23 Ocak 2017 Pazartesi

Johan Huizinga - Homo Ludens: Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme

Deneme olduğunu tekrar tekrar söylemek lazım, bilimsel değeri bu açıdan değerlendirildiğinde daha saptanabilir hale gelir. Bence iyi denemiştir Huizinga; oyunun insani yönünü iyi açar. Kafa da açar, düşündürür.

Huizinga Bey etimolojiden yola çıkarak anlattıklarını bir bağlama oturtur, dil-kültür ilişkisinden oyunun kültürel işlevini irdeler, iddialarını sıralar ve savlarında mitoloji, felsefe, psikoloji gibi pek çok alandan faydalanır. Mevzuyla alakalı olarak çevirmen Mehmet Ali Kılıçbay sunuş yazısında kitabın yazıldığı 1938'de toplumsal bilimlerin kendi küçük vatanlarını oluşturduğunu, disiplinlerarasılığın henüz emekleme dönemlerinde olduğunu ve Huizinga'nın bilimsel sezgisi sayesinde olayı çözdüğünü söylüyor. Gerçekten böyle bir sonuca ulaşılmış mı, yoksa disiplinlerin çorbaya dönüşme tehlikesi mi doğmuş, yorum okura kalıyor. Şurayı da söylemeden geçemem, Kılıçbay okura güzelce giydirmiş. Yazarın dipnot koyma ihtiyacı hissetmediği noktalarda dipnot koymak zorunda kaldığını belirten çevirmen şöyle bir ekleme yapıyor: "(...) Ancak gene de, çevirmenin öğretmen olmadığına ve yazarın bizzat açıklamadıklarını açıklamak hakkının bulunmadığına inanıyorum. Fakat ne var ki, giderek kıtlaşan ve tembelleşen Türk okuyucusu yayıncıyı, yayıncı da çevirmeni bu yönde zorluyor. Bunun geçici olduğunu umuyor ve çeviri kitapların minik birer sözlük ve ansiklopedi olmaktan çıkacakları günü özlemle bekliyorum." (s. 9) Yazı 1993'e ait, o zamanlar Google Amca da yoktu, artık var. Çevirmenin yakındığı konuysa hala güncelliğini koruyor.

Önsöz: Homo faber ve Homo sapiens, gerek türümüzün kapsamını tamamen dile getirmediği, gerek pek o kadar da akıllı olmadığımız ortaya çıktığı için yetersizdir ve bu durumda Homo ludens ortaya çıkacaktır. Oyun oynayan insan. Kitapta bu insanın yarattığı/dahil olduğu kültürle oyun kavramı karşılaştırılmakta. Bunun için yeterli terminoloji üretilmemiş olduğundan yazar kendi terimlerini çeşitli dillerden ödünç alıyor.

Kültür Olgusu Olarak Oyunun Doğası ve Anlamı: Oyun, kültürden daha eskidir ve insana özgü değildir. Hayvanların da oyun oynadığı bilinmekteyse de söz konusu olan insandır, iş içgüdüden çok daha ötelere uzanmaktadır. Huizinga, her oyunun bir anlam taşıdığını ve bütünsel olduğunu söyler. Kültürü doğurmuştur, kültürden bağımsız olarak düşünülemez.

Determinizmin göz ardı edildiği noktada başlayan oyun irrasyoneldir ve bunun kabul edildiği an çemberine girdiniz demektir. Oyun aynı zamanda dilsel bir mevzudur, dilin sınırladığı dünya içinde oynanır ve yazar, arkaik dillerin terimleriyle oyun kavramını açar. Platon'un, Aristoteles'in estetiğe dair fikirlerinden ve terimlerinden yola çıkarak güzellik, erdem, ahlak gibi kavramlarla oyunu karşılaştırır. Bunlar oyunu kapsamaz, modüler parçalar olarak oyuna eklemlenir.

Oyunun mekansal ve zamansal sınırlılığı vardır. Günümüzün hipodromları, stadyumları, binlerce yıl öncesinin benzer yapılarının yansımalarıdır ve kadim geleneğin sürmesine yardımcı olur. Kurallar tarafından sınırlanmış oyunun özünden pek bir şey kaybettiğini söyleyemeyiz, sonuçta farklı bir dünyanın kapılarını açar ve dahil olanlara keyif verir. Bu keyfi tanımlamaz Huizinga, mistik ve algılanamaz bir şeydir bu onun için. Temsile yönelik eylem dediği her türlü ritüelin, inancın temelinde, dinlerin bir parçasını oluşturan kendine özgü her davranışın kaynağında bu bilinmeyen gizlidir. Yazar için insanlar bu bilinmeyeni sezmiş ve her türlü yaratıya oyunculluğu yerleştirmiştir. İşin bu yönü çok derin, Huizinga sonuç olarak şunu söylüyor: "Kozmik bir düzene ilişkin duygunun estetik veya mistik, her halükârda mantıksal olmayan bir durumdan kutsal ibadet oyununa geçtiği yol ise hâlâ karanlıktır." (s. 35)

Oyun kendi etiğini yaratsa da bunun dışına çıkan insanlar olacaktır der Huizinga. Oyuna kaptıranlar koyuna dönüşebilir, iradelerini kaybedip güdülebilirler. Bu tehlike her zaman var, bertaraf edilmesi için kuralların dışına çıkılmaması gerekir.

Oyun Kavramının Dilde Kavranılışı ve İfade Edilişi: Dil ailelerinde bir yolculuk. Kökene inildiğinde oyun, çocuk oyunu, mücadele, savaş, ölüm vs. gibi kavramların aynı kelimelerle karşılandığını görüyoruz. Belirlenebildiği ölçüde ayrışmalar var olsa da bazı kelimeler aynı kalmış ve anlamlarını korumuş.

Kültür Yaratıcı İşlev Olarak Oyun ve Müsabaka: John Keegan'ın Savaş Sanatı Tarihi nam kitabında savaşın da kültürel bir mesele olduğundan bahsedilir. Savaş, müsabaka, spor, hepsi oyundan doğma hadiselerdir. Kazanç ve oyunun aynı anlamda kullanıldığı kelimelerin varlığından ilerleyen Huizinga, iki kavram arasındaki ilişkiyi irdeler. Kimi müsabakaların amacı sadece üstün gelmektir, kiminde oyuncular ortaya canlarını koyarlar. Onur, itibar, prestij, zafer veya hiçbir şey, oyuna başlamadan önce belirlenen/belirlenmeyen ödüllerin etkilerinin haricinde önemli olan oyundur ve oynanmadığı sürece var olmayacaktır. Space Jam, Pawn Sacrifice gibi filmlerde gördük, yarışan bizden çok daha üstün, bir parçası olduğumuz kültür olabilir ve kaybedersek sandığımızdan çok daha fazlasını kaybedeceğiz demektir. Bu hususta borsadan tutun, mani söylemek bile oyunun bir parçası haline gelmektedir. Şu mesela, Kibar Feyzo'da Korolar. Kültürün bir parçası ve oyundan doğmuş. Şakir-Abbas atışması da aynı bağlamda değerlendirilebilir.

Savaşlarda da benzer durumlar var. Düşmanın kapısına gelip kışkırtıcı şeyler yapmaktan tutun, mitolojide de yer alan teke tek mücadelelerden düellolara kadar pek çok şey oyunun kapsamındadır.


Oyunun hukuk, savaş, bilgelik, sanat gibi pek çok alana yansımasını bulmak mümkün. Tavsiye ederim, güzel kitap.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder