Julián'ın azalta azalta bitiremediği romanını Özgür Çakır'ın bir cümlesine bağlıyorum: "Anlattıkça küçülen, küçülten şeylerden bahsediyorum hâlbuki." Verónica'nın dönüp dönmeyeceği meçhul, kadının önceki evliliğinden olan kızı Daniela'nın uyuması lazım, o zaman bin küsur gece masalları benzeri bir çoğaltım yapılmak zorunda. Roman anlatıldıkça küçülüyor, yaşam anlatıldıkça büyüyor, bir ters orantı söz konusu. Kadının resim kursundan dönüp dönmeyeceği önemini kaybediyor bu durumda, maksat anlatmaksa/dinlemekse Godot'nun dönüp dönmeyeceğini kim umursar?
Sonuca ulaşana kadar kitap bitmeyecek, öyleyse Julián anlatsın. Neyi anlatabilir mesela, geçmişini şimdiye taşır ve mutluluğunu uykuyu bekleyen bir çocukta görür. Şimdiyi geleceğe taşır, gelmesi beklenenin yarattığı sıkıntıyı yaşam boyu madalyon gibi taşımasının gerekip gerekmeyeceğini düşünür. Düşman arayışı yok, çatışmaların gerilimi anlatılmıyor, çatışacak bir şey yok. Kurulacak zamanlar var, her çeşit zamana yayılmış geçmiş var, bu kadar. "Hayat şimdilik çözülmüş bir mesele: yeni bir yakınlığa; ona, uyuyan kızın, Daniela'nın babası olma ve hâlâ resim kursundan dönmemiş kadının, Verónica'nın kocası olma rolünün düştüğü bir dünyadan davet aldı. Daha sonra hikâye dağılıyor ve toplamanın hemen hemen hiçbir imkânı kalmıyor, yine de şimdilik kerteriz noktasıyla arasına belli bir mesafe koyup ilgiyle, pür dikkat Inter ile Reggina'nın eski bir maçının tekrarını seyrediyor." (s. 19) Aşırı yoruma geçiyorum: Novellanın şiire en yakın tür olduğunu düşünürüm. Cohen her iyi şiirin karşılık verme davetiyesiyle birlikte okunduğunu söyler. Davete icabet etmek gerekir, Julián bunu yapıyor, fazlasını değil. "Her şeye şiirmiş/şiir gibi bakmak" -Cemal Süreya'nın deyişi- Julián'ın sahip olduğu bir yetenek diye düşünüyorum. Geçmişin bir başkasının başından geçmesi imgesini görüyorum; eski bir maçın tekrarını ilk kez izlermiş gibi izlemek kilit bir nokta. Yaşamı çoktan yaşanmış gibi yaşamak, her şeyi ilk kez yaşıyormuş gibi yaşamaya kapı aralıyor bir noktada. Zıtlıkta ferahlık vardır, sentezde yenilik. Hayatın içinden geçmeyiz, hayat çevremizden geçer gibi bir şey. Kerteriz noktası nedir o zaman, her şey akar mı? Akmayabilir, kadının yokluğu akmayacağını gösteriyor. Böyle belli başlı noktalarda doğrulup etrafa bakınca Julián oluruz işte, ne bileyim.
Julián öğretmen, yani boş gezenin boş kalfası da denebilir. Bu açıdan kendimi onun yerine koyabiliyorum. Anlatılacaklar, dinleyiciler, mekan, zaman her şey belli. Coğrafyanın serserilere özgü bir ders olduğunu okuduk, öğretmenliğin de serserilere özgü bir meslek olduğunu iddia ediyorum. Bağımsızlık isteği yönergelerden, yönetmeliklerden önce gelir ve başıboşluk kendiliğinden belirir. Sıfatları anlattıktan sonra iki ders boyunca 12 Angry Men'i tartışmamızı sağlayan başka bir şey değil. Kafama sıkıp kendimi susturuyorum ve devam ediyorum, Şili'de vasatlık kol geziyor; İtalyanca bilmeden İtalyanca öğretmeye çalışanlar, diş doktoru olmadığı halde diş çekenler, sakinleştiricilerle ayakta durabilen yogiler... Zambra, toplumun kokuşmuşluğunu ara ara iğneliyor, iyi bir şey.
Uydurulan geçmişten yaşanmış geleceğe nefis bir anlatı. Deli tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder