Sidonie'yi çok sevdiler, evlatlık aldıkları bu kızı kendi çocuklarından ayırmadılar ama bu sevginin anlatısı değil Elveda Sidonie, daha çok bir ülkenin adım adım işgalinin ve her şeyin farkında olan duyarlı insanların umutsuz çabasının bir hikâyesi. 1930'ların başından itibaren 10 yıldan fazla süren bir değişimin adımlarını Sidonie'nin buruk yaşamında bulabiliyoruz.
Sidonie bir Çingene, annesi tarafından terk edildikten sonra Josefa kızı eve getiriyor ve bu esmer çocuğa derinden bağlanıyor, Hans da öyle. Mazlum insanlar; Hans'ın çocukluğu ve gençliği savaşla ve yoklukla sınanıyor, zor zamanların ardından ayakta kalıyor Hans, Josefa'ya aşık olup onunla evleniyor, çocukları oluyor. Bir de muhalif örgütlerde aktif bir şekilde rol alıyor adamımız, faşizme karşı mücadelede ön saflarda yer alsa da deneyimli bir militan olduğu için yakalanmıyor. Bir süreliğine. Hapiste geçirdiği aylarda Josefa zorluk çekse de bütün problemlerin üstesinden geliyor. Mücadeleyle yoğurulmuş insanlar, yapacakları başka bir şey yok. Gençlik Dairesi'nin Sidonie için verdiği bakım parası olmasa da çocuğa bir yuva sağlamaya kararlılar. O yılgınlığın tam ortasında yer almalarına rağmen. "Hüküm süren adaletsiz düzenden farklı bir şeyler tasarlayabilen bu adamların içinde dahi derin bir isteksizlik, ani değişim karşısında duyulan bir korku sinmişti, görev duygusu ağır basıyordu." (s. 25) Mücadele etmek bir görev, karşı tarafın değişen stratejisi ne kadar dehşet yüklü olursa olsun.
Umutsuzluğun doğurduğu umut. Hans Çek gemilerini bekliyor, müttefik güçler faşizmin ayak seslerine engel olabilir mi? Yağmacılar, teröristler sokaklardaki dükkanları soyup soğana çevirirken, işçi önderlerini tutuklarken, insanları kaçırırken, kanunları yok sayarken, elleri de böylesi kuvvetliyken bu dalgaya kim karşı koyabilir? Avusturya'nın başına gelen Sidonie'nin, ailenin yaşadıklarıyla aynı. Çocuklarının ellerinden alınması konuşuluyor, hatta bağlı oldukları kilisenin rahibi evlenirken dini bir tören yaptırmadıkları için onları zorluyor ve Josefa'nın gözyaşları, Hans'ın donuk bakışları hiçbir şeye engel olamıyor. Alman Ordusu şehrin ana caddesinde yürüyor, herkes korkuyla bir köşeye sinmiş. Kaybedilen bir savaşın izlerini sokaklardaki bot seslerinden başka insanların sessizliğinde de bulmak mümkün.
Asıl yenilgiyi insanlarda aramalı.
Bir alt-insan bu Sidonie, üstelik çok yardımsever, çok iyi bir kız. Çok sevimli. Bir bu eksikti. Mimlenmiş bir ailenin yanında ikamet ettiği için yavaş yavaş hedef haline gelmesi normal. Devletin kaynaklarını sömüren bir çingene çocuğu işte; okumaz, sürekli kavga eder, çalar, yalan söyler. Öyle de değil, tatlı bu çocuk. Ne yapmalı? Annesini arayıp bulurlar ama Hans bu işten emin olamaz, ortadan kaybolan insanlar hakkındaki söylentiler çoktan ayyuka çıkmıştır. Sidonie'yi kesinlikle vermek istemez ve Reich'ın kurduğu bürokratik sistemle mücadele etmeye karar verir. Çocuğa verilen yardımı almamayı önerir, kabul görmez. Memurların çocuğun akıbetiyle ilgili söylediklerinin yalan olduğunu ima eder, sert bir tepkiyle karşılaşır. Son çare olarak -kendinden de tiksinerek- çocuğu kısırlaştırmayı teklif eder, böylece ayrılmayacaklardır. Alman görevli başını sertçe kaldırır ve Hans'a şikayet edilmediğine şükretmesini söyler. Çocuğu kurtaramazlar. Kurtarmak istemezler daha doğrusu; belediye başkanından çocuğun okuldaki öğretmenine kadar çoğu insanın görüşleri alınır ve herkes kızın ailesinin yanına gönderilmesi gerektiğini söyler. Yaptıklarının yanlış olduğunu biliyorlar, korktuklarını da. Hafifletici sebepler, unutulacak kararlar. Acıya yol açan sebepler basit.
Anlatıcı devreye girer, olayları yakından gören biri. Çocuğun evden ayrılışı son derece buruktur, tren yolculuğu boyunca süren sessizlik ağırdır, bunlar tamam. Hans'ın 1980'de ölene kadar yaşadığı acı, Josefa'nın savaş bittikten sonra kızı bulabilmek için yıllar boyunca gösterdiği çaba, işte asıl yara burada. Anlatıcı da araştırıyor ve kızın ailesine teslim edilmesinin hemen ardından Auschwitz'e gönderildiğini, muhtemelen orada öldüğünü söylüyor. Alternatif bir son sunması, kızı son anda kamptan kurtararak yaşıyor olarak göstermesi hafifletmenin uzağından yakınından geçmiyor. Kapkara bir gerçek, diğer gerçeklikleri karanlığa gömer.
Hikâye. İnsanın insana ettiği.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder