5 Ağustos 2019 Pazartesi

Chantal Thomas - Özgürlüğünü Taşımak

Şeffaf, geçirimli bir bedenin/özün gittiği yere kendisini de götüreceği söylenemez, kendilik halinden kurtulan bilinç ihtiyaç duyduğu akışı yakalayabilir. Gidileni sadece bir uzam olarak değil, bedenin biçimleri olarak düşündüğümüzde özgürlüğe farklı bir açıdan yaklaşabiliriz, taşınan özgürlük çocuk sahibi olmaktan susuz kalmaya kadar pek çok ögeyi içerir hale gelir, bu da geçirimliliğe dahildir, hiçbir şey bilince tutunamaz olur. Thomas başka bir yazardan örnek veriyor ama Cendrars'ın şiirini birebir paylaşıyor: Sevdiğini, aileni, her şeyini bırakıp git. Özgürlük, kaynağını bir başınalığın kaygısız ortamında bulur, sonrası yaşamın inşasıdır. Zaman alan bir uğraştır bu, özveriyi kurutacak kadar talepkardır bir de, bedel ödetir. Thomas'ın çeşitli biçimlerini anlattığı özgürlük kavramı kırpılmış bir şekilde, birkaç makale halinde okura sunuluyor bu kitapta, bütün bedelleriyle birlikte. En başta bir yanılsama olarak özgürlük var, Thomas kendi yaşamından yola çıkarak tercihlerinin kendisine ait olup olmadığını sorguluyor. Lyon'da eski bir otelde kalırken aslında çok beğendiği odasını başka insanlarla iletişime daha rahat geçebilmek için değiştirmek istiyor ama odaların tamamında çalışma olduğunu öğreniyor, dolu odalar da düşününce kendisine uygun olan tek odanın kaldığı oda olduğunu öğreniyor, böylece tercih etmediklerinin aslında var olmadığını öğreniyor. Bilmemek, seçim yapmamak anlamına gelir mi, burada durup düşünüyorum. Tercihimizin ötesindeki tercihlerin varlığını düşünmek onları geride bıraktığımızı düşünmek anlamına geliyor aynı zamanda, var olmasalar bile. Tek bir doğrultuda ilerlediğimizi bilmediğimiz sürece tercih tercihtir, aksinin bilinmezliği bu durumu ortadan kaldırmaz. Neyse, bu meseleyi yazarları da işin içine katarak inceliyor Thomas. Kafka, Freud ve Marx bu durumu "öğreten" metinleriyle özgürlüğü bir aldatmaca olduğunu söyledi, Schopenhauer'ı da aralarına katabiliriz. Blanchot hapishanede olmasak da hapishanede olduğumuzu bileceğimizi söylüyor, edinilmiş onca fikir ve arzu, içinde yaşadığımız dünya bize zincirlerini çoktan takmıştır, o halde açık hava hapishanesinde yaşadığımız söylendiğinde abartıya kaçmamış oluruz. Bu noktadan farklı bir yere ulaşıyor Thomas, gerçekten hapishanede olanlar için bu durumun olabildiğince farklılaştığını söylüyor ve kapatılmanın yarattığı psikolojik tahribata ulaşıyor. Marquis de Sade, Vincennes'de canlı canlı tıkıldığı mezardan ne zaman çıkacağını düşünüyor, Fellini çocukluğunun din okulunu, basketbol potalarını, duvarları ve duvarların ötesinden gelen motor seslerini, insanların bağırışlarını büyük bir bezginlikle hatırlıyor. Çok sıkıntılı bir şey bu, çocukluğumun sıkıntılı evlerinden askerliğin dikenli tellerine kadar pek çok sembolüyle iliklerime kadar hissettim. Akıp giden yaşama dahil olamamak bir yana, ölümün beklendiği hapishanelerde durum varlığın silinmesine kadar uzanıyor. Remarque'ın toplama kamplı bir romanı vardı, numaralara indirgenen insanların yaşadıkları ve düşündükleri akıl almaz boyutta kötüydü. Primo Levi'nin yaşadıkları da bir o kadar kötü. Laboratuvarda çalışan Alman ve Polonyalı kadınlar hafta sonu ne yapacaklarını konuşuyorlar, ağızlarından sıkıntıdan başka bir şey dökülmüyor. Levi için ulaşılamayacak bir özgürlük anılıyor aslında, korkunç bir duyarsızlığın ardında işkencelerin en büyüğü yatıyor. Güç bulunuyor yine de, Phaidon'da Sokrates'in hapiste söyledikleri, özgür olmanın duyumsandığı kadar bilinebileceğini de gösteriyor. Tercihlerin varlığıyla benzer bir konu bu, özgür olduğunu "bilen" birinin bunu duyumsamaya ihtiyacı, eh, azalacaktır diyebiliriz ama çok farazi bir düşünce biçimi bu, deneyimlemeden üzerinde konuşulamayacak bir şey. "Karşılıksız anlar" diyor Thomas, bu deneyimin taşıdığı boşluklar yolculuğa çıkmak için birebir. Xavier de Maistre hapsedildiği odada yolculuğa çıkabiliyordu, çıkılabilir. Her makalede farklı yolculuk türleri var ve aralarında belirli örüntüler aramamak gerek, Thomas düşünce akışını yakaladığı noktaları anlatıyor. 

Kumsala ve Greve Dair adlı bölümde annelerin ve babaların çocukları aldıkları cendere anlatılıyor. Yetişkinlerin çabası çocukların alışkanlıklarını kırmak, böylece onları boyunduruk altında tutmaya çalışıyorlar ama çocuklar oyun oynayarak bu kıskaçtan kurtulmaya çalışıyorlar. Pavese'den örnek vermiş Thomas, ben William Trevor'ın bir öyküsüne değineceğim, boşanıp tekrar evlenen anne ve babanın yığdığı yükü biraz olsun hafifletmeye çalışan iki çocuk oyun oynuyor, yetişkin oyunu. En özgür olacakları yerde bile yetişkinlerin dünyalarının zorbalığından kurtuluş yok, ayrılıklar ve dağılışlar tekrar canlandırılarak mutsuz bir geleceğin inşası sürüyor. İkinci bir isyan yolu da cevap vermemek. Çağrılan çocuklar cevap vermez, çünkü ne için çağrıldıklarını az çok kestirebildikleri için mutsuzluğu ötelemek isterler ama hemen tehditler gelir, çağrıya cevap vermezlerse bırakılmakla tehdit edilirler. Yetişkinlerin dünyasını anlayamazlar bir türlü, onlar da bulundukları yerde eğleniyorlarsa -ki öyle görünüyorlardı- neden gidiyorlar? "Cevap vermemek, içinde bulunulan konumlanışın bilgece değerlendirilmesinden kaynaklanır." (s. 31) Jonathan Swift'in hizmetçilere verdiği akla gelir Thomas, eğer ne istendiği bilinmiyorsa çağrıya cevap vermek gerekmez, herhangi bir azarlanma durumunda bahane de çalışıldığı yönünde olacaktır, böyle sıkıntılı bir durumdan kolayca kurtulmak işten değildir kısaca. Biraz daha zamandır istenen şey, az daha kalmak, biraz daha vakit geçirmek, mutlu olunan yerde zamanı durdurmak. İdam sehpasında biraz daha dikilmek, saatten muaf tutulmak, sahilde kimsenin gözetiminde olmadan koşmak, kendine ait bir zaman bulabilmek.

Geçerken Uğranan Odalar pek çok alt başlığa sahip, ilkinde Michelet'nin yalnız kadın imgesi yer alıyor. Aslında ataerkil yapının geniş çaplı bir eleştirisi bu, kadının bitmek tükenmek bilmeyen bir hüzün nesnesi haline getirilmesinden yola çıkarak Woolf'a ulaşan bir makale. Michelet'ye göre kadın maddi ve manevi yönden kendi kendine yetemez, bir aile kurmalı, çocuk yapmalı ve söz dinlemelidir. Aksi halde evinde bir başına oturacak ve yaşlanmayı bu şekilde sürdürecektir. Diderot benzer fikirleri dile getirir, kadınlar yazarların dostu olarak onlara ilham vermelidir, işlerini kolaylaştırmalıdır. Buradan hizmetçi odalarına geçer Thomas, kadının tek başına yaşadığı mekana. Oda tek bir kişiye aittir, zaman da öyle, özgürlük bu odanın içinde bulunabilir. Thomas kitap okurken bir tek acıktığı için yerinden kalktığını söylüyor, onun dışında varlığı tamamen kendisine ait. Gece vakti kendisini arayanlara zamanını kendisine bırakmaları gerektiğini söylüyor, buna hakkı var, aslında buna hepimizin hakkı var. Seviştikten sonra giden adamın gidişi, gitmeyen adamın gitmeyişi farklı problemlere yol açıyor, Thomas bu problemleri inceliyor bir yandan. Sonrasında kahveler -Paris'in meşhur kahveleri- ve çocuksuzluk bahsi geliyor. Toplum baskısı kadınların üzerinde bir kamçı gibi şaklıyor, Thomas çocuksuz olduğunu duyan bir kadının şaşkınlığından bahsediyor mesela, kadınsa neden çocuk yapmıyor ki? Biyolojik kodlardan sıyrılmak çok zor, denetim aygıtı olarak aile de sıyrılınması zor bir yapı. Bazı yazarların kadınlarla "yoğun ve umutsuz sahneler" oynamak pahasına bu kodları eleştirdiklerini söylüyor Thomas. Nietzsche, Kundera, Bernhard, pek çok yazar kendi tekilliklerini sağlamlaştırmak için her sosyal yapıyı eleştiriyor ve kadını düşman bir muhatap haline getiriyor. Eril bakış açısından kurtulmuş ve yukarıdakilerle aynı yıkıcılığa sahip bir yazarın metinlerini merak ettim bu noktada, çok ilgi çekici olurdu. 

Sonraki bölümlerde yürümek, gezinti yapmak ve zamanı deneyimlemekle ilgili kallavi parçalar geliyor. Türkçeye yürümekle ilgili pek çok metin çevrildi, okuduklarım oldukça iyiydi ama Thomas mevzuyu gerçekten derinleştiren bir bakış açısına, karşılaştırma yeteneğine sahip. Rimbaud, Rousseau, Flaubert gibi pek çok gezginden bahsedip yola çıkış sebeplerini ve yaşamlarının değişen seyirlerini şahane bir şekilde ele alıyor, sırf bu bölümler için bu kitabın edinilmesi lazım.

Zamanında Om basmış, yirmi yıl önce. Tekrar basılması lazım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder