangu'nun 1966'da yazdığı önsözden: "Savaşın somut görüntüsünü değil, insanoğlundaki değerleri olumsuz bir evrime nasıl itelediğini anlatan bu savaş kitabının en önemli ve etkin niteliği, üzerinde uzun uzadıya düşünme, ortaya koyduğu sorunları tartışma gereksinmesini duymadan, ezilerek, bir suçlu bilinci ile katılıp kabul edişimizde beliriyor." (s. 13)
Alangu'ya göre Remarque'ın Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok'u piknik havası taşıyan bir eser. Savaşın dehşetinin yanında acıma duygusu uyandıran, bir süre sonra okura her şeyi, bütün o yıkımı kabullendirip sona varan bir roman. Ademoğlu Neredeydin? ile olayları farklı aslında; ilkinde savaşın dolaysız dehşeti var. Gerçi okuyalı 10 sene olacak neredeyse, hatırladığım kadarıyla yazayım. Onca dehşetin içinde hissizleşen askerler, okurun da hissizleşmesine, yıkımın trajedisine kayıtsız kalmasına yol açıyor. Bu açıdan ele alındığında gayet başarılı, fakat Alangu'nun kastettiği şey bence şu: Olayı savaşa indirgemek yanlıştır. Savaş bir sonuçtur ve sonuçlar sebeplerle birdir. Savaş sırasında yaşadıklarımız, savaşın çıkmasına sebep olan aptallığımız, bombaların, silahların, her şeyin arkasındaki çarpık fikirler ve her şeyi sessizce izleten korkumuz, işte bunlardır anlatılan. Belki Remarque'ın bahsedilen kitabında bunlar yok ama devam niteliği taşıyan Dönüş Yolu bu mevzuya daha yakın.
Epigraf var iki tane: "Dünya çapında bir felaket bazı şeylere hizmet edebilir. Cürmün işlendiği sırada başka yerde bulunulduğunu ispat etmeye de yarar Tanrı önünde... 'Ademoğlu, neredeydin?' 'Dünya savaşındaydım.'" Theodor Haecker, Gün ve Gece Defteri
Savaş sayısız kişisel tarih de demektir, dünya tarihinin yanında. Belgesellerde çok az asker konuşur, geriye kalanlar neler düşünmüştür, neler yaşamıştır acaba? Savaşanlar sadece aracı, diğerleri neredeydi? Herkes ne düşünüyordu? Neler düşünüldü, neler yapıldı da milyonlarca insanın acı çektiği noktalara gelindi?
"Eskiden yaşadığım serüvenler oldu: Posta hatlarının kuruluşu, Sahra'nın geçilmesi, Güney Amerika... Ne var ki savaş gerçek bir serüven değildir, sadece serüven erzatzıdır... Savaş bir hastalıktır, tifo gibi..." Antoine de Saint - Exupery, Arras'a Uçuş
Savaşın en yoğun yaşandığı günlerden dokuz tablo. Dokuz ayrı metinde bazı karakterleri tekrar tekrar görüyoruz. Feinhals bunlardan biri. Feinhals mimar, savaşın sona yaklaştığı günlerde yılgın askerlerden biri. Tifo gibi deniyor ya, yılgınlık herkese bulaşmış. Öldürülme korkusu bitmek bilmiyor, yaşamak için öldürmek bitmiyor ve diğer bitmeyen şeylerin arasında yaşamaya çalışıyor Feinhals, vurulması da engel olmuyor buna.
"(...) Taarruz çantasını yana itip sağlama almak istediği sırada bir çatırtı koptu yanında. Sanki biri eline kuvvetli bir darbe indirmiş de omzundan kuvvetle sarsmıştı. Bütün sol kolu ıslak bir sıcaklığa batmıştı. Yüzünü toz topraktan çıkarıp haykırdı: 'Yaralandım..'
Feinhals kendini hiç böylesine mutlu duymuş muydu bilmiyordu. Sancısı yoktu; kapkalın sarılıp yanına uzatılmış olan sol kolunda kaskatı ve kanlı, ıslak ve kendine yabancı olan kolunda hafif bir rahatsızlık duyuyordu o kadar." (s. 30)
Vurulduktan sonra gelen rahatlık ve uzva yabancılaşma, asla zarar görmeyeceğini sanan bir insanın gerçeklerle yüzleşip değişmesi sonucu olabilir, yaralanma sonucu cephe gerisine gönderilme ihtimali olabilir. Şoktan kurtulma veya; sonsuza kadar süren kaza anının sona ermesi belki. Tifodan, savaştan bir an için kurtuluş. Kurşun geldi ve kola saplandı, hepsi bu. Bütün olacak olan buydu belki.
Okuyalı bir ay oldu, çoğu şeyi unuttum ve pek de not almamışım. Bir iki şey var aklımda, biri bir askerle yanlış hatırlamıyorsam ekmekçi bir kız arasındaki aşk. Kızın aşktan korkmasına rağmen erkek vazgeçmiyor, kızın gönlünü kazanıyor ve buluşup kaçmak için sözleşiyorlar. Erkek cepheye gönderiliyor, kız bir şekilde yakalanıyor, hatırlamıyorum neden, sonuçta buluşamıyorlar. Kızın sesi güzel, koro kurup yönetmekle uğraşan müzik aşığı bir Alman subayın karşısında şarkı söylerken psikolojisi bozuk olan bu subay, kızı alnından çat diye vuruyor. Sesi çok güzel diye. Adam da cepheden cepheye işte.
Bir de şarap almaya giden biri vardı, bir asker. Şarapları alıyor ve dönüş yolunda savaşın ortasında kalıyor, ölüyor ne yazık ki. Feinhals'in iyi bildiği bir adam bu, evinin civarlarında bir barı falan vardı galiba. Neyse, Feinhals de bir köprünün yapımı için bir yerde işte. Şarapları içiyor arkadaşlarıyla, köprü yapılıyor... ve planlar değişince, Ruslar yaklaşınca köprü yapıldığı gibi imha ediliyor. Kendimce tırto mesaj: İnsanoğlu binlerce yıl boyunca taş üstüne taş koyup bir yerlere geldi, muazzam bir emek var ortada ve bu emek kolayca yıkılabiliyor, bir köprü gibi. Bu bölüm çok güzeldi; Böll köprü yapımında çalışan işçileri ve bu görevle ilgilenen subayı, bulundukları hanı ve han insanlarını da ele alarak, bir tablo yapar gibi yazmış. Ardından yıkım geliyor işte, hastalık bu güzel tabloya da bulaşıyor. Savaşın içinde bir güzellik, savaşın içinde bir yıkım, her şey savaşın içinde eriyip bir oluyor.
Final biraz dramatik; Feinhals evine dönüyor, dönemiyor. Bombardıman sırasında evi başına yıkılıyor gibi bir şey, daha yeni ulaşmışken.
Böll, "En sevdiğim romanım," demiş bu metin için. Belki de kendi savaş algısını, acılarını en gerçekçi şekilde yansıtabildiği içindir. Yıllar boyunca savaşta bir oraya bir buraya sürüklenip durmuş. Böyle bir yaşamdan böyle bir roman.
On numara, savaş leş bir şey.
ne zamandır takip ediyorum, çok güzel okumalar yapıyorsunuz..
YanıtlaSil