Mann'ın karakteriyle Karen Stone arasında da belli bir benzerlik var; ikisi de bilmedikleri bir yere geliyorlar ama motivasyon kaynakları farklı; biri imgelerle dolu bir yaşantı kurarak sonbaharda ölümü aramak için geliyor, diğeri baharın yeni başlayacağı Roma'da yeni bir başlangıç ve kendinden kurtulma çabasına girişmek için.
Özgüven, Williams'ın diğer kadın karakterleriyle bir kıyaslama yapınca ortaya bıçak sırtında yaşamaya çalışan, yaşamdaki onlarca etkeni dengede tutmaya çalışan karakterler ortaya çıkıyor. Mücadele içinde geçen yaşamlar, ince hesaplar, anın kaçırılışı onulmaz yaralar açıyor ve zaman içinde biriken yaralardan kurtuluş, kaçıştan öteye geçmiyor. Karen Stone'un yaşamı böyle.
Bende Adam'dan çıkmış baskısı var. Bu Helikopter çok güzel kitaplar basıyor ama fiyatlar biraz yüksek. İndirseler azıcık, deli abanırım.
Kronolojik anlatmayayım da meselelere değineyim, zaten kurguda geri dönüşler çok. Ben ortaya karışık sunuyorum.
Önce şehir. Her zaman bir yerlerden su sesinin gelmesi, sırtüstü uzanmış yatan dev kadınların memeleri gibi kabararak evlerin köşeli çatıları üzerinde yükselen eski kubbelerin altın rengi bir ışıkla yıkanması, Roma'nın akışkanlığını, akar gönüllüler için aşkın çağlayıp dinme döngüsünü çok iyi anlatıyor. Roma kadim bir şehir, binlerce yıllık tarihinde çok aşk, çok yıkım, çok ölüm görmüş, insanlığın aynası olmuş bir yerleşim. Bu durumda taş çatlasın 300 yıllık tarihe sahip bir ülkenin karşısında birikimsel avantajı büyük. Karen'dan para sızdırmaya çalışan Paolo'nun oyunun kurallarına uymayışında, daha doğrusu bu kadim şehrin kurallarıyla oynayıp Stone'u yerle bir etmesinde bu birikimin rolü var. Paolo kendisi de ara ara söyleyecek, Stone gibiler çok gelip geçti Roma'dan, fethetmeye geldikleri topraklarda bir kilit daha takıp boyunları bükük olarak ayrıldılar. Kadim bir kültürün içinde yetişmemiş, en azından kendisini bu şekilde kandırmamış insanlar için hayatta kalmak zor. Paolo'nun durumu biraz daha komplike; genç dostumuz Roma'nın köylerinden gelip aç kaldığı günlerden sonra yaşlı bir kontesin yaşlı kadınları ayartıp paralarını yemek için kullandığı bir silaha dönüşür. Kontes'in Stone'a önerdiği üçüncü adamdır Paolo, sonuncudur aynı zamanda.
Karen Stone'un okul arkadaşı Meg Bishop, Roma'da karşılaştığı arkadaşını yaptıklarından dolayı uyarır, Stone'un herkesin dilinde olduğunu söyler ama kendini dinletemez. Aralarındaki cinsel gerginlik bu iletişim kanalını kapatmıştır, okul yatakhanesinde Bishop'ın Stone'a yakınlaşma çabalarının gölgesi yıllar sonrasına dek uzanır ve Stone'un gerçeği görmesini engeller. Gerçi sadece bu değildir gözüne set çeken, kadının geçmişindeki sayısız gerilimin sonucunda yol Roma'ya çıkmıştır.
Stone ünlü bir tiyatro oyuncusu. Şaşalı günlerini geride bırakması, eşinin ölmesi ve menopoza girmesi üst üste gelir, yitirdiğini düşündüğü saygıyı bulabilmek için Roma'ya gelir. Hikâyenin bu boyutunda geri dönüşler çok mühim, Paolo'yla kurulan ilişkiye ayna tutacak nitelikte.
Stone, çocukluğundan itibaren mücadelelerle dolu bir yaşamı sürüklüyor. Oyun oynarken ele geçirdiği tepeye yaklaşan diğer kızları tekme tokat dövdüğü günlerden sonra oyunculuk kariyerinde de benzer bir tutum sergiliyor. İyi bir oyuncu değil, bunun farkında ve bu eksikliğini kapatmak için ezber yeteneğini kullanıyor. Kendinden daha alımlı bir oyuncuyla karşılaştığı zaman onu cinselliğiyle kontrol altına alıp içten içe yenik, yıkık haliyle kocasına dönmesinde bir günah çıkarma havası var ama kendine verdiği bir hesap değil bu, kendiyle çözemediği meseleleri kocasında bulduğu baba figürünün sıcaklığıyla perdeliyor. İlginç; zira ilişkileri tam tersi bir istikamette doğmuştu, kendinden daha yaşlı olan eşi için bir anne şefkati taşıyordu, adamsa anne sıcaklığını nihayet bulduğunu düşünüyordu. Gerçek bir tutku yok, sevginin maskeleri takılmış halde.
Kocanın ölümü, Karen'ın sağlık problemlerini umursamayarak tatile çıkmaları yüzünden gerçekleşiyor. Kadının hatası: Her şey kontrol altında illüzyonu yüzünden gerçekleri göremeyecek kadar kör, öngörüsü dumura uğramış durumda. Karen'ın özgürlük algısı son derece çarpık; oyun yazarlarının kuklası olduğunu düşündüğü, yaratıcılığı da oldukça kısır olduğu halde sosyal ilişkilerini iyi tuttuğu, iyi göründüğü zaman bağımsız olabildiğini düşünüyor. Böyle bir paradigmaya sahip, bir yeni dünya bakışı. Paolo'da tutmayacak bu, kendine saygısını, özgürlüğünü yitirecek ve bir zamanlar ne kadar meşhur olduğunu anlatmaya çabalayacak ama bu onun sonunu getirecek, öz saygısını yerle bir edecek yegane şey. Geçmiş hayatıyla şimdi arasında kurduğu anlık köprüler, hatıralarının Paolo'yla birlikteyken beliren görüntüleri, Karen'ı peşi sıra takip eden yenilgilerin yankılarından ibaret.
Karen'ın yaşadığı çatışmalar, Paolo'nun gladyatörlere özgü hayatta kalma yolu, medeniyetler çatışması falan, çok katmanlı güzel bir novella.
Şu da güzel şarkı, bu haftayı Steven Wilson haftası olarak ilan ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder