Cheers çok tatlı bir diziydi, ilerleyen sezonlarda cozutsa da ilk sezonlarda oradakilerden biri olmak istemiştim. İş çıkışlarında, yorgunluktan öldüğüm bir günün akşamında konuşabileceğim insanlarla dolu bir yer...
Cennetin yeni giysisi: Bar.
Dizide insanların çeşit çeşit problemi, aranan çözümler, sıcak ilişkiler kısaca, dışarıdaki dünyanın soğuğundan korunma hissi yaratıyor. İşin bu kısmı güzel, tanıdığınız insanlarla gününüzün yorgunluğunu unutabilirsiniz. Diğer tarafta bilinmeyenin sayısız olasılığı yatıyor. Binlerce insan bir şeyler içmek için bara gelecek, belki müdavim olup kalacaklar, belki sizi soymaya çalışacaklar, belki daha ne belalar açacaklar, belli değil. Kaos; bu kez anlaşılmaya kapalı bir düzen.
Le Tellier, OULIPO'ya dahil oyuncu bir abimiz olduğu için baştan sevdim. Bilim gazetecisi, deney gözlermiş gibi yazıyor, öykülerdeki detaylar baş döndürebilir.
Haftalık bir dergide yazdığı 120 öyküden 86'sı derlenmiş, kitap haline getirilmiş.
Epigraf: "Gökyüzü çok yüksek, yeryüzü çok alçak / Bar tam doğru yükseklikte"
Barda çalışanların ve bara gelen insanların öyküleri, yaklaşık bir buçuk sayfalık onlarca öyküde yukarıda bahsettiğim olasılıkların bir bölümünü görebilirsiniz. Bir de insanların unutmaya ne kadar dirençli/meyilli olduğunu, acıyı, mutluluğu, kokteyllerle duygular arasında derin bir bağ olduğunu... Ben kokteyl tariflerini bir bir not ettim, her öyküde farklı bir kokteyl var.
İlk öyküde Jay, barı açıyor. Adam hakkında pek bir bilgi edinemiyoruz, zira o da mekanı derinleştiren aynalardan sadece biri. Orta yaşı oldukça geçkin, bunu söyleyebiliriz. Archie siyahi bir üzgün adam, blues piyanisti. İlk öykünün sonunda beliriyor, mahalle için iyi bir şey yaptığını söyleyerek Jay'i kutluyor ve piyanosu için iyi bir yer seçiyor, Jay'e söz hakkı vermeden.
Rose Singer, barmaid. İlan asıldığı anda bara geliyor ve Rose içiyor, haliyle. İkinci öyküde anlatıcı odur. Bazen böyle küçük oyunlarla da karşılaşırız; Archie hikâyesini pentatonik gamlarla değil de anlatıcı olarak anlatmak ister.
Kemik tayfa toplandıktan sonra bara insan yağmaya başlar, hikâyeler de... Tezgahta unutulan bir kitaptan birkaç sayfa okuyan Jay, sahibi geri dönüp kitabı aldığı zaman hikâyenin sonunu merak eder. Kitabın ve yazarın ismine bakmamıştır. Yarım kalan bir hikâye, bir diğerinin içinde. Sadece birkaç dakika içinde yaşam o noktada gerçekleşir; bütün duygular bu olaya sıkıştırılmış gibidir. Parıltı işte, siz hissetmediniz mi hiç? Çok özel bir şey yakalanmış gibidir, kaçırılmak üzere.
Diğer pek çok öyküde olduğu gibi bara gelen kadınlardan biriyle de aynı parıltı görülür. "Elini uzattı, dudaklarının ucunu ıslattı ve bu bir öpücük kadar güzeldi. Bana baktı ve hafif bir iç çekişle başını salladı. Gülümsedi, bir dolarlık bir banknot koydu, bir kedi gibi tabureden kaydı, Jay's'in kapısının ardından yavaşça kapandığını gördüm ve yaşamı ıskalamış hissiyatına kapıldım. Ama onu yakalamaktan korkmuştum." (s. 36)
Bunun üzerine biraz gevezelik yapmak isterim. Asaf'ın tek kadın-çok kadın hakkında söylediği yeterince özgeci bir bakış açısıyla darmaduman edilebilir. Sevilecek, aşık olunacak çok kadın/erkek var ve insan her an güzel bir rüyadan uyanırmış gibi hissedebilir. Uyanın zaten, sizin gibi o rüyayı görecek çok insan var, rüya belki birinin gerçeği de olabilir. Bu düşünceyle rahatlardım, gerçekten sevmek konusunda yetenekli insanlar var, umarım denk gelirler. Ben Sezin'e denk geldim mesela, daha da sevda istemem. Seven adam/kadın gitsin konuşsun arkadaşım. Neyse.
Barda elektriklerin gitmesinden bir ritüel çıkmazsa çok yazık olur. Kaybedenlerin filminde çakmaklar çıkıyordu, hatırlayın. Jay'in mekanında adamın biri yanan viskiyi içmeye çalışırken ışıklar geliyor. Adamın dediği: "'Korktum, çok aptalca. Tam da şunu düşünüyordum: ışık olsun.'" (s. 40) Tanrı'nın bir anlığına olsa dahi gücünü ödünç vermesi uzak ihtimal mi?
Ayrılan çiftler, evli insanların imkansız aşkları her zaman üzücü seyirler doğuruyor. Ayrılan bir çiftten geriye kalan hep açık bırakılan bir kapı oluyor. Geri gelebilirler. "Çünkü hayat söz konusuysa, hiç belli olmaz." (s. 42) Arkada Archie zamanı dondurmada notaları kullanıyor, eksik olan duyuyu tamamlamak ve anı boşluğun zeminine kazımak için: "Neredeyse gerçekdışı, bir duygu gibi yoğun bir nota kapladı odayı ve dışarıda şehir var olmayı bıraktı." (s. 96) O an yani, her şey o anda duyumsanan dünyadan ibaret. Jay'in eski yaralarından biri o dünyalardan birinde hiç kaybolmamacasına yer edenlerden biri. Çocuğu olmuş, gelmemesi gerektiğini bildiği halde bara gelmiş ve Jay'in karşısına çıkmış.
"'Ne gülünç. Tüm hayatları yaşayamıyoruz...' Sonra gülümsedi, gözlerini kaldırdı: 'Nostalji dedikleri galiba bu.'" (s. 94) Olasılıklar...
Büyücüler, sihirbazlar, katiller, haydutlar... Jay'in son öyküde uğradığı saldırıdan yırtıp yırtamadığını bilemiyoruz. O da okuduğu kitabın sonunu bilemiyor. Tanrı da bizle ne yapacağını bilemiyorsa tamam bu iş.
Bu kitabı şiddetle tavsiye ediyorum, yakalanmış birkaç parıltı görmek isterseniz edinin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder