Utku: Dezö Kostalyani'nin -c/p yapmaya üşendim eheh- başka bir kitabını basmayı düşünür müsünüz? Bir tanesini bastınız, tadı damakta kaldı.
Pinhan: Depodaki 750 taneyi de satabilirsek neden olmasın?
Sonra bu kitabı alıyorum, vedalaşırken Pinhan'ın esas adamı kitabı aldığımız için teşekkür ediyor. Bir şey değiştirmeyecek belki ama bastıkları kitapları takip eden en az iki kişi olduğunu bilmelerini söylüyoruz. Sezin, üyesi olduğu kitap kulübünde sıra kendisine gelince Gecekuşu Kornelius'u seçiyor falan.
Pinhan gerçekten iyi, çok iyi bir yayınevi. Ağırlıklı olarak felsefe ve psikoloji türü kitaplar basıyorlar, ara ara böyle güzel metinleri bastıkları da oluyor. Keşke ağırlığı buraya verseler ama şikayetçi değilim, sundukları hizmet gerçekten kaliteli.
Yazarın Türkçeye çevrilen ilk kitabı. Helle Helle oldukça minimal bir anlatı sunuyor, gerçekleşen onca olayın içinde belli bir düzen, anlam arayan okuru zorluyor. Kitap, sıkı ve dikkatli. bir okuma gerektiriyor.
Fena halde Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi'ne benzetiyorum. Bu endişe anlatı boyunca sürüyor, sağa mı sola mı? Yoksa hiçbir şey yapmadan öylece durmak mı? Determinizm ve özgür irade paradoksu nanesi, iki kitabın da temelini oluşturuyor. Yaptığımız şeyleri ne ölçüde kendi isteklerimizle biçimlendiriyoruz, ne ölçüde gelişigüzel yaşıyoruz, mesele bu. Sadece kalecilerin endişesi değil bu, topun başındakilerin endişesi de. Bu kitabın esas kızı Dorte'yi topun başına koyabiliriz. KPAE'de adamımızın sürüklenişini Dorte sağlayabilir, özneler yer değiştirmiştir. Hepsi bir anın içindedir, kitabın şimdiki zamanda yazılması gerekliliği bunu imler. Tek bir an, yaşamın tek bir ana indirgenmesi, genele ışık tutacak ölçüde yoğunlaşmış bir kurguya kapı aralar.
Anlatı bir kapının eşiğinde başlar ve yine orada biter. Bir eşiğin iki farklı zamanda hiç değişmemiş, zaman hiç geçmemiş gibi algılanması, şimdiki zamanın geçmişten geleceğe sonsuza dek sürdüğünü sezdirmek ister. Aziz Augustinus, Hopiler, zaman hakkında kafa patlatırken aynı durağa uğrayıp devam etmişlerdir. Çocuklukta zamanın oldukça yavaş akıp yetişkinlikte dörtnala gitmesinin sebebini keşfedilecek bir dünyanın var oluşuna bağlayan görüşü beğenirim. Önünüzde sonsuz sayıda ihtimal var, üstüne keşfedilecek bir dünya sizi bekler. Çocukluğun bilişsel yapısı, yeni keşiflerin yaşandığı anları olabildiğince korur ve bu da zamanın daha ağır akmasına yol açar. Dünya keşfedildikçe kaydetmeye değer yeni şeyler bulamayan zihin, açlığının ürünü olarak zaman algısını çarpıtır ve hızlandırılmış bir gösteri sunar. Bu açıdan Truman'ı 30 yaşında gösteren 90'lık bir ihtiyar olarak görüyorum:
Young Truman: I like to be an explorer, like the great Magellan.
Teacher: [rolling down a map of the world] Oh, you're too late. There's really nothing left to explore.
Bundan daha büyük bir cinayet olamaz. Stephen King, internete yeni düşen radyo konuşmasında çocukluğun kendine has dünyasının zamanla yittiğini ve yazılarını iyi kılan şeylerden birinin bu duyguyu hatırlayabilmesi olduğunu söyler. Bu duyguyu unutabiliriz veya Truman'ın kötü olan çevresinin benzerine maruz kalarak kaybedebiliriz, ne kadar hatırlarsak da yaşadığımız anları o kadar canlı tutabiliriz. Konuyu çok dağıttım, toparlayayım; Dorte, ailesinin umduğu gibi Kopenhag'da değil, onun için tutulan evde yaşamıyor, üniversiteye devam etmiyor, dört erkekle yatıyor ki biri sevgilisinin kuzeni, diğeri komşusunun erkek arkadaşı, kendisinden beklenen hiçbir şeyi yapmıyor. Sadece yaşıyor. Kavun alıyor, kavunun çok hüzünlü olduğunu düşünüyor ve kavunun hüznüne ortak olmamak için meyveyi aylarca camın önünde bekletiyor, selam verdiği adam kendisini görmeyip yoluna devam ediyor. Kitap kulübünde tanıştığı bir kadının davetine icabet ediyor ve orada şöyle bir diyalog ortaya çıkıyor:
"'Ben bu konuda sizinle aynı fikirde değilim,' dedim, 'bazen olacak şeylerin önüne geçemezsiniz. Oluverir.'
'Evet,' dedi kız, 'gerçek hayatta öyledir. Ama biz burada kurmacadan bahsediyoruz.'" (s. 160)
Kurmaca yeniden kurulabilir, yaşam da öyle. Salman Rushdie'nin Midnight's Children nam kitabında bu kurmaca/gerçek ikiliğinin/birliğinin akla zarar bir irdelenişi var, gerçeğin ne olduğunu unutturacak nitelikte. Knausgaard da benzer bir şey söylüyor aslında; her şey hatırladığımız gibidir. Dorte içinse her şey yaşadığımız gibidir, her şey olur. Bu sadece bir ihtimal ve zaman meselesidir.
Pinhan'a çok teşekkürler, umarım bu kitap iyi satar da yazarın diğer kitapları da çevrilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder