İçler Dışlar Çarpımı: Edip Cansever'den bir alıntı. Şeylerin farklı bir acıya dönüşmesi.
Melda'nın gazetede okuduğu burç halleri, izlediği televizyon, duyduğu mahalle dedikoduları hep kendine yönelmiş oklardır. Ağır bombardıman altındadır, her yerden atak yemektedir. Ölen eşi Murat Bey'in fotoğrafı pek bir şey söyleyecek gibi değildir, yalnızlığının sabitidir. Çeşitli huyları hatırlanır ama aralarında pek az mutluluk vardır, birlikte yaşanan yılların doygunluğundan geriye pek az şey kalmıştır. Bu bölümde eşyaların ve insanların pek bir işe yaramaması, acıyı depolayıp küçük parçalar halinde sunması vardır. Hatta bu konuda güzel bir şarkı sözü var: "There's nowhere to set my aim / So I'm everywhere"
Melda gazetenin yalnız kalpler köşesine bakar ve kendini anlatır, yalın. Rumuz Siyah Lale. Hala kokar ama yastan çıkmamacasına. Cevap gelir: İhsan. Bu noktadan sonra işler benim açımdan garipleşti, çok garipleşti. İhsan Bey'i tanıyorum, kendisinden çokça kitap aldım. Zonguldak'ta otobüsten inip servise biniyorsunuz, servis sizi çarşıda bırakıyor. Raylardan geçiyorsunuz, çarşıdasınız. Fenere doğru yürüyün, kültür merkezini geçin, sağda bir kırtasiyeci var. Bir bölümünde kitap satarlar, arada bir kere basılıp bir daha yüzüne bakılmamış kitaplara denk gelebilirsiniz. Tren istasyonuna yürümeden önce buraya uğrardım, yükümü alıp Filyos'a doğru devam ederdim. Tabii öyküdeki İhsan Bey yirmi yıl öncesinin İhsan Bey'i, hatta o kitapçı artık yerinde yok ama bu okurlar için. Benim için İhsan Bey gayet kanlı canlı, sıcak bir insandır. Adının İhsan olmaması önemli değil, anlatabiliyor muyum?
Neyse, mektuplaşırlar ve İhsan Bey madem öyle, der, acılarımızla tanışacaksak ben de kendiminkini anlatmalıyım, fotoğraf yollamayışım bundan. 70'lerde üniversitede okurken ister istemez siyasi olayların içinde yer aldık, belki memlekette bir çiçek açar, sonrası orman olur. Özgür. Önce kendimizi kök salmalıydık, salamadık. Emel ortadan kayboldu, izini bulamadım. Ruhumun yarısını kopardılar. Sonra beni aldılar, işkencelerde diğer yarım kayboldu. Kabuğumun içi boş olarak Zonguldak'a döndüm, Figen'le evlendim. Emel'in hayaleti beni hiç bırakmadı, Figen ikimizle birden yaşayamadı ve ayrıldık. Şimdi dolmaya çalışıyorum, görüşmek isterim.
Görüşürler, ağızlarında bir heyecanla kıvranan sözcükler. Melda -söylenişi Emel'e yakın- geç kalır, asansör bozulur ve İhsan'ı geç bulur, erken kaybeder. Tuvaletteyken bomba patlar, mekanda insan uzuvlarından bir resmi geçit düzenlenir, İhsan da kıyafetlerine yayılan koyu kırmızı lekeyle kaosa katkı sağlar.
"Hikâyeler hep böyle kötü mü bitmeli?"
Yaratıcının -yaşam, kurgu, neyi yaratırsa- zihninden bu soru geçer ve sayfa çevrilir. Bittiği düşünülüyorsa evet, kötüyse yine evet, bir hikâyeyse anlatılan, yine evet. Yoksa her şey akar ve akışın içinde iyi veya kötü diye bir şey yoktur.
Vasati 40 Yaş: Bankacı. Parıltısız bir yaşam, çocukluğundan şimdiye öngörülebilir, değişkenlik göstermemiş. Seçici geçirgenlik ölçüsünde dışa kapalı, geçirdikleri de vasatlığı sürdürme konusunda başarılı: Seviştiği kadınlar, sokaktaki insanlar, iş arkadaşları... İçinde değer verilecek bir şey bulamadığı için dışına da taşamıyor, hiçbir şey onu taşıramıyor, öylesi bağıllıktan uzak.
İş çıkışı İstiklâl'de dolanırken denk geldiği üniversite arkadaşı, çiçekçiler falan, sıkıntısını doyuran detaylar. Çiçek al ulan, diye bağırdım okurken, alsana bir tane! Ver birine! Verme, elinde taşı. Ver, kurtul. Verme, faize yatır. Ver, sohbet olsun. Verme, çöpe at. Ver, yenisi bitsin. Verme, gözüne dizine dursun. Ver, Eros çalışsın. Verme. Ver.
Pastanede, cam kenarında bir adam. Bir şeyler yazıyor, yırtıp kalkıyor masadan, gidiyor. Adamımız herifin masasına geçiyor, yırttığı kağıdı açıp okuyor. "Sevgili Melda, saatlerdir seni bekliyorum," falan, bir şeyler... Melda geliyor, adam İhsan oluyor. Bak, gördün mü, öngörülemez olduğunda hayatın nasıl değişiyor, kendin olmasan bile bir başkası olabiliyorsun, Melda sana geliyor. Tabii yukarıdan bir şey kahkahalar atıyor, bomba patlamadan önce. 1995'e girmeye günler kala.
Melda eve geliyor, bir mektup. İhsan'dan. Ağlayarak açıyor zarfı, kağıtta bir tarih. 15 Ocak. Delirmek serbest, Melda kahkahalar atıyor, evini tanımıyor, elleri kendinin değil.
Sonsuz Rasim Abi'ler Diyarı: Gecelerin Yargıcı Rasim Abi dinlemekte bir dünya markasıdır, topladığı kağıtları okumaya kalksa başka bir dünya markası olacakken ihtimalleri pas geçmiş, bizim hayattan soğumuş adamımıza dost olmuştur. Adamımız da önemli ama Rasim Abi yeri alınabilecek joker adamlardan biridir, mühimdir.
Adamımız boşanır, sevdiği kadının nefret edilir hale gelmesinden duyduğu şaşkınlığı bürokratik ayrılıklarla süsler. Eh, işin gücün pek de bir önemi kalmaz artık, tazminatı verilerek işten atılır. Sonrasında Rasim Abi'yle dolu yıllar başlar. Çöpleri eşelemek, sinyalcilik, gemi dikizciliği meslek haline gelir ve Rasim Abi soğuktan donana kadar böyle devam eder her şey. Adamımız Rasim Abi'nin bıraktığı boşluğu doldurur, kendi boşluğuna bir başkası gelir. Halef-selef döngüsü yıkıntılardan oluşur, yaşam mükemmel bir şekilde parçalanabilecek bir şeydir.
Dün Gece Ansızın: Yaşanamayana, yaşandığının farkına varılmayana nostalji derlermiş, metalcilerin nostaljisi bir öykü.
Adam gecenin bir körü uyanır, eşi ve evi falan, her şey yerinde. Zaten problem bu, her şey olabildiğince yerli yerinde. Geçmiş hariç.
Laylaylom'da konserden çıkarlar, bok gibi çalmışlardır muhtemelen. Bunlar gerçek. Taksicinin biri bunları dövmeye kalkar, bunlar taksiciyi döver. Gitar sağ olsun. Bir kısmı geçmiş, bir kısmı rüya. Rüyada Ceren var, sohbet muhabbet, eyvallah, bunlar var, bir de zaman geçtikçe azalmamış ihtimaller var. Yine bir şarkı: "Do you remember when it didn't used to be so dark /
And everything was possible still?"
İşten atılmış bir mail bu, son derece kurumsal bir kişinin adı, soyadı, pozisyonu, şirketi, kendisine ait olmayan nesi varsa, yabancılaştırıcı ne varsa bu samimi anlatının dibine kibrit suyu döker. Arkadaşa giden bir ney, bir parça özlem.
Kartela: Tahsin Yücel'in Söylemlerin İçinden nam güzel bir kitabı var, orada Özgür Kadınlar başlıklı bölümde incelenen kadın bu öyküdeki Ceren'dir herhalde. Kadın dergilerinin "özgürleştirici" etkisiyle kafese kapatılmış, putları yıkarken yeni putlar yaratmış bir kadın Ceren, son derece tüketici, son derece kalıplanmış. Jülide'si camdan aşağı bakıyor, ben kuştur diye tahmin etmiştim ama kedi çıktı ki şaşırmadım. Neyse, bizim Rasim Abi aşağıda kağıt topluyor, mekan Bostancı. Cadde'nin başlangıcı, araç sesleri zenginliği haykırıyor, Ceren'in ekonomik gücünü gösteriyor. Gelen telefonla ailesini seziyoruz az çok falan, böyle küçük detaylardan kişiliği ve sosyal konumu hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Rasim Abi demiştik, kapı çalınıyor ve Ceren kimlik sormadan kapıyı açıyor. Alıyor bir tecavüz korkusu, kendisinden sonra devam edecek yaşama ve güzelliklerine imreniş. Oysa şeker gibi adam Rasim Abi, hiç olur mu öyle şey? Olur, Yücel'in kitabından bir tane alıp okuyunuz.
Gibi öyküler. Ömür İklim Demir'i beğendim, sıkılırcasına beğendim. Detayları güzel, imledikleri güzel ama ikinci kitabı bu güzel kitabına benzerse okuyacağımı sanmıyorum. Nasıl diyeyim, kendinden çok sesi öykülerine taşıyormuş gibi geldi, karakter tasarrufuna hiç girmediği halde. Bakalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder