Rose-Innes, sokağın sonuna kurulan otelden kibrit çöpleriyle yapılan maketlere kadar pek çok nesneyi karakterlere öyle güzel bağlıyor ki her şeyin büyük bir bütünün parçaları olduğu hissini uyandırıyor. Eve dönüş her öykünün temelinde yer alıyor, sanki kahramanlar değişim geçirmeleri için yolculuğa çıkmış da görevlerini yerine getirip ait oldukları mekana dönüyorlarmış gibi. Değiştikleri için mekanlar da aynı kalmaz, yenilik yaşamlarını değiştirir, en azından yeni bir odağa sahip olurlar. Aynı kalamamanın, değişime karşı verilen tepkilerin öyküleridir bunlar. Dil de inceliklidir; Coetzee'nin övgüsüne mazhar olmuş bir yazardır Rose-Innes ki Coetzee dile büyü katabilenlerin en beceriklilerindendir bence.
Kapak ne kadar güzel. İlk öyküyü anlatıyor. On beş öykünün beşini inceleyip gerisini ellerinizden öptüreceğim, bayram da geldi hazır.
Hep Eve: Değişen şehir. Ray ve Nona altmışlarını süren bir çift. Yakınlardaki huzurevine bakıp kendi hallerini düşünürler ama yaşadıkları sokak değişene kadar yaşlanmanın korkusunu tam olarak hissetmezler. Parklar yok olur, binalar yükselir. Gün ışığı azalır ve yeni dikilen binaların pencerelerinden yansıyan ışık batan güneşe aittir, ölüm yansıyordur sanki. Kuşlar da ne yapacaklarını bilemez, ışığın ve minik kafalarındaki haritanın değişmesi onları huzursuz eder.
Yolun kenarına koyup uzandıkları iki şezlong da yabancılaşır, Nora için yeni dikilen otelden gelen bağırışlar, havuza atılanların sesleri her şeyi yabancılaştırır. Civardaki her şey değişmiştir, kendi evleri hariç. Nora eşine otelde kalacağını söylemez, amacı ait olduğu yeri bellemektir. Evi uzaktan çirkindir, asimetrinin sevimsizleştirdiği bir yapı. Ray de bu manzarayı görmeli, birkaç günlüğüne daha iyi bir yaşam sürebilmeliydi ama belki de dırdırcı Nora'dan kurtulduğu için seviniyor, kim bilir? Mesafe ilişkileri dönüştürür, bu manzarada olumsuz bir şekilde.
Yılların aşındırdığı ev, ilişki, artık her neyse sahip olunan tek şeydir, Nora evine döner ve Ray'le birlikte kuşların eve dönüş yolunu bulmasını beklerler. Uyum sağlanmıştır, insan uyum sağlayabiliyorsa her şey sağlayabilir.
Çalışma Sürüyor: "Bir öyküye yüksek bir binayla başlarsanız, bir düşüşle bitirmeniz gerekir." (s. 27) On kez ortaya çıkartıp hiç kullandırmadığım bir sopanın öyküsünü yazmıştım, basılmadı tabii. Öykülerim genellikle basılmıyor, ben de basılmayacak öyküler yazmaya devam ediyorum. Gerçi Öykü Gazetesi bir tane daha basacakmış önümüzdeki aylarda, teşekkür ettim. Neyse, bu öyküde yüksek binadan düşmek bir şeyleri sembolize eder, orada kalmak da öyle. Yüksekliğin iktidarla ilişkisi vardır, iktidarın bana kalırsa yozlaşmayla ilişkisi vardır, dolayısıyla anlatıcımızın yozlaşmadan kaçışını okuruz.
Genç kız süslenip püslenir, yazdığı şeylerle ilgilenen yazarın evine gelir. Gider. Pek edebi değildir ev, en azından kızın umduğu gibi değildir. Alem evi işte, kızımız anında uzar. Topuklu ayakkabılarına bakar en son, acıtsalar da ayakkabılarını sevdiğine karar verir. Yazarın ekmek kırıntıları attığını düşünüyorum, birkaç öyküde denk geldim yahut aşırı yorumluyorum, neyse artık. Ayakkabılar iyidir, yüksekler kötüdür gibi bir şey. Topuklar can yakar bir de, yükseklere çıkıldıkça hayal kırıklığı/acı artar.
Meçhul Asker: Annesi tarafından kütüphaneye bırakılan çocuğun camdan çıkıp gitme gibi bir hayali vardır, belli ki sevgisiz yetişen bir evlat. Meçhul asker fotoğrafına denk geldiği kitap ilgisini çeker, böylece maceraya açık hale gelir. Macera unsurunu sağlayacak olan şey, camdan gördüğü bir gençtir. Peşindekiler genci bıçaklar, genç kütüphaneye saklanır ve Callum nam çocuğumuz tarafından korunur. Elemanlar kütüphaneyi basar, bıçakladıkları eleman camdan kaçıp Callum'un hayalini gerçekleştirmiş olsa da bunu bilmezler, tam Callum'a tebelleş olacakları sırada kütüphane görevlisinin ortama girmesiyle dağılırlar. Callum kitaplardan yırttığı sayfalarla bıçak yaralarını temizlemeye çalışmıştır, bu yüzden kütüphaneden şutlanır ama hayalinin gerçek olduğunu görmeye paha biçilemez.
Porselen: Kırık parçalar bir araya getirilir, nesne eski haline kavuşur ve pütürlü yüzeyi hissedilir, bu eksikliktir. Tekrar bir araya geldiklerinde bütünden fazlası olurlar, bu tamlıktan fazlasıdır. Üç kız kardeşten biri intihar ettikten sonra geride bıraktığı çocuğuyla ilgilenen iki teyze var, çocukta da annesinin semptomları görülüyor. Annenin yerini çocuk aldı, yüzey pürüzlü olsa da tamdan fazlası var. Aralarındaki ilişkiler, çocukla annenin geçmişteki ilişkileri parçaların nasıl bir araya geldiğini anlatır. Nefis bir öykü.
Yanan Binalar: Rollerin değişmesiyle ilgilidir. İki sanatçının ilişkisinden bir gözlemci, bir gözlenen doğmuştur, gözlenen performansını umursamazlığına ve kabalığına borçludur ama gözlenen hep aynı yerde durmak istemez, zamanı gelince karşı çıkar. Yer değiştirmeleri sanatın dolaylı olarak yarattığı hiyerarşinin yıkılışını da betimler.
Birbirinden güzel on öykü kaldı, birinde cam kubbeye tırmanıp çocukluğunu görmek isteyen adamın özlemine şahit oluruz, bir diğerinde apokaliptik bir ortamda sürüklenen alkolik kadınla birlikte hayatta kalmaya çalışırız, meseleler çeşitlidir. Cape Town vardır bir de; hemen her öykünün geçtiği şehir olarak dış mekanı oluşturur.
Rose-Innes çok başarılı bir öykücü, okumanızı tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder