22 Ağustos 2019 Perşembe

Gaye Boralıoğlu - Hepsi Hikâye

Gaye Boralıoğlu'nun ilk kitabı, 2001'de çıkmış. Huzursuz bir kadının ahvalini anlatıyor. Anksiyete bozukluğu sağ olsun, kadın sosyal yaşamında karşılaştığı her sıkıntıya hemen bir çare düşünüyor ama analitik zekası detayları tamamen düşünebilecek kadar gelişkin olmadığı için planlarında hep bir gedik oluyor. Eve gelen tamirci örneği -metnin geneli belli bir zaman çizgisi ve olay örüntüsü taşıyor ama çoğu olayın bu çizgiye oturmasına gerek yok, müstakil anlatı parçaları mevcut- güzel bir örnek, kadın adamın bir iki imalı sözünden, bakışından haklı olarak işkillenip önlem dozajını ayarlayamayarak ilginç işlere girişiyor. Adam dükkanından bir alet almaya gidince gazetesini alıp bir adamın fotoğrafını kesiyor, çerçeveye koyup adamın görebileceği şekilde bırakıyor. Adam gelince, "Bu adamı ben de severim," gibi bir şey söylüyor, adam ünlü bir oyuncuymuş meğer. Eşi varmış gibi iki kişilik kahvaltı sofrası hazırlıyor ama tamirciyi inandırmaya çalışırken başka noktalardan batırıyor bu sefer. Böyle şeyler var her bölümde, on bir bölümün her biri karakterimizin farklı zamanlardaki hallerine odaklanıyor, böylece ana çizginin ağır ağır belirişiyle birlikte karakterin farklı deliliklerine rastlıyoruz, psikolojik çözümlemesi yapılsa rahatsızlıkları birkaç sayfa tutar. Böyle bir karaktere en son Banu Özyürek'in Bir Günü Bitirme Sanatı adlı metninde rastlamıştım, hatta Özyürek'in eserekli karakterlerinin yer aldığı öyküleri buradaki bölümlerin arasına sıkıştırsak hiç sırıtmaz. Aynı meşrepten hepsi. Toplumun kendilerine biçtiği payeden, erkeklerin erk erk davranışlarından ötürü hafif tırlatmış, tatlı kadınlar. Ben tatlı buluyorum bu kadınları, bir tanesi de annem olduğu içindir belki, bilemiyorum, neyse, İnce Hesap nam bölüme bakıyorum. Adam telefonla konuşacağını söyleyip çıkıyor odadan, hemen. Anlatıcı banyodan yeni çıkmış, "Peki," demekten başka bir şey yapamıyor. Adamın peşinden de gidemiyor, hasta olur. Sinüziti var. Hasta olursa hiçbir şey yapamayacak hale gelir, tatilleri mahvolur, adam eski sevgilisiyle konuşsun da tatilleri mahvolmasın, çıkmıyor dışarı. Adam eski sevgilisiyle konuşuyor. Kadın da eski sevgilileriyle konuşmak istiyor ama hiçbiri aramıyor. Eski sevgililerin her zaman sevgili olduğunu düşünüyor kadın, arasalar sıcak ve tatlı bir şey olacağını düşünüyor ama hiçbiri aramıyor. O da aramıyor gerçi, üzüldüğüne bakmamak lazım. Sadece o an, o durumda aranmak istiyor, sarmal anlatıda karşımıza çıkan tekrarların içinde aranma isteği yok çünkü, bir tek kez dışında dile getirilmiyor, zaten ilerleyen bölümlerde çelişkinin süper bir örneğini sunuyor kadın, eski sevgilinin eski sevgili olduğunu ve geçmişte kalması gerektiğini, yoksa yaşamı yok yere dolduracağını söylüyor. Bir dünya paranoya var bu noktadan sonra, kadın aldatıldığını düşünüyor, adamın kafasına indirmelik eşyayı kaldırıp kapıyı vuranın temizlikçi olduğunu anlayınca indiriyor. Onca şeyden sonra adam gelince sevişiyorlar hemen. Bitti. Kadın için eylemsizlik büyük problem, hemen kurmaya başlıyor kafada. Hemen alternatif gerçeklikler üşüşüyor başına, ne yapacağını bilemez hale geliyor.

İkinci bölümde Nebahat'le karşılaşıyoruz. Her cumartesi geliyor, evi temizliyor. Annesi musallat etmiş, evi pislik götürmesin diye kadının başına Nebahat'i salmış, ücreti ödeyeceğini söylemiş ama ödememiş, kadına kalmış o da. Sonradan şutlamış üstelik, Nebahat iyice kadının başına kalmış. Nebahat para istiyor, ev alacak. Ev alacaksa yardım etmeli kadın, hiç kimseye hayır diyemiyor. Hayır diyemediği için zamanında evlendiğini, üç ay sonra adamın boşanmak istediğini söylüyor. Boşanıyorlar, bir de aynı iş yerinde çalışıyorlar, yüz yüzeler. Neden evlendiğini bilmiyor kadın, bir nevi "Yes Woman". İşe gidip geliyor, kovulana kadar bu düzeni sürdürüyor. Kovulması başka bir bölümde, burada fotoğraf makinesi almaya çalışıyor. Kirayı bir ay geciktirerek alacak makineyi, fotoğraf çekecek, meşhur olacak, dünya onu konuşacak. Bir sürü hayal. Kapıya gelen ev sahibi homurdanarak gidiyor, makinenin o ay alınacağı garanti artık. Değil, çünkü Nebahat para istiyor. Ev alacak. Çıkarıp kirayı veriyor kadın, makineyi de alamıyor. Üstelik uçuk çıkarıyor, başka bir bölümde. Buluşacağı bir adam var ama uçuğu da var, kapamak için bir ton makyaj malzemesi sürüyor, palyaçoya benzemekten korkuyor, polislerin kendisini merkeze almalarından, tutuklanmaktan, hapse atılmaktan korkuyor. Nelerden korktuğunu ve kafasında neler kurduğunu anlatmıyorum pek ama dediğim gibi, her bölümde birkaç tane var böyle kurulmalar. Neyse, yemek fiyaskoya dönüşüyor çünkü kadın konuşamıyor, yediği yemekler uçuğunu yakıyor, canı çok yanıyor, gözlerinden yaş geliyor. Yemek bitince kalkıyorlar, adam arayacağını söylüyor ama bir daha adamıyor. Kadın da pek umursamıyor zaten, sosyalleşme sınavını atlatmanın rahatlığı var üstünde, bir de yeni bir işe başlamanın kendisi için büyük sıkıntı olduğunu görüyoruz ileride, yeni bir ilişkiye başlamak için de aynı şeyleri düşünüyordur muhtemelen. Asgari ölçüde çaba gösteririz, elde ettiğimizi elde etmek istemediğimizi anlarsak çok çabaladığımızı düşünürüz bu sefer. Sanırım bunun bir sonu yok, her yerden bir arıza çıkarabiliriz. Evin satılması gibi. Ev sahibi birkaç alıcının evi göreceğini söylüyor kadına, kadın direkt evden atılacağını düşünüyor. Alıcıların böyle bir düşüncelerinin olup olmadığını bilmiyoruz, gerçi anlatı ilerledikçe bir şeyler çıkarabiliyoruz ama yine de emin değiliz. Kendince tuzaklar hazırlıyor kadın, evi kötü göstermeye çalışıyor ama başarılı olamıyor bir türlü, trajikomik haller. En sonunda evi beğenip gidiyorlar ama ev sahibi satmamaya karar veriyor evi, bir süre daha beklerse daha pahalıya satacağını düşünüyor. Yırtıyor bizimki. Bir süreliğine.

Mutlu Son ilginç olmuş, olmasa da olacak olan bir bölüm. Anlatıya pek bir katkısı yok, bağımsız bir öykü olarak düşünebiliriz. Kadın bir fabrikada işçi performansını artırıcı etkinlikler düzenliyor, işi bu ama bir yandan da yazıyor, senaryosu bir şekilde bir yapımcının eline geçtikten sonra değerleniyor ve sinema dünyasının kalıplarına sıkıştırılmaya çalışan kadının bir de buradan delirdiğini görüyoruz. Hikâyede kadın yok, kadın istiyorlar bir tane. Kadın olmazsa kimse izlemezmiş filmi, kadın niye yokmuş. Kadın, "Kadın olsun!" diyor ve kadın koyuyor bir tane, esas hikâyeye pek yakışmıyor kadın ama yapacak bir şey yok. Senaryo şöyle: Adamın biri var, işçi, fabrikada çalışıyor. Bir sabah işe giderken kalabalık bir gruba rastlıyor, bir de polislere rastlıyor tabii. Arada kalıyor, ayakkabısını kaybediyor o sırada. Fabrikaya geliyor, haberlerde kendisinin ayakkabısı sergileniyor. Ustası bir ayakkabısının olmadığını görüyor adamın, hemen anarşist diye ihbar ettirip işten attırıyor. Sonra bizimki köprüye çıkıyor, atıyor kendini ama kameralar kendisini çekmiyor o sırada, yakındaki bir kazayı çekiyorlar. Ölümünü de kimse görmüyor. Aslında o güne kadar görüldüğü pek söylenemez, bir insan kendisiymiş gibi. Hemen aşırı yorumlayalım, adamın/kadının kaybettiği ayakkabı boşanmasını simgeliyor, böylece toplumun rezil yargıları çıkıyor ortaya, boşanmış bir kadın birçok şekilde dışlanıyor. Ölümünde bile görmezden geliniyor, bireyliği elinden alınmış gibi. Mutlu bir son düşünmesi isteniyor en sonunda, filmin intiharla bitmemesi lazım. Düşünemiyor kadın, mutlu bir son gelmiyor aklına, bulmak için gezilere çıkıyor, birçok şey yapıyor ama olmuyor. En sonunda deprem oluyor zaten, 1999'daki, böylece düşünme işini erteliyor.

Sonraki bölümde işten kovulması var. Kovuluyor çünkü kriz. Bu noktada da İkinci Dereceden İşsizlik Yanığı'na koyun bu kadını, zerre sırıtmaz. Burada tabii kapitalizm eleştirileri gırla gidiyor, işçi performanslarının artırımı için maaşlara zam yapılması gerektiğini düşünüyor ama söyleyemiyor bunu. İşsizlik kötü bir şey çünkü. Tazminatının bir bölümünü Nebahat'e kaptırıyor sonrasında, en sonda senaryosunu kaptırdığını da görüyoruz, televizyonda izlediği filmi anlatırken aslında kendi senaryosunu anlatıyor ama farkında mı değil ya da farkında ama yaratmanın utancından ötürü mü senaryosunu tanımazdan geliyor, bilmiyoruz. Şunu biliyoruz ki kadın elinde bir şey tutamıyor ya da tutmak istemiyor, sahiplenmek istemiyor sanırım. En başta gördüğümüz sevgilisi eski sevgililerinden birine dönüyor, senaryosu elinden gidiyor, paraları elinden gidiyor, kadının yaşamında hiçbir şey durmuyor, her şey kadından uzaklaşıyor. Entropinin merkezinde kendisi varmış gibi. Korkunç. Ailesine atabildiğimiz sayılı bakışlarda en az kendisi kadar kaygılı bir anneye sahip olduğunu görüyoruz, kadın durmadan söyleniyor. Babanın pek bir izlenimi yok, sessiz sakin bir adam olduğu dışında. Anne problemleri. Anneler yapıyor ne yapıyorsa, babayı da anne yapıyor bir anlamda, adamın evlilik yaşantısı ve çocuğunu etkileme biçimi annenin karakterine bağlı, aslında ikisi birbirini değiştirebilir ama şu rezil ataerkillikte zor ne yazık ki. Burada ilginç bir durum var gerçi, baba silik. Annenin baskınlığında kadının başka türlü bir kişiliğe sahip olamayacağını anlıyoruz, bir şeylerin yanlış gittiğinin farkında değil çünkü. Sadece kaygılar, bir sürü kaygı. Çoğunlukla da hissizlik veya edimlerle uyuşmayan duyguların hissedilmesi. Kadın bundan ibaret. Mesela bir arkadaşına gidiyor kadın, sıcak suyla yıkanabilmek için. Arkadaşıyla sevgilisi banyoda kavga ediyorlar, kadın sıcak suyu bitirmelerinden korkuyor o sırada. Nebahat kendisinden para tırtıklıyor, hemen hemen hiçbir şey hissetmeden veriveriyor paraları. Tatlı olduğu kadar da sinir bozucu bir kadın kısaca.

Bir ilk kitap için çok başarılı ya. Karakter yaratmaca olsun, olay örgüsünün giriftliği olsun, gündeliğe dair detaylar olsun, gayet iyi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder