23 Aralık 2016 Cuma

Pedro Antonio de Alarcón - Ölümün Dostu

Çok öznel bir hadiseyle başlıyorum. İntiharı rasyonelleştirmiş, her zaman aklının bir köşesinde tutmuş, tanıdığı insanlardan evinin eşyalarına kadar eklemlemiş insanlar için muhteşem bir bölüm var, şimdiye kadar hiç böylesi bir "Hah!" duygusu uyanmamıştı bende.

"Bu dünyanın saçmalıklarıyla tatmin olmayan yüce ruhların keder ve sıkıntısı, kuşku ve korkusu, başka bir yurdun, bilim ve kudretten daha yüksek bir görevin, nihayet, İnsanoğlu'nun gelip geçici büyüklenmesinden ve kadınların zayıf büyülerinden daha sonsuz bir şeylerin varlığını seziyor olmalarından başka bir şey değildir." (s. 95)

İki öykü var, ilki aşk ve ölüm/intihar üzerinedir. Alıntıladığım bölüm yaşamın aşkla bir olduğuna, devamında yaşam coşkusunun daha ötelere duyulan arzuyu tetiklediğine, melankoliye ve varoluş acısının bir çeşitlemesine dair.

Baştan başlamak daha iyi olacak.

Alarcón, İspanya'ya geç uğramış Romantizm'in neferlerinden biri. Söyleyecek büyük sözleri olan adamlardan. Gençliğinde hukuk ve teoloji eğitimi almış. Borges'ten: "Aldığı eğitim, tüm esaslı eğitimler gibi, kendi kendini eğiten birininki kadar tutkulu ve başına buyruktu; manastır kütüphanelerinin tasfiyesi, asla tatmin olmayan merak duygusunu gideriyordu." (s. 5) Borges, yazarı çocukluğunda okumuş ve kaybolup gitmesine gönlü razı olmamış. Zamanında hemen her yazdığı fırtınalar koparan Alarcón'un en sevdiği yazarlar Dumas, Hugo ve Balzac. Anlatımı bizim Ahmet Midhat Efendi'nin üslubuna yakın; yazarın anlatıcıdan bağımsız sözleri araya giriyor, zengin bir betimleme gücü var.

Ölümün Dostu adlı ilk öykü bir çiçek dürbünü gibi renkli, Borges'in dediği gibi kurguyu bozacak uyumsuzluğa müsait, ikinci bölümüyle toparlayan bir yaşam-ölüm-aşk öyküsü. Romantik yazarların sıfırdan yarattığı soylu karakterlerinki gibi, sahip olduklarına karşı ödemesi gereken bedelin ölçüsüyle alakalı.

İlk bölümde Gil Gil'in ayakkabı imalatçısı bir ailenin çocuğuyken dibi görmesi, ailesinin ve koruyucusunun ölümü, çektiği sıkıntılar ve Ölüm'le dost olması sayesinde nasıl zirveye çıktığı anlatılıyor. Gil her şeyini yitirmişken cebinde bir zehir buluyor ve ağzına atmaya hazırlanıyor, o sırada omzuna soğuk bir el dokunuyor ve Ölüm ortaya çıkıyor. Gil Ölüm'ün dostu olarak özel güçlere kavuşuyor ve doktor olarak kraliyet ailesine yardım eli uzatıyor. Dumas'nın romanlarındaki gibi bir yükseliş. Ölüm'ün eğitiminden geçerken bütün bilimlerin, duyguların, arzuların doğasını keşfediyor, bir tek Tanrı'nın gizemi gözlerinden uzakta duruyor. Adamımız Tanrı'nın erişilmezliğine, anlaşılmazlığına ve sonsuzluğuna büyük bir hayranlıkla bakıyor.

Bunu Neil Gaiman Sandman'de anlatsa muhteşem bir şey ortaya çıkardı.

Soylularla olan ilişkiler, Ölüm'ün katakullileri derken Gil, çocukluğunda aşık olduğu kızla bir araya geliyor. Ölüm, kızı ya Gil'in, ya kendisinin kolları tarafından sarılacağını söylüyor, Gil duruma isyan ediyor ve ölümle bir daha karşılaşmamak için ölümden muaf olduğunu, Tanrı isteyene kadar ölmeyeceğini düşünüyor. İşte bunu Gaiman da düşünüp Sandman'in ilk cildine koymuştu. Neyse, Gil ve Elena Ölüm'ün bilmediğini düşündüklere bir yere gidiyorlar ve orada yaşıyorlar. Ne ki Ölüm Tanrı'ya bağlı ve farklı amaçları var, tekrar ortaya çıktığında gizem de çözülüyor.

Anlatmayayım, What Dreams May Come misali bir sonu var öykünün. Bazen kazandığımızı düşündüğümüzde kaybederiz, bazen de tam tersi. Ölüm ve hayatı anlamak için bütün yeryüzünü anlamak, bunun için kendimizi anlamak ve berrak, kristal parlaklığında bir bakışa sahip olmamız lazım. Öykünün anlattığı kısaca bu.

Uzun Boylu Kadın: Stephen King'in bu kitaptan esinlenme olasılığı nedir?

Kabuslar Pazarı adlı kitapta King'in küçük bir çocukla alakalı sinir bozan bir öyküsü vardır. Anlatıcı bu çocuğu öldürmüştür çünkü bu çocuk anlatıcının çocukluğundan beri her felakette ortaya çıkmakta, anlatıcıyla dalga geçmektedir. Sonrasında anlatıcının avukatına da musallat olacaktır, bir açıdan lanet kişiden kişiye geçer.

Uzun Boylu Kadın da böyle, bir miktar daha korkutucu tabii. Ölümlerin ardından ortaya çıkan bir ucubedir aslında, her seferinde adamımızın arkasından gelir, yelpazesini sallar ve çarpık ağzıyla kahkaha atar. İlk seferde adam kadının kendisini takip edip etmediğinden emin olamaz, arkasını dönüp bakmaya korkar ve döndüğü anda kadının hemen arkasında olduğunu görür falan, bu arkaya bakıp bakmama olayı çok korkunç. Mitolojide ne yiğitler, ne hanımlar heba olmuştur bu yüzden.

Bir de hikâye içinde hikâyenin de içindeki hikâyedir bu, üç katmanlıdır. Bunu anlatan adam, gece vakti bir ateşin etrafında toplanmış beş kişiye hitap eder. Pozitivist, bilimin yolundan şaşmayan bir adamdır ve anlattığı hikâyeyi dinleyicilerinin yorumlamasını ister. Alarcón'un halk söylencelerinden faydalandığı söylenir, belki de hikâye anlatıcısı olarak öyküye kendini koymuştur, kim bilir.

Babil Kitaplığı'ndan nefis bir kitap bu, deli tavsiye ediyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder