El Idilio adlı küçük mesken, dünyayla iletişimini yılda iki kez uğrayan gemiyle kurar. Gemiyle birlikte gelen dişçinin yerlilerle diyaloglarından anladığımız kadarıyla bırakılmış insanların şehridir burası, önemsenmeyen insanlar dişlerini çektirirken bolca küfür yeseler de acılarından kurtulmaları ölçüsünde mutludurlar. Küçük yerin acıları ne kadar büyük olabilir ki? İnsanın sebep olacağı acılar kadar... Dünyanın her yerinde umursanmayan insanlar yaşar, hepsinin acısının aynı ölçüde olduğunu düşünürüm ve davranışları sebebiyle dişçiye kızarım, sonra onun da acıları olduğunu hatırlarım. Birbirini doğuran acılar bunlar, birbirinden bağımsız.
İsim bolluğunun altında ezilmeyen -António José Bolívar Proaño- ihtiyar, dişçiden kitaplarını almak için iskeleye gelir. Adamı hikâyeye katmadan önce bir iddia sonucu bütün dişlerini çektiren adamı da anlatmam lazım. Anlattım gerçi, böyle bir olay gerçekleşiyor, bir miktar para için. Yoksulluğa hiç değinmedim, kendiliğinden gelen bir şey. Parası olanın yaşamayacağı bir şehir işte, ne söylenir?
İhtiyar, aşk romanlarına tutkundur. Devletin yerleşimcilere kıyak geçtiği zamanlarda karısıyla birlikte ormanın kenarında yeni kurulan köylerden birine giderler. Kadın sıtmadan ölür, adam yerlilerin bütün uyarılarına rağmen tarım yapmakta ısrar eden ve hiçbir şey elde edemeyen, aralıksız yağan yağmurun altında ezilen diğerleri gibi yeşil cehennemden nefret eder, intikam alacağı günü bekler. Kaçınılmaz olan gerçekleşir; ihtiyar doğadan keyif almaya başlar, öfkesi diner. Yerli halk Shuarların arasına karışır, onlar tarafından kabul edilmez ama doğaya yaklaşımı takdir görür ve sunulan dostlukta teselli bulur.
Shuarlar doğayla bütünleşmiştir, toplayıcılıkla yaşayan bir halktır. Çalışma hayatına uyum sağlayan herkesin salak olduğunu düşünürler falan, Katı kuralların olmadığı özgürlükçü bir toplum. Ataerkillikten nasibini almadığı söylenebilir, aşk özgürce yaşanır. "Aşktan başka amaç gütmeyen, katıksız bir aşktı bu. İçinde sahiplenmeye ve kıskançlığa yer yoktu." (s. 44) İhtiyar ne yazık ki bu topluluktan ayrılmak zorunda kalır ve El Idilio'ya gelir. Okuduğu kitaplardan uygarlığa dair fikirler edinir ve öğrendiklerinden hoşlanmaz. Silahların insanlar üzerinde tahakküm kurması, ekonomik çıkarların ezici gücü anlamsız gelir ama onlarla yüzleşmek zorundadır, taşındığı şehrin belediye başkanı kendisine musallat olur.
Bu adamı hikâyenin zayıf halkası ilan ediyorum, derinleştirilmesi gereken biri olarak öylece duruyor, tiplikten öteye geçemiyor. Her neyse, bu adamımız devlet tarafından sürgüne gönderilmiş ve unutulmuştur, böylece yerli halkı olabildiğince sömürmek için kendinde güç bulur. Batı dünyasının beyaz misafirlerinin rahatı ve güvenliği için ihtiyarı evinden bile edebilecek kadar çıkarcı bir abimizdir. Sonlara doğru doğayı sembolize eden bir jaguarı avlaması için ihtiyarı zorlar, Yaşlı Adam ve Deniz'deki mücadeleye benzer bir durum yaratır. İhtiyarın elindeki silahtan tiksinmesi, öldürdüğü hayvanın başında kirlendiğini düşünerek hüngür hüngür ağlaması, pis elini en saf yaşamlara dahi uzatabilen iktidar baskısını lanetler.
Bir çelişki tespit etmiş olabilirim; jaguarın öldürdüğü tecrübeli bir yerli var. Normalde ormanda büyümüş insanların yırtıcı hayvanlara karşı sezgisel bir uyarı çanı geliştirmeleri gerekir ama adamımız hiç yapmaması gereken bir şey yapıp kulübesinden dışarı çıkıyor ve dey jaguara yem oluyor. Mantıklı değil açıkçası.
Bir yanda sömürü düzeni, diğer yanda doğaya bağlılığını -henüz- yitirmemiş insanoğlu... İyi örülmüş bir novella.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder