Düşünüyorum, Japon harfleriyle yazdığı zaman anlattığı manzaraları, renkleri ve çiçekleri de harflerin çizgilerine iliştiriyor mudur, ipek dokunuşlu sözcüklerin kaynağı bu mudur? Bir festival betimlemesi var, zaten Kyoto'nun festival zamanında geçiyor mevzular, böyle bir cümbüş yok. Renk cümbüşü, kalabalık ve kabalıktan uzak. Yumuşak fırça darbeleri gibi, işte efendime söyleyeyim, sevgilinin yanağını okşar gibi anlatıyor Kavabata. İnce oğlu ince, daha ne diyeyim. Hüseyin Can Erkin'in de başarısı tabii, çeviri çok başarılı. Zaten bir kendisi var, bir de Oğuz Baykara. İkisinin de ellerinden öper, teşekkür ederim.
Bir mevzu var, ondan bahsetmeliyim. Japonların kendilerine has tonlamaları, ünlemleri ve davranışları var, kültürel bir mevzu. Mesela hiç beklemediğiniz bir anda karakterlerden biri diğerine vurabilir, hakaret edebilir. Ne oluyor diyemeden özür dilerken görürüz kendisini, eğer konuşulanlardan bir şey çıkaramamışsak, söz gelişi Japonların onurlarına verdikleri önemi düşünürsek diyalogdaki en ufak bir aşağılama niyetini kaçırmışsak sonrasını anlayabilmemiz pek mümkün değil. Kavabata'nın böyle bir yaklaşımı var.
Arka kapakta Şieko yazıyor ama inanmayın, Çieko'nun hikâyesini okuyacağız. Durum tam tersi de olabilir, bilemedim şimdi. Neyse, bu hanım kızımızın kimono deseni çizen bir babası ve kendi halinde bir annesi var, mutlu mesut yaşıyorlar. Babanın kimono dükkanında birkaç çırak, bir muhasebeci ve ailenin üyeleri çalışıyor, ne güzel. Çieko'nun çocukluk arkadaşı Şin'içi'yle ilişkisinden güzel bir sevda doğacak diye düşünüyoruz, doğmuyor. Oysa Çieko uyuyan bir erkeğin yüzünü ilk defa görmüştü ve ilgiyle izlemişti, buradan bir aşk doğmaz mıydı? Menekşelerin uzaklığını, menekşelerin birbirlerine uzak olup olmadıklarını düşünüp düşünmediklerini merak eden bir kızın aşık olması çok mu anormal olur? "Menekşelerin 'buluşması' ya da 'farkında olması' nasıl bir şeydir acaba?" (s. 7) Bilemiyoruz Çieko'cuğum, seni o hassas ruhundan öpüyoruz ama.
Babanın uyuşturucu alıp çizdiği desenlerin çığır açıcı olduğunu ama kendisine güvenmediği için bu desenleri ortadan kaldırdığını öğreniyoruz, kendisi oldukça üzülmüş bu duruma, yaşlılığı da gelince yaratıcılık damarının kuruduğunu düşünüp kendini bir manastıra atmış, Zen men bir şeylerle uğraşıp yeni bir şey ortaya koymaya çalışmış. Çieko'nu Klee ve Kandinski'nin görülerini babasına götürmesiyle gelenekle modern bir araya gelmiş, baba müthiş bir desen ortaya çıkarmış ve dikmesi için yıllardır tanıdığı bir ustaya götürmüş, ustanın oğlu deseni alıp uyuşuk uyuşuk konuşmuş, meğer sezgileri derin bir gençmiş ve ustanın ruhsal çatışmalarını yakından görüp açık açık söyleyince babadan tokadı yemiş ama hem dinler arasındaki hem de sanatta gelenekle modernin buluşmasındaki ihtilafı çözebilecek kadar iyiymiş. Desenin Çieko için olduğunu anlamış, bu da Çieko'nun yakında evlenecek olduğunun bir göstergesiymiş. Eh, evlat hemen Çieko'ya tutulmuş ama kızımızın kara yazısı başka kimsede yoktur sanırım.
Ailenin kapkara bir sırrı var, Çieko'yu çocukken yürütmüşler. Yürütmüşler bayağı, gerçi dükkanın önüne bırakıldığını söyleyen de var ama... Bu sırla hesaplaşılmış, Çieko olaydan haberdar ama anneyle babanın içleri vicdan azabı yüzünden cayır cayır. Yapacak bir şey yok gerçi, Çieko ikiziyle karşılaşana kadar. Bu ikiz Çieko'nun dünyasına girer yavaş yavaş, uyuşuk oğlanın kendisine aşık olmasıyla gönenir, muhtemelen evlenecektir oğlanla. Çieko'nun ailesi kızı kabul eder tabii, onaylanmış bir ikiz. İkisi de mutluyken, kiraz çiçeklerinin önünde, doğanın tam kalbinde biten bir anlatı.
Açıkçası Japon bahçeleri, festivalleri, gelenekleri ve meseleleri ilgimi anlatıdan daha çok çekti. Karakterlerin yaşadıkları iyi de o şenlik hali, insanların festivalden festivale gitmesi müthiş. Kiraz çiçekleri gibi bu festivaller de baharı, doğuşu, yaranın kapanışını ve yaşamın sürdüğünü gösteriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder