Sadece 15 öykü yazan Ted Chiang, insanoğlu için temel problemleri saptayıp BK'ye şahane yedirmiş. Safi BK demek de haksızlık olur, fantazyadan realist anlatıya pek çok türe sokulabilecek öyküler bunlar. Dokuz tanesi kitapta var, Monokl diğerlerini de basacakmış. Bassınlar efendim, geri kalmasınlar, bu adam ne yazdıysa Türkçeye çevrilmeli.
Öykülerin izleğini çember, kuyruğunu ısıran yılan, bir noktada buluşan iki nokta gibi üfürmeler olarak belirledim. Yola çıktığımız noktadan pek de uzakta değiliz kısacası, spiralin denk gelen noktalarını inceliyor Chiang. Tam bir tur boyunca algıladığımız/çözdüğümüzü sandığımız dünyanın meseleleriyle uğraşıyoruz. Neler bunlar, bakalım:
Babil Kulesi: Yatay bir sonsuzluk, Borges'in düşündüğü buydu. Kule inşaatı için gereken her şey şehri ucu bucağı olmayacak şekilde yapılandırırken inşaat bir türlü bitmiyor. Kafkaesk bir yandan. Kulenin içinde kurulan yerleşimler fraktal geometriyi andırıyor, Mitik yapıda gerçek meskenler türetiliyor. Burada yaşayan insanlar Babil'i hiç görmemiş, sanki kalu beladan beri kule inşaatı devam ediyormuş da şehir sonradan etrafına kurulmuş gibi.
Kozmoloji tamamen o zamanın bilgisiyle sınırlı; yedi kat göğe bloklar döşenecek ve kuleyle gökyüzü birleştirilecek. Tanrı'nın karşı çıktığı bir şey değil, en azından kule yıkılmadan önce böyle düşünüyor dönemin insanları.
Hillalum, Elam'dan bir işçi. Bakır külçeleri arkadaşlarıyla beraber kuleye taşıyacak. Zirvede işleri var. Kule uzaktan görününce mitle gerçeğin kaynaşması, fantastik bir anlatının kapılarını aralıyor. Öykülerin hikâyelerini anlatırken Chiang'ın yapmak istediğinin bu olduğunu anlıyoruz, Kutsal kitaplarda anlatılan facianın diğer yüzü, hikâyeciliğe daha yakın bir versiyon üzerinden yürüyor yazar. Kule öylesi heyula ki düşürülen bir şey bir yıl sonra zemine ulaşıyor, enlemesine yürümesi dört gün alıyor, böyle şeyler var. Hillalum, zeminden göğe baktıkça ayaklarının yerden kesildiğini hissediyor, sanki kulenin tepesine ulaşmaya ihtiyacı yokmuş gibi, ki yok ama bu sürpriz en sonda.
Tırmandıkça bir fenomenle karşılaşıyorlar, karanlığın dünya üzerine çökmesi gözle görülür hale geliyor. Bu olayı karşılayan bir terim vardı ama ne olduğunu hatırlayamadım şimdi, hatta Poe'nun bu olayı merkezine oturttuğu bir öyküsü de var. Neyse Ay'la aynı seviyeye geliyorlar, Güneş'i geçiyorlar, bitkiler ışık almak için yanlara ve aşağıya doğru büyüyor. Göğe ulaşıyorlar, katı bir maddeden yapılmış. Tufan zamanında olduğu gibi bir facia yaratmamak, göğü delmemek için çok dikkatli bir şekilde çalışıyorlar ama olmuyor, deliyorlar bir şekilde. Adamımız tek başına delikten içeri giriyor ve var oluşunun özüne, yaratılışının başladığı noktaya, Tanrı'nın karşısına çıkacağını düşünüyor.
Öyle olmuyor. Şöyle oluyor:
Bu film de deli filmdir, tavsiye ederim. Aynı olay canım Lovecraft'ın The Outsider nam öyküsünde de vardır. Anlatıcımız kuleye tırmanır, kadim bir kapıyı zorlukla açar ve göğe ulaşacağı yerde sert, soğuk toprağa adım atar. Bu başka bir mevzu tabii, burada çölde uyanan adamımız, silindir mührü gördükten sonra dünyayla cennetin birbirine düşünüldüğü kadar uzak olmadığını anlıyor. Doğrusal olarak evet ama iki ucun birleşimiyle, hayır.
İnancın yarattığı gerçeklik, ilahi gücün başladığı yere kadar sürüyor. O zamanlar Yahve olarak bilinen Tanrı'nın inceden mesajı: Beni uzaklarda aramayın.
Anlamak: Lucy, Limitless gibi filmlerdeki kahramanlarımızı düşünün. Onlardan birinin, Greco'nun hikâyesi.
Beyin hasarı, K hormonu yardımıyla tedavi edilen adamımız, beyninin giderek daha çok işlem yapabildiğini keşfeder. Önce iki işi birden yapar, sonra bildiğimiz dünyayı formülize eden bilimleri sezgi yoluyla kavramaya başlar. Hawking'in ıslah olmaz bir şekilde aradığı Her Şeyin Teorisi'ni çözer, aydınlanır. Dil onun için yetersiz kalır, telepatik yetenekler geliştirir. Tabii devletten kaçması da gerekir, peşine düşerler. Öykünün temeli bu sınırsız potansiyelin işlenmesi, karakterin geçirdiği değişim üzerine kurulu.
Sonuç: Karakter kendinden bir tane daha olduğunu öğrenir ve adamı bulur. Reynolds yeteneklerini insanoğlunun saçma sapan davranmadan, aptal aptal işlere kalkışmadan varlığını sürdürmesi için kullanmak ister. Greco'nun amacı ise güzelliktir; gidebildiği yere kadar gitmek, daha çok hormon alarak daha çok gelişmek, bir nevi Tanrı olmak ister. İnsanlık onun için önemsizdir. Haliyle bu noktada çatışma çıkar, ikisi arasında telepatik bir savaş başlar. Kaybeden zihnini yitirecektir.
İnsanın geldiği yeri unutmaması lazım diyor, bir alıntıyla bitiriyorum: "Pragmatizm, bir kurtarıcıya estetikçilikten çok daha fazla yarar sağlar." (s. 81) Yine çember; başladığınız uçtan çok uzakta olduğunuzu düşünmeyin.
Bu zihinsel savaş sırasında çok ilginç taktikler vardı, bir de adamımızın gelişim aşamaları nefes kesici.
Sıfıra Bölünme: Bildiğiniz "Törless'in bunalımı" aslında ama temel fark şu: İrrasyonel sayılarla birlikte rasyonel sayılar da belli bir örüntüden muafsa, insanoğlunun kaos içinde tutunmaya çalışıp mihenk taşı olarak belirlediği matematiğin sabitliği -geçerliliği diyelim- ortadan kalkarsa hayatını matematiğe adamış kadına ne olur? Birin ikiye eşit olduğunu, farklılıkların ortadan kalktığını keşfeden kadın, düşünüş ve yaşayış biçimini, hayatını şekillendiren analitik zekasını, sayıları, her şeyi bir kenara atabilir mi? Matematik evrenin dilidir, Tanrı'nın dili olduğu da söylenir. Tanrı'dan koparılmaya, O'na inanıldığı halde merhametinden uzak tutulmaya benziyor bu.
Aralara serpiştirilmiş anekdotlardan bu sabitlik konusunda matematiğe pek de bel bağlanamayacağına meylediyoruz. Kadınla eşine de bolca üzülüyoruz; bu noktada Chiang'ın psikoloji yaratımındaki ustalığını da teslim etmek lazım ki iki insan arasındaki duyguların değişiminin böylesi ustalıkla anlatıldığı öykü pek yoktur. Belki vardır da ben bilmiyorum.
"Altı yıllık evliliklerinin ardından kadına duyduğu aşk sona ermişti. Böyle düşündüğü için kendinden nefret ediyordu, fakat gerçek şu ki kadın değişmişti ve artık onu ne anlayabiliyor ne de onun duygularını nasıl paylaşabileceğini biliyordu. Renee'nin entelektüel ve duygusal hayatı birbirlerine ayrılmaz bir biçimde bağlıydı ve ikincisi adamın ulaşabileceğinin ötesine geçmişti." (s. 99)
Çiftlerin yarattığı üçüncü kişiliğin yıkılmasına anbean izliyoruz, mesnet noktalarımızın kaybolmamasını diliyoruz.
Hayatının Hikâyesi: Arrival'ın temelini oluşturan öykü bu.
Yeni bir dilde düşünebilmek o dili öğrendiğinizi gösteren en önemli etken. Dünyanızı o dilde kurabiliyorsanız, algılarınızın çıktılarını o dilde ifade edebiliyorsanız Wittgenstein'a göre ikinci bir dünyanız oldu demektir. Peki öyle bir dil öğrenseniz ki geçmişi ve geleceği sonsuz bir şimdi içinde yaşasanız?
Sezilebilir ama öğrenilemez. Öğrenmek için birkaç uzaylı dostunuzun kendi dillerini öğretmeleri gerekiyor.
Filme Hollywood mahsulü birkaç heyecan unsuru eklenmiş ve bazı önemli noktalar çıkarılmış. Mesela iki uygarlığın evreni yorumladığı matematiksel ilkeler ortak ama bizim kronolojik zaman algımızla onların noktasal zamanının yarattığı fark bilime de yansıyor; adamlar için sezgisel olan şeyler bizim son noktamız. Bizim temel terimlerimiz ise adamların aradıkları şey. Nedenlerin ve sonuçların yarattığı zincirleme reaksiyon sonucu eklemlenen bilim mantığı adamlara çok uzak, öyle bir algıları yok çünkü. Onların mantığını anlatmak için Borges'ten Çağlar Kitabı örneğini veriyor Chiang. Dediğim gibi; sezilebilir ama öğrenilemez. Bunlar niye konmamış filme mesela, koysanıza.
Yetmiş İki Harf: Alternatif bir dünyada Kabala bilim haline gelmiş, isimlendirme ve sayı gizemciliği yoluyla Golem türevi varlıklar yaratılıyor. Bu arkadaşlar insanlığın ilerlemesi için yaratılabilir, gerçi o zaman da insanlar işsiz kalacaktır. Adamımız yeteneğini insanlığın iyiliği için kullanmak ister ama çeşitli dalaverelerle önünü kesmek isteyen güç odakları vardır falan. Güncel bir mesele, iyi öykü.
İnsan Biliminin Evrimi: Metainsan-insan ikiliği üzerinden yürüyor. Metainsan, insanın yarattığı bir üst model. İnsan gibi düşünmüyor, çok daha karmaşık işlemler yapabiliyor ve insanlar onların bilimsel buluşlarını ancak tefsir edebiliyor. Chiang'ın yarattığı bir problem de bu; acaba bazı insanların temel özellikleri farklılaşsa bireysel ve toplumsal yaşam nasıl değişir?
Cehennem, Tanrı'nın Yokluğudur ve Gördüğünüzü Beğenmek: Bir Belgesel adlı öyküler bu farklılaşmanın temelinde yükseliyor, özellikle ilki nefes kesici. Meleklerin, mucizelerin gözler önüne serildiği bir dünya hayal edin. Üç karakterin davranışları, başlarına gelen facialar ve yaşadıkları mucizeler bu bakış açısıyla yaratılmış. Orijinal, hele inancın aklın yolunu izleyip izlemeyeceği konusu akıllara zarardı.
Okuyun, başka bir şey diyemiyorum.
TED bir dahi, başka bir şey diyemiyorum
YanıtlaSil