8 Ağustos 2019 Perşembe

Raoul Vaneigem - Dokunulmaz Olan Hiçbir Şey Yoktur, Her Şey Söylenebilir

Özgürlük için bir silkinme denemesi, Türkçe baskı için önsözlü. Tiranlığın binlerce yıl boyunca çağa uygun olarak yeniden üretilmesinden ve iktidar arzusundan yola çıkan bir başlangıç. Yeryüzünün ve insan doğasının ketlenmesi, dinler ve ideolojiler yüzünden. Çağımızın tüketimci insanına bir bakış, davranışların tiranlarca belirlenmesi ve tüketim odaklı bir hale getirilmesi. Savunulanın yanında savunulmayanın da ortaya çıkarılması: öldürme, köleleştirme, aldatma ve ayartma özgürlüğü diye bir şey mümkün değildir, yaşama özgürlüğü -bu özgürlükle erdemli bir yaşam kastedilmekteyse de metnin etik ve ahlakla olan ilişkisi tiranların toplumu bu değerlerle itip çekmesinden bağımsızdır- bütün geleneklerin, zihniyetlerin ve çarpıklıkların üzerindedir. "Canlılığın anlamının idrakı" söz konusu. Bu idrak etme olayını gerçekten önemsiyorum, benmerkezciliğinden biraz olsun sıyrılıp düşünebilen birinin "çölde bağırıp çağırmak" dışında bir şeyler için çabalaması çok değerli, diğer insanlar için ve kendisi için. Vaneigem bu bilincin herkeste mutlaka uyanacağını söylemiyor, sadece kendindeki ve evrendeki varlığını canlandırmaya çalışmakta ısrar ettiğini söylüyor. Dünyayı titizlikle inceleyen bir gözün gördüklerine geçmeden öncesi bu kadar. Sonrasında Amerikan Anayasası'ndaki özgürlük tanımını ele alarak ilerliyor. Basın yoluyla, korkularla biçimleniyoruz, teknik gelişmeler tarafından suiistimal ediliyoruz, ifade özgürlüklerinin tedavülden kaldırılmasına ve sansüre hazır hale geliyoruz böylece, özgürlüğümüzü kaybedebileceğimizi gördüğümüzde siniyoruz. Ne şekilde çarpıtıldığımızı göremedikçe tiranlıkla mücadelenin bir aldatmacadan öteye gidemeyeceğini söylüyor Vaneigem, Fassin'in popülizm değerlendirmelerinde ele aldığı olayları düşündüğümüzde ampirik örneklerini de görüyoruz bunun. Zaten bir araya gelemiyorken geldiğimiz zamanlarda da yanlış yönlendirilmiş olarak eyleme geçebiliyoruz, böylece iktidarın geçireceği sarsıntı hafifletilmiş, daha da önemlisi değersizleştirilmiş oluyor. Vaneigem temelden başlayarak özgürlükler üzerinden bir düşünce yapısı oluşturmaya çalışıyor. Örneğin doğamız gereği her şeyi bilme hakkımız, istencimiz var. Matematik öğrenmek istiyorum ve öğreniyorum. Sonra integral öğreniyorum, matematik öğretmeni, "Olasılık hariç şimdiye kadar gördüğünüz bütün matematik konuları sizi integrale hazırlamak içindi," diyor. İntegrali de az çok öğreniyoruz ve üniversiteye giriyoruz, inşaat mühendisliği okuyoruz. İnşaat mühendisi olduktan sonra ne oluyoruz? Buraya kadar ne olduk, onu düşünüyorum. Bütün eğitim hayatımız bizi sadece tüketime ve önemli bir kısmı geri alınan kazancımıza ulaştırmak için miydi, insanın bilimle uğraşma gayesi olarak ideallerin iyice değersizleştiği bir zamanda yalnızca alışverişe mi evrildik? İnsanın kendinden bunca uzağa düşmesi maddi saiklerden kaynaklanıyor, günümüzde böyle. Vaneigem, insanın sağlıklı seçimler yapabilmesi yolunda eğitilmesi gerektiğini söylüyor, varlıklara hükmetmesi için değil. Bunun için mutlak bir şeffaflık gerekiyor, kesin bir açıklık. Hiçbir şey dokunulmaz olmamalı. En berbat düşünceler bile kabul edilebilir. Putlaştırılan nefret tiranlar yaratır, nesneleşmiş kadınlar ve gerçeklikten kopuk bir imge olarak yaşamlar yaratır. Bunun yanında düşüncelerin özgürce dolaşımı onların kollanması anlamına gelmez. Antidemokratik, ırkçı, zenofobik vs. söylemlerin giderek silinmeleri için diyalog yolunu açmak gerekir, değişim bir tek bu yolla, iletişimle sağlanabilir, aksi halde nefretin zamanla yerleşen kalıplarıyla -yanlış hedeflerle- çatışılır, sonuçsuzdur bu. Şunu da sıkıştırayım araya: "Bir çocuğa, öncesinde onu Yahudi, Hristiyan, İslam, Budist, Hindu, Kelt, Yunan mitolojileri konusunda karşılaştırmalı bir eğitimle aydınlatmaksızın, bir dogmayı dikte etmek onu kandırmaktır." (s. 21) Bilgiye ulaşma özgürlüğü serbestlik sağlar, Vaneigem'e göre etik bir ödev değildir bu, insan anlayışının gelişim sürecine dayanan bir olgudur.

Popülizm -yine Fassin'in fikirleriyle paralel olarak- gündelik yaşamı iyileştirmeye yarayan politikalarla yok edilir, istenirse. Dilin şiirsel işlevi de basmakalıp sözcüklerin, kavramların kırılması açısından bir başka gerekli etkendir. İnsan anlamı tekrar yakalayabilmek için şeyleri farklı bir biçimde görebilmelidir, özgürlüğün olmazsa olmazlarından biri de budur. Oysa yapılan şey kalıplar üretip mücadeleyi kalıplara boğmaktır. "Kötülükle mücadele etmek ve ona engel olmak yerine onu def etmeye çalışırlar." (s. 25) Bunun yanında mücadele edilen "kötülüğün" yaratılması ve biçimlendirilmesi de bir başka tartışma konusu olarak çıkıyor karşımıza. Kanunlar muazzam bir şekilde, isteğe bağlı olarak yorumlanabiliyor ve insan en temel haklarından mahrum bırakılabiliyor, üstelik o temel haklarını kullandığı için. #DemirtaşaÖzgürlük. Bu noktadan sonra Vaneigem tam olarak bombardımana başlıyor. Hitler'in, Céline'in metinleriyle Kuran'ın ve İncil'in içerdiği çarpıklıklar makul bulunamaz ama bu metinlerin sansürlenmesi kadar çarpıklığı köşeleyen bir eylem yoktur. Yasağın ihlale özendirdiğini, düşünceleri cezalandırmanın en kötü yolunun onları suç saymak olduğunu söylüyor yazar, ardından kinci düşüncelerin panzehirlerinin yine kendi zehirleri olduğunu ifade ediyor. Etkinin istediği tepkiye yol açılmadığı müddetçe etkinin sürerliği zaman tarafından tırpanlanacaktır. Tersi durumlara baktığımızda, hiçbir şeyin değişmediğine dair nihilist bir bıkkınlık, cürümlerden ve kötülüklerden zevk almaktan başka bir şeye yol açmaz. 11 Eylül saldırıları örneği veriliyor, insanların sevinç çığlıkları atmaları kadar korkunç bir şey var mıydı? Başta ABD olmak üzere dünyanın her yerinde, kışkırtılmış insanların yol açtığı katliamlardan sonra aynı çığlıkları duyuyoruz, kendi insanımızdan. Korkunç. Vaneigem'e göre Holokost'un ardından İsrail'in yaptıkları da bedeli baştan ödenmiş dehşetler olarak görülüyor, çarpıklığın devletler arasında aldığı biçim yurttaşları doğrudan etkiliyor. Keret'in bir İsrail askeri ve Filistinli protestocu arasında geçen şahane bir öyküsü vardı, bir de Adidas giymek isteyen bir çocukla ilgili öyküsü, aslında tüketimin ve kalıp yargıların nasıl iç içe geçtiğini ve duru görüyü zehirlediğine dair. "Zorla dayatılmış hakikat" diye geçiyor metinde. "Sonsuz ve çürütülemez kabul edilen her düşünce, tanrısallığın ve zorbalığın ağır kokusunu yayar." (s. 32)

Bir sonraki bölümde sırlar var. Devlet sırları, kurumsal sırlar, mutlak saydamlığı baltalayan her türlü sır. İki kişinin ilişkisini çarpık bir çizgiye sokan kişisel sırlar dahil. Günümüzde örneklerini pek yakından görüyoruz, enflasyona ve işsizliğe dair açıklamalar kepazelikten başka bir şey değil. Bunun yanında sırları açığa çıkaran insanlar vatan haini olarak damgalanıp iltica ettirilebiliyor, bu da başka bir kepazelik. Vaneigem polis soruşturmasının gizliliğine kadar pek çok karanlık noktaya değiniyor, anlattıklarını ülkemle ister istemez kıyaslıyorum ve utanıyorum açıkçası, rezil bir haldeyiz. Neyse, ifade özgürlüğüne odaklanan yazar Zola'nın Dreyfus için söylediklerinden günümüzün söylemlerine kadar pek çok özgürlük talebine odaklanıyor, söylemlerin temellerine dair genişçe bir çerçeve çiziyor. Her bireyin bilgi sahibi olma hakkından, bir yandan da paparazzilerin bilgi edinme biçimlerinden bahsederek hakkın iki kutbunu da belirliyor. Cinayete çağrı, iftira, nefret kampanyaları, alay ve hakaret, pornografi gibi pek çok konudan sonra sıra pedofiliye, çocukların korunmasına ve bu alanda yapılması gerekenlere odaklandıktan sonra noktayı koyuyor Vaneigem.

Sonsöz olarak metnin yer aldığı dizinin editörü olan Cemal Bâli Akal'ın, Vaneigem'in fikirlerini daha çok hukuksal açıdan temellendiren yazısı var. Tamamlayıcı bir bölüm.

İfade özgürlüğü üzerine düşünceler, Dinin İnsanlıkdışılığına Dair'in yazarı Vaneigem'den.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder