30 Nisan 2016 Cumartesi

Anthony Burgess - Piyanoçalanlar

Burgess'ın orta sınıfla olan meselesi metinler boyunca sürüyor. En sütlü olanında şiddet dozu yüksekken diğer metinlerde giderek azalıyor, kara mizah orta sınıfın çıkmazlarından kaynaklanan absürt olaylarda tavan yapıyor. 30 gün boyunca piyano çalmaya çalışmak bunlardan biri. Dini bir filmin müziğini çalarken nihil şarkıları kullanmak da öyle. Üç kuşağın macerasında oldurulamayan işler babadan kıza, kızdan oğula geçiyor. Talihsizlikler işçinin işçi kalması gerektiğini söyler, piyanoçalanın ölmesini söyler, o zaman bir ölümün peşindeyiz. Piyanoçalan öldükten çok uzun bir zaman sonra anlatıcının hikâyesine göz atacağız. Ellen Henshaw'ın dumura uğratacak bir serüveni var.

Kitap öyle bir bulunamıyor ki doğru düzgün kapak fotoğrafı bile yok. Nadirkitap'tan alacaksınız ya da sahaflarda denk gelmeyi bekleyeceksiniz. Benim için ikincisi oldu. Reklamını da yapayım buradan, Ayça Kitabevi. Çalıştığım okul Sahaflar Çarşısı'na on dakika uzakta, çarşambaları sabahtan gidip bir saat kadar bakınıyorum. Abinin adı İsmail galiba, çay ısmarlıyor sağ olsun. Kitaplara bakarken rahat bırakıyor, başınızda bekleyen biri yok. Bir bakın, güzel yer.

Ellen Henshaw, ellili yaşlarının sefasını sürerken aklındaki bir projeyi hayata geçiriyor nihayet; Avrupa'nın çok egzotik şehirlerinden birinde rastladığı bir yazara babasının hikâyesini yazdırmaya başlıyor. Baştan kokmuş bir hikâye, piyanoçalan Billy Henshaw, I. Dünya Savaşı'nda müzisyen olarak görev yaparken bir gece rüya görüyor ve hemen İngiltere'ye dönüyor, asker kaçağı olarak. Karısını ve çocuğunu ölü olarak buluyor, minik Ellen ölmek üzereyken kurtarıyor çocuğu. Bu aileye sözde bakacak olan kadın da yan dairede ölü olarak yatsa da kocasının rüyalarına girmiyor bu kadın, kocası da cephede ölmüş çünkü. Yorumu kes: "Ne boktan yer şu dünya. Ne leş kokulu berbat boktan bir dünya bu. Bir de hayat güzel derler. İşin komiği güzel de aslında, Tanrı yardımcımız olsun." (s. 15)

Tanrı yardımcımız olsun.

Babayla kız yalnız, baba bir barda çalışmak zorunda. Bir çocuğun büyümesi için ideal bir yer değil. Savaş sonrasının yıkımı olabildiğince toplumsal, yaşamak için olmayacak işler peşinde koşuyor insanlar, sınırlar zorlanıyor. Geçim derdi yüzünden çıtayı bir tık daha yükseltmek zorunda kalan Billy'nin sonunu bu yaşaması zor dünya getirecek ama henüz değil. Şimdilik sevgililerle ve kızıyla uğraşırken piyano çalıp kazandığı üç beş kuruşla idare etmek zorunda. Yaşam standardı birazcık yüksek olsa, yaşadığı mahalleyi değiştirebilse bile çok şey fark ederdi, olmadı. Kendinin ve kızının kaderi çizilmiş bir halde önünde duruyor. Repertuvarı geniş, her türlü başarısızlık için zamanı ve enerjisi var.

Sessiz sinemalarda çalmaya başlamadan önce kızına piyano öğretiyor ve film süresince arka fonu oluşturuyor. Filmlerde veya kitaplarda denk gelmiş olabilirsiniz; filmlerin sadece görüntüden ibaret olduğu zamanlarda perdenin yanında bir de piyano bulunurmuş, filmin müziğini bu piyanoyu çalan adam yaparmış. Billy bu işte son derece iyi, dini bir filmin şarkılarını çalana kadar. Çok komik bir bölüm, anlatılamayacak cinsten. Ekmeğinin peşinde, dediği dedik ve sarhoş bir adama hiç hoşlanmadığı bir iş yaptırılırsa trajikomik hadiselerin doğması doğal. İşsiz kalan Billy, bir gösteri ekibinin piyanisti olmadan önce çok zor günler geçiriyor, ev sahibiyle yaşadığı problemler oldukça sıkıntılı. Adamın Ellen'a tecavüz etmesi de ayrı bir vaka. Toplumun en alt katmanındaki insanların ayrı bir ahlak sistemleri var, bir üst sınıfa çıkabilmek veya sadece kendilerini tatmin edebilmek için en yapılmayacak işleri yapabiliyorlar. Ellen'ın yaşlı bir adamla para karşılığı kurduğu ilişki, Billy'nin gösteri grubundaki ilişkileri Burgess'ın absürt penceresinden bakıldığında son derece gerçekçi. Piyanoçalanımızın gruptan kopmasına yol açan büyük kavga, cinsellik tabanlı ilişkilerin bir parodisi niteliğinde.

Billy'nin sonunu getiren yarışma adamın ne kadar çaresiz olduğunu göstermesi açısından mühim, benzerlerine günümüzde de rastlanabilir. Televizyon toplumunda şovlardan şov beğenebilirsiniz ama hepsinin temeli insanların birbirini aşağılaması üzerinedir. Gösteri toplumu yarın unutulacak saçmalıklar üzerinde biçimlenir ve bunun sonu gelmeyecek gibidir, yarın da başka bir şov peydah olur, sonraki gün bir başkası, karton sevdalar dizilere milyonlarca izleyici çeker, üfürükten yarışmalar toplumun konuşacağı en büyük problemi oluşturur, programlarda hunharca dans eden, oynayan insanlar carpe diem'i iliklerimize kadar işlerler. Günün bir dakikasını yaşayıp geri kalanını heba etmek, muhteşem bir yaşam şekli. İyi oynamalar.

Adam otuz gün boyunca piyano çalacaktır ve kazanılan paradan pay alacaktır. Çalmaya başlar, iki saatlik uykularla hayatta kalmaya çalışır. Bu sırada işçi sınıfının yenilmez cengaverleri gelip adamı eleştirir, göklere çıkarır. Gizli servis gelir, adamın ajan olup olmadığını araştırır. Eski kırıklar gelir, adamın kendileri yüzünden böyle bir işe giriştiğini söyleyip ağlarlar, dövünürler. Saçmaya gülün, biraz ağladıktan sonra. Enerjisinin son damlasını harcarken ilk ve son kez çaldığı şarkı, müzik tarihinin başyapıtlarından biri olarak değerlendirilse de kayıt altına alınmadığı için kaybolur. Göğe saçılan notalar.

Billy ölür, kızına pek bir şey bırakmaz. Kız Fransa'daki bir rahibe okuluna yazılır ama bu okul, elit insanlar için eskort yetiştirmektedir. II. Dünya Savaşı'na kadar bu işi yapar, bu esnada çok iyi bir piyanist olamaz belki ama vücudunu bir piyanoya dönüştürür ve erkeklere sevişmeyi -piyano çalmayı, bir anlamda- öğretmeye başlar. Evlenir, evliliğinden bir oğlu -Robert- olur ve kocası savaş sırasında eve döndüğü zaman yatakta başka bir adamla yakalanır. Kocası Albert, oğlunu da alıp uzar, Ellen bir aşk okulu açar ama çarpıklıkların üzerini bir güzel örten toplum, alenen yapılan bir olayı hazmedemez. Klasik riyakârlık. Neyse, Ellen bir süre sonra oğlunun peşine düşer. Robert'ın hikâyesi ayrı bir ilginç, kaynanasının cesediyle birlikte saatlerce araba kullandığını söyleyip bitiriyorum.

İki savaş ve bir kadın. Aydınlanma Çağı'nın geldiği son noktada sıkı bir eleştiri, sağlam bir mizah. Burgess yine ne yaptığını biliyor ama okurun ne yapacağını o da söyleyemez sanırım. Bulursanız okuyun.

Ben de lise zamanlarımın kahramanlarını tekrar dinleyeyim, bu albümü dinlemeyeli belki on yıl olmuştur, of.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder