Çin'de doğaüstü olayların imkansız ya da gerçekdışı gibi algılanmadığını söylüyor Borges, Bir Çin Yazı Odasından Öyküler nam metni yazan P'u Sung-ling'e bakarsak bunların kurgusal olduklarını söylemek güç. Borges, cehennem tasvirini ve diğer mevzuları Poe, Hoffman ve Quevedo yazınıyla kıyasladığında paralellikler bulur ama işin ilginç yanı, yazar anlattığı harikalar karşısında büyülenmez. Cehennemin yönetiminde bürokrasinin varlığı, yöneticiler, yazıcılar, tanrılar ve başka pek çok öge günümüz dünyasına tutulan bir aynadan yansıyanlardır sanki. Devam eder Borges, Çinlilerin imgelem dünyalarının geniş olduğunu ve anlatılanlarla yaşananlar arasında pek de bir fark bulunmadığını düşündüklerini söyler. Adamların gerçeklikleriyle karşılaştığımızda uyum sağlamakta zorlanabiliriz, hatta okur olarak kültürel bir çatışma da yaşayabiliriz ve öyküler bize saçmanın saçması gelebilir, bu bizim kültürel geçişkenliğimize, aynadan yansıyanı kabullenebilmemize bağlıdır.
Çok sayıda öykü varmış, Borges birkaç öyküyü derlemiş. Cao Xueqin'in Kırmızı Köşk Düşleri nam metninden de iki fragman mevcut. Bu abimizin yazdığı metin roman kişilerinin en çok olduğu metinlerden biri olabilirmiş, tam dört yüz küsur karakter! Tamamını çevirmek zor, yayımlamak daha da zor. İki parçayla yetineceğiz.
Koruyucu Meleklik Sınavı: Çin'de her şehrin bir koruyucusu var, tanrılar tarafından seçiliyor. Olay gerçektir, anlatıcının ablasının kocasının Sung Tao adındaki dedesinin başından geçmiştir. Aynı gerçeklik oyununa Yeats'te de rastlanıyor, tanıdık birinin başından geçen mitik, doğaüstü olayların anlatımı, işi kurgunun dışına çıkarmada güzel bir yöntem.
Beyefendi mühim bir sınavdan geçer, verdiği cevap beğenilir ve ataması yapılır ama bakılması gereken bir ana vardır, Yazgı Kitabı getirilir ve tanrılar Sung Tao'nun annesinin dokuz yıl daha yaşayacağını görürler. Dokuz yıllık bir erteleme yapılır, Sung Tao evine dönerken uykudan uyanır gibi gözlerini açar. Üç gündür ölü olduğunu fark eder, tabuttan çıkar ve görevinin devredildiği diğer kişinin de öldüğünü öğrenir. Dokuz yılın ardından Bay Sung görevi için ayrılır, arkasında ölüsü kalır. Ölümden sonraki yaşam için güzel bir alternatif, şu sahne geldi aklıma:
34. saniyeden itibaren. Bu öykülerde kafalar kopar, yürekler çıkarılır ve ölümle münasebet kurmalık pek çok eylem gerçekleşir ama ölüm başka bir dünyanın, daha ötelerin bir gerçeği gibidir. Bu dünyaya çok yakın ve çok uzak. Kopan kafalar yerine oturunca yaşam sürer, yüreklerin yerine başkaları konur ve kişi nefes almaya devam eder, bunlar tinsel hadiselerdir, kaba gerçekle pek alakalı değildir.
Ch'ang-ch'ingli Budist Keşiş: Seksen yaşındaki keşişle otuz yaşındaki prens arasındaki ruh göçü öyküsüdür. Keşiş düşüp ölür, oralarda avlanan prens de atı tökezleyince tepetaklak düşer, o da ölür. Keşişin ruhu prensin bedenine girer, bundan sonrası çevresinin ve kendisinin inanca dört elle sarılmasıyla her şeyin düzelmesinin anlatısıdır.
Ölüler Ülkesi'nde: Akutagava'nın benzer bir öyküsü vardı, acının sonu selamet konulu, bol cehennemli, bol bürokratlı bir eziyet öyküsüdür. Babasının iblisler tarafından işkence gördüğünü düşünen hayırlı evlat, kendi dünyasından ayrılıp ölülerinkine geçtiğinde seksen çeşit eziyet görür ama davasından vazgeçmez, tanrılarla karşılaşınca muradına erer.
Bu minvalde işler. Çin kültürü zaten olabildiğince ortada, detayları ilginç. Bizdeki leb değmezin mantığına benzer bir mücadelenin varlığından haberdar oldum, sevindim, farklı kültürlerde sanatsal atışmaların nasıl yapıldığını hep merak etmişimdir. Gerçi çevirmen C. Hakan Arslan, fonetik bir yapı üzerinden yürüyen atışmanın o kültürle ilgili bilgisi olmayan okurlar tarafından pek anlaşılamayacağını söylüyor. İşin inceliği anlaşılmıyor gerçekten, Çince bilmek lazım. Hayvanların kutsallığından bahsetmeye lüzum yok. Bilgelik her öyküden çıkarılabilir, öğretici öykülerdir bunlar. Mesela şu: "Doğan yuvarlak olsun, eylemin köşeli." Düşün dur.
Babil Kitaplığı ne güzel!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder