23. yüzyılda fosil yakıtların suyunu çektiği ve mekanik enerji kaynaklarının kullanıldığı bir dünyada biyoteknoloji şirketlerinin egemenliği hüküm sürerken son özgür ülkelerden biri olan Tayland, hassas dengeler üzerine kurulmuş yapısıyla yıkıma karşı dik durmaya çalışıyor. Biyoterör büyük şirketler tarafından destekleniyor, virüsler besin kaynaklarını yok olma seviyesine getirmiş. Yayılım adı verilen ve nostaljik bir özelliğe kavuşmuş günümüz dünyasının son izleri de silinmek üzere. İnsanın açgözlülüğü koca gezegeni çöplüğe çevirmiş, giderek azalan kaynaklar yüzünden toplu katliamlar yaşanmış ve süper güçler devre dışı kalmış. Tayland direniyor, direnmeye çalışıyor. Eski dünyanın kalıntıları Tayland'a sığınmış durumda, bir zamanlar gücü temsil eden yarı yıkık gökdelenlere mülteciler tıkılmış, yükselişin sert ironisi. Kargaşaya kadar herkes bir şekilde yırtmaya çalışıyor. Birkaç karakter üzerinden yürüyen hikâyenin parçaları, kahramanların geçmişlerine yapılan dönüşler yoluyla birleşiyor.
Anderson Lake: Beyaz şeytan. Taylandlıların deyişiyle farang. Batılı yabancı demek ama anladığım kadarıyla dünyanın başına gelen felaketlerden bu çok uygar kardeşlerimiz sorumlu olduğu için terim olumsuz bir anlam kazanmış. Bağlı olduğu şirketin fabrikasını yönetiyor, fabrika megodontları -dev hayvanlar, büsbüyük, koskocaman- kullanarak enerji üretiyor ve bu enerji geliştirilen bir yayın içine hapsediliyor.
Hok Seng: Lake'in sağ kolu. Çinli. Katliamlardan birinde bütün ailesini yitirmiş ve sığınmacı olarak Tayland'a gelmiş, bir şekilde fabrikaya girerek yolunu bulmuş ama eskiden sahip olduğu ticari imparatorluğu tekrar kurabilmek amacıyla enerji yaylarının sırlarını içeren kağıtları çalabilmek için fırsat bekliyor.
Emiko: Japonlardan daha Japon, klon köle. Genleriyle oynanmış, tamamen hizmet etmek üzere geliştirilmiş bir meta-insan. Uzun süre efor gerektiren işlerde içten içe yanıyor, soğutulması gerekiyor. Buzlu suya falan sokmanız lazım.
Efendisi işler sarpa sarınca Japonya'ya dönüyor ama kendisini orada bırakıyor, Emiko da seks kölesi olarak çalıştırılıyor. Başlarda pek ağırlığı olmasa da sonlara doğru kıyametin kapısını aralıyor. Homo Deus'un günahkar kızı, yaratıcılarına verebileceği en büyük dersi vererek kıvrılsa da kırılmıyor. Megodontlarla özdeşleştirdim kendisini. Yüce gönüllü kız.
Caydi: Çevre Bakanlığı'na bağlı, Beyaz Gömlekliler denen kolluk kuvvetlerinin başı. Milletine, devletine bağlı bir görev adamı. Eski Muay Thai'ci, efsane dövüşçü. Kaçakçılık olaylarını engellemekle uğraşıyor ama feda edilebilir bir kahraman, neyi ne kadar doğru yaptığının bir önemi kalmıyor böylece. Metnin dramatik yoğunluğunu sağladığı söylenebilir; yaşamının derinliklerine en çok inilen karakterdir ve sonu gerçekten trajiktir. Siyasi güçlerin çarpışmasına kurban gider falan, üzücü.
Olaylar kabaca bunların etrafında dönüyor, birçok karakter ve yan karakter de hikâyeyi sürüklüyor.
Satır aralarındaki kurumlar/kuruluşlar/kişiler, kurgulanan dünyanın temelleri hakkında küçük ama sağlam bilgiler sağlıyor. Grahamcılar, eskinin yıkıcılıktan arınmış düzenine dönebilmek için İncil'i temel alan öğretileriyle az da olsa kendilerini gösteriyorlar. Bir nevi güncellenmiş inanç, Orange Catholic Bible benzeri.
Gibbons. Bu adam genetik bilgisiyle dünyayı yerinden oynatabilecek güce sahip, yıkımdan sağ kurtulmuş ve gizlenerek Tayland'a gelmiş. Genetik kodları çözerek yok olmuş meyveleri tekrar ortaya çıkartabiliyor. Hok Seng'in sebep olduğu salgın bir hastalığın sebebini şak diye bulup sıkılma emareleri göstermesiyle derin bir bitch please çekiyor. Tehlikeli bir adam; mücadele edecek bir şeyler arıyor. Nihayetinde Emiko'yla karşılaşarak istediği mücadeleye kavuşuyor, kızın genetiğini kullanarak doğurgan meta-insanlar yaratmak için kolları sıvıyor. Buraya döneceğiz.
Yeni dünyayı az çok anladıktan, karakterleri tanıdıktan sonra çekişme halindeki kurumlar sağ olsun, iç savaşın patlak vermesi Emiko'nun isyan bayrağını çekmesiyle gerçekleşiyor. Doğasında itaat var ama bilişsel yapısı, kodlandığı biçimin bir adım ötesine geçiyor ve daha fazla eziyete razı gelmeyecek şekilde tekrar beliriyor. Bu noktada ekstrem cinsel saldırılara maruz kalan kızımız, kodamanların bulunduğu odaya dalıp hepsini öldürüyor ve ülkeyi karıştırıyor. Lake'in de bu işte payı var; kızla daha önce tanışıyor ve aşık oluyor, ona kurma kızların özgürce yaşadığı kuzeydeki bölgeden bahsediyor falan, kızımız da kafayı kırıp, "Sizin cinsinize tüküreyim, ben gidiyorum," diyerek kırılmadık kafa bırakmıyor.
Olay odaklı bir metin, detayları anlamak için dikkatle okunması gerekiyor, hızlı bir okumaya gelmez. İyi bir distopya mıdır, tartışılır ama okunduğuna pişman etmez. Canavar gibi toplamış ödülleri zaten.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder