2 Nisan 2016 Cumartesi

Thomas Bernhard - Odun Kesmek

Berjer koltukta ikinci kez yaşanan otuz yılın öfkesinden bir arkadaşımın aracılığıyla haberdar oldum. Selçuk Altun da sıklıkla Bernhard der ama bu patlayıcı adamın sesi, Altun'un andığı birçok kitabın, müzisyenin, heykelin, resmin ve insanın arasında kaynar. Büyük ayıp. Öfke diyoruz, insanın denetimi en zor duygusu, en özgür duygusu olduğunu da söyleyebiliriz, ketlemeye gelecek bir şey değil. Nevrotik davranışlarımızdan düşlerimize kadar her yere sızar, özgürlük arayışı çatlak arar. Her seferinde bulur. Tutacak gibi değil, yamalara teyelli mutluluğu kendi rengine boyar. Bastırılırsa bir süre sessiz kalır, sonra belki böyle bir kitap olarak çıkar ortaya. Bu kitabı öfkesini bastırmakta zorlanan bir adam alır, okur. Kendi ateşinden başkalarına da uzatır. Arkadaşım uzattı. Aldım, ben de öfkeliydim. Bazı şeyler kahrolmalıydı. "Odun Kesmek," dedi, "okuyacağın en şiddetli metinlerden biri olabilir." Başka şeyler de söyledi. "Yarın iş var, uyumam lazım, uyuyamıyorum. Aradığım öfkeyi geç, çok geç buldum, yazmam lazım. Sanatın ahbap tayfasından tiksinirim, çıkarcı insanlardan tiksinirim, hayırsız insanlardan tiksinirim, sosyal bir varlık olduğumuz için de bunlarla iç içe olmaktan tiksinirim, genelde kendimden de tiksinirim. Boku yemişliği açıkta olan insanlarla yakınlık kurmayı severim, olayları ortada çünkü. Yalan dolanları yok, neyse o. Çok laf söylerler arkadaşlarıma, bana da söylerler. Acısını çektikten sonra çoğu şey gibi bunları da unutuyorum. Yutuyorum. Göğsümde bir hedef tahtası var. Gönlünüzce sıkabilirsiniz, sonra kendinizden nefret edersiniz. Kendimi hep bir ayna olarak görmüşümdür. İstediğinizi yapın, sonra yaptığınıza bakın. Ben unuttum, Gülten Akın unutanları affetmiyor, onlar çoktan devam ediyor oysa, önünde sonunda. Siz hatırlamaya lanetlisiniz. Kendinize hapissiniz. Yırtıp çıkacağınız bir göğünüz yok. Daima gülen yüzleriniz var, kibarlığınız eşsiz. Yalnızlığınızla yapacağınız hiçbir şey yok, sadece acısını çekiyorsunuz ve kurtulmak için kendinizden birçoğunu etrafınıza topluyorsunuz. Rezilsiniz. Tatilleriniz rezil, gününüz rezil, ilişkileriniz rezil. Gülen yüzler, birbirinizden bir şeyler çalmak için. Sevgi, zaman, çocuk." Bu adamla ara ara buluşurum, Kadıköy'den Kalamış'a yürürüz. O evine gider, ben Yat Limanı'ndan otobüse binerim ve sokağıma yürüdüğüm 15 dakika boyunca dünyanın normal renklerine dönmek için kırmızıdan kurtulmaya çalışmasını izlerim. Uykuya dalmadan önce yine aklıma gelir, öfkesini düşünürüm. Nasıl yaşanır böyle? Otuzlarını ortalamaya yakın, iyi bir üniversitede doktora, iyi bir iş, yalnızlık. Roman karakteri gibi adam ya da adam gibi roman karakteri, yine de modası geçmiş. Trajedisinin modası ne zaman geçer? Öfkeninki geçmeyeceğinden mümkün değil. Her öfke orijinaldir, bir diğerinden farklıdır. Bernhard'ın çeviri kitaplarını kabullenmeyişinde benzer bir duyarlık var. Bu son derece kişisel, çevrilemez, yorumlanamaz, benzetilemez -arkadaş, onca tartıştık ama sen haksızsın- bir isyan. O berjer koltuğun otuz yıla yayılmış ansımaları rüya avcısı gibi yakalayıp pekleyerek hapsetmesi bir lanet, bir işkence, bir rahatlama. Spiral anlatının sonsuza ıraksayan ucu berjer koltuk. Diğer ucu, nirengi noktası aynı olan çemberlerin büyüttüğü anılarda Viyana'nın karanlık havası, Auersbergerler, müntehire Joanna, Burg Tiyatrosu ve kötü anıların, anlatının 4x büyüttüğü birkaç sevimsizlik abidesi. Her birine ayrı ayrı odaklanıp berjer koltukta kendi anına dönen bir hafıza, güncelde gördüğü manzarayı her anıyla yeniden çirkinleştirip her seferinde yeni bir hatırlayışın fırtınasına kapılacak, gündüz feneri berjer koltuk. Otuz yıl içinde koltuk yeniden döşetilmiş, ilk zamanlarından oldukça farklı. Hatırlananlar da öyle. Onları öyle bir değiştireceğiz ki hatırlanmayacaklar, sonunda. Öfkesiz, durgun bir yaşantıda yolun buraya çıkacağını sanıyorum. Anlatıcının yaşantısı böyle değil, neleri hatırladığına bakalım. Yetenekli bir öğrenci, aldığı müzik eğitiminin yanında iyi bir yazar, benzerleri arasında parlıyor. Yaşamaya aç, öğrenmeye de. Auersbergerler'in aşırı, vay anasını harikulade sanat ortamında geçirdiği zamanı kahırla ansa da gençken, hiçbir şeyin farkında olmadığı zamanlarda orada sömürüldüğünü çok iyi hatırlıyor, Joanna'nın da. Derin bir ilişkileri vardı, zaman içinde yollar ayrıldı ve Joanna'nın cenaze törenine kadar belki de hiçbir şey gelmedi aklına, hiçbir kötü anı kendini hatırlatmadı. Auersberger çifti cenazeden sonra onu evlerine davet etmeseydi belki yine yırtabilirdi, olmadı. Kader değil, kadersizlik değil, geleceğini söyledi sadece ve işte, berjer koltuk. İnsanlar çok önemli konular hakkında konuşuyor, Viyana'yı bırakıp gitmeyenlerin bir halt olamadığı sanat dünyasının çok haltlı insanları. Ev sahibi çift de onlardan; zamanında potansiyel vadedip sonrasında hiçbir ilerleme gösterememiş insanlar. Harcanmış yetenekler. Kaybolmuş incelikler. "İnsanlarla en içten biçimde arkadaş oluyor ve bunun gerçekten ömür boyu süreceğine inanıyor ve günün birinde bu her şeyden çok takdir ettiğimiz, hayranlık duyduğumuz, hatta sevdiğimiz insanlar tarafından hayal kırıklığına uğratılıyor ve onlardan tiksiniyoruz ve onlardan nefret ediyoruz ve onlarla hiçbir ilişkimiz kalsın istemiyoruz, diye düşündüm, berjer koltukta, tıpkı eskiden duyduğumuz eğilim ve sevgi gibi, nefretimizle de onları ömür boyu istemediğimiz için onları kafamızdan tamamen siliyoruz." (s. 38) Daha derine bir bakış. Neşter ruhu kesiyor, ipeğin yırtılma sesini bilir misiniz? "Derin bir nefes aldım ve müzik odasındaki insanların duymak zorunda kaldıkları bir biçimde kendime şunları söyledim; sen edimsel olmayan, yalnız tasarlanmış bir yaşam yaşadın, yalnız tasarlanmış bir varlıksın, gerçek değilsin, seninle ilgili her şey ve sen olan her şey, her zaman tasarlanmış, edimsel ve gerçek olmayan bir varoluştu." (s. 51) Yıllar boyunca aklına gelmeyen bu düşüncenin belirmesine yıllar varken bir şeyler başarılmıştı, bir şeyler oluyordu, Viyana'dan uzakta. Şimdi Burg Tiyatrosu'ndan beklenen çok mühim bir oyuncunun gelmesi, yemeğin başlaması beklenirken diğer her şey gibi bu da omuzlarda taşınacak bir yük, insanın kendi yükü. İnsanın kendi kayası. İnsan kendini taşır, yuvarlanması için, tekrar taşımak için, yuvarlanması için. Joanna dayanamadı, bir gölge kadındı. Yaratmaya devam edebilirdi oysa, birazcık yardımla. Şimdi onun hakkında söylenen şeyler birkaç kelime, oyuncu masadaki yerini aldı, berjer koltuğa veda ettik, spotlar masaya çevrildi, oyuncuya ve anlatıcının eski kırığı olan, Virginia Woolf'u aştığını iddia eden yazara. Anlatıcı, kadını terk ettikten yıllar sonra yine karşısında. Oyuncunun devasa, musmuazzam yeteneği, kibirli ses tonunda gizli. Bir taraftan da anlatıcının adamı gömmesi gerekiyor ki inbreeding denen nanenin sanatı nasıl tektipleştirdiği lanetle anılsın ve dahi Woolf'u Aşan Kadın'la oyuncunun kavgası parodiye dönsün, iki cahilin, iki yetenek israfının horoz dövüşü, Viyana bu kadar, bu insanlar arasında senin ne işin var anlatıcı, en başta gelmemeliydin, sabah olduğunda iki ahmağın barıştığını görmemeliydin, Kendinle çelişkiye elbette düşmeliydin, önce onlardan tiksindiğini söyledin, onların seni kullandığını söyledin, sonra Woolf'u Aşan Kadın'ı kullandığını, ondan alman gerekeni alıp yoluna devam ettiğini söyledin, yoksa o seni terk edecekti ve yoluna devam eden o olacaktı. Bu öfken kendine de. Bu acı hepinizin. "Yeryüzü, her şey, haksızlığın ta kendisi, diye düşündüm. İnsanlar haksızlık ve haksızlık her şey, gerçek bu, diye düşündüm. Yalnız haksızlığa sahibiz, diye düşündüm. Bu insanlar her şeymiş görünümünü verdiler hep, gerçekte hiçbir şeydiler ve zaman zaman, eğitimli görünümü verdiler, oysa değildiler ve kimi zaman da insani görünümü verdiler, oysa öyle değildiler, diye düşündüm." (s. 78) Berjer koltukta.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder