Harari, Homo Deus'ta bazı meslek kollarının tarih olacağını, işsiz kalacak insanların istenmeyenler sınıfını oluşturacağını söylüyor, gerçi bunu pek çok bilim insanı söylüyor. I, Robot ve Upgrade gibi filmlerde gördük, otomobiller trafiği yönlendiren bir sistem tarafından hareket ettiriliyor veya o sistemden aldıkları verilerle otomatik olarak hareket ediyor, bu durumda şoförlere pek iş düşmüyor haliyle. Şoförlüğün orta-uzun vadede ortadan kalkacağı düşünülüyor, mümkün. Bu durumda şoförler ıskartaya çıkacak demektir ve şoförlük ortadan kalkacak tek meslek değil, hizmet sektörü de tehlike altında. Kısacası makinelerin ve dahi yapay zekanın yapmaya başlayacağı işler bir ordunun oluşmasına sebep olacak, yararsızlar ordusunun yaratacağı problemler kolaylıkla çözülemeyecek gibi duruyor. Matbaanın icadıyla ortaya çıkan problemleri düşündüğümüz zaman kargaşanın boyutu anlaşılabilir. Bazı distopyalarda antika değeri kazanmış bazı iş kollarının kodamanlar tarafından kasıtlı olarak yaşatıldığını görürüz, statü göstergesi olarak. Numunelik birkaç kamyoncu kalır belki, iyi ihtimal.
Vonnegut, tam da bu noktayı yakalayarak yarattığı distopik dünyayı Cesur Yeni Dünya'dan çarptığını söylemiş, Huxley de Zamyatin'den çarptığı için bunun üçüncü dalga olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca gelmiş geçmiş en iyi bilimkurgu metni olarak Çocukluğun Sonu'nu işaret ediyor Vonnegut, en iyiler arasında anılacak diğer metinleri kendisinin yazdığını ekliyor. Clarke'ın İthaki'den çıkan metni gerçekten de bilimkurgunun çok ötesinde bir şey, insanoğlunun evrimsel aşamalarını anlatırken şimdiki formumuzu çocukluk metaforuna bağlayarak yetişkinliğin bambaşka bir forma geçmek demek olduğunu belirtiyor. Vonnegut ne yapıyor, dünyanın gördüğü en büyük felaketlerden biri olan küresel savaşlardan ikincisi bittikten sonrasını başka bir evrimsel aşama olarak yorumluyor; makinelerin egemenliğinde bir dünya olarak. Müdür ve mühendislerin tepede olduğu bir hiyerarşide hemen her şeyi makinelerin ürettiği, dinin ve sermayenin makinelerin düzenini sürdürmede bir araç haline geldiği, yeni sınıflandırmanın insanları coğrafi olarak da ayırdığı ve ıskartaların yalıtılmış halde yaşamak zorunda bırakıldığı bu dünyada işlerin yolunda gitmediğini düşünen birkaç kişi çıkıyor, anlatılan onların hikâyesidir. Anlatı iki bölüme ayrılmış, birinde Paul Proteus'un başına gelenler varken diğerinde Kolhouri mezhebinin altı milyon üyesinin ruhani lideri Bratpuhr Şahı'nın ve etrafındakilerin ilginç hikâyesi anlatılır. İlginç, çünkü Vonnegut bütün geyiği bu adamın üzerinden döndürüyor. Bu romanı yirmi yıl sonra yazsaymış adamın şahit oldukları tam bir kara mizah olarak bildiğimiz Vonnegut üslubunda ortaya çıkarmış. Eski dünyanın adamı bu Şah, ülkesinden diplomatik bir misafir olarak geliyor ve şehri geziyor. ABD'deki yeni dünya düzenini -sözde- bir türlü anlayamadığı için yeniden yapılandırılmış işlerin, insanların yeni isimler verilmiş görevlerinin aslında eskinin sömürü düzeninin en alt basamakları olduğuna dair tepkiler veriyor. Bir nevi, "Kral çıplak!" diyen çocuk gibi.
Proteus'un birkaç günlük hikâyesi, Şah'ın gezilerinde anlatılanlarla biçimlenen yeni yaşamın kırılmaya doğru gidişini takip ediyor. New York'taki Ilium üçe ayrılmış durumda; kuzeybatıda müdürler, mühendisler, devlet memurları ve profesyoneller, kuzeydoğuda makineler ve güneyde, nehrin karşı yakasında halkın oturduğu, Yuva denen bir bölge var. Proteus, savaş zamanı büyük faydalar sağlamış olan babasının izinde giden önemli bir mühendis, bölgenin en önemli fabrikasında müdür olarak çalışıyor. Eşi Anita'ya aşık, işini iyi yapan bir adam. New York'a iki arkadaşıyla birlikte gelmiş, Finnerty ve Shepherd başka önemli görevlerde çalışıyorlar. Sosyal yaşamı doyurucu, pek bir sıkıntısı yok Proteus'un, Finnerty kafayı kırana kadar. Adam işinden ayrılıp Proteus'un yanına gelince Anita rahatsız oluyor, Finnerty'nin sinikleşmesi düzenin tehlike çanlarını harekete geçiriyor ve adam izlenmeye başlıyor. Proteus'un birkaç hatası dikkatleri kendi üzerine çekiyor, zaten yaşamından eskisi gibi keyif almadığını fark etmesiyle birlikte makinelerin insanlara yardım ettiğinden çok daha fazlasını kaybettirdiğini düşünmeye başlıyor. Düşünsel altyapı böylece ortaya çıkıyor; insanlığın yaşamı önemli ölçüde kolaylaştığı halde işsizler ordusunun büyümesi, insanların elimine edilirken daha acımasız süzgeçlerden geçirilmesi ve üst sıralara tırmanamayanların hakir görülmesi, yaşamlarını sürdüremeyecek kadar sefil duruma düşmeleri, makinelerin yararlarını sorgulatmaya başlıyor. Proteus giderek Finnerty'nin tarafına doğru kayıyor, psikolojisi bozuluyor ve birlikte tanıştıkları yeni insanlar, "halktan" insanlar yanlış giden şeyleri irdeledikçe Proteus nihai bir karar vereceği noktaya doğru hızla sürükleniyor. Önce basit bir yaşam istediğini anlıyor ve bir kulübe satın alıyor, kulübenin bakımını yapan adam numunelik bir yaşlı, doğanın kalbinde yaşayan son insanlardan biri. "Uygar" insanlara öfkeyle yaklaşıyor ve her şeyi berbat ettiklerini düşünüyor ama Proteus'un onlardan farklı olduğunu anladıkça aralarındaki soğukluk ortadan kalkıyor, Proteus hayatının çıkmazına girmeseydi iyi dost olabilirlerdi.
Proteus, babasının arkadaşı kodamanlar tarafından şantaja maruz kalıyor. Sistemi yıkmaya çalışan Hayalet Gömlek Derneği -Kızılderililerden ödünç alınan bir isim, ABD'nin mahvettiği ve metinde değinilen onca dünya mirasından sadece biri- nam bir eşkıya topluluğunun Proteus'la iletişim kurduğunu biliyorlar, Finnerty onlardan biri. Onların arasına karışıp casusluk yapmasını istiyorlar Proteus'tan, bu nokta ince. Proteus sistemden atılıyor, en büyük hakaret haline gelen "sabotajcı" küfrünü yiyor ve örgüte şutlanıyor. Shepherd, yeni düzenin yılmaz savunucusu ve Proteus'un ayağını kaydırmaya çalışıyor, Anita da kendisi gibi olduğu için birlik oluyorlar ve Proteus'u sıkıştırıyorlar, gönülsüz Proteus'un casusluk yapması için. Eşini yitirmek istemeyen Proteus bir müddet örgütün içinde yer alıyor, operasyon merkezi basılınca yakalanıyor ve mahkemeye çıkarılıyor. Hayatının dudaklarının arasından çıkacak birkaç kelimeyle biçimleneceğini biliyor, doğru bildiği tek şeyi yapıp örgütün başının kendisi olduğunu söylüyor. Böylece üç arkadaştan üçüncüsü dengeyi bozuyor ve ağırlığı isyancılardan yana artırıyor. O sırada isyan patlak veriyor, bombalar patlıyor, makineler yakılıyor, ironik olarak isyancıların içecek ihtiyacını karşılamak için kullanılıyor derken, devrimin asla gerçekleşmeyeceği anlaşılıyor, makineler isyanı bastırıyor. Devrimin bir rüya olduğunu söylüyor isyancıların en kıdemlilerinden biri, devrim bir rüya ve o rüyayı görmek için en azından denemek lazım, sonunda yenilgi olduğu bilinmesine rağmen.
Yan hikâyelerin anlatıyı derinleştirmesi bir yana, onlarca ayrıntının bir arada durabilmesi büyük bir ustalığın ürünü, daha ilk metinde üstelik. Kusursuz bir distopya, şahane bir klasik.
Otomatik piyano. Para atarsanız çalar, tuşları kendi başına alçalıp yükselir ama insanın performansı olmadan, yarımdır işte. Bütün bir dünya için bu roman.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder