1930'da Şangay'da doğuyor. Zor bir doğum, dar kalçalı anne için dünyanın düşünceden yoksun bir yer olduğunun kanıtı. Ballard'ın kafasının şekli bu doğum yüzünden bozuk, değişken kişiliği bu kafa bozukluğunun ürünüymüş anneye göre ama doktor arkadaşları bunun mümkün olmadığını söylemiş. Ballard neye inanmak istiyorsa ona inanıyor.
Güneş İmparatorluğu'ndaki -bundan böyle Gİ olarak kısaltacağım- pek çok detay olduğu gibi otobiyografik, Ballard metni tasarlarken yetişkinlerin dünyasını ele almak istediğini düşünmüş. Çocukluğunun büyülü dünyası kurmacanın değişmesini sağlamış, anlatıcı olarak Jim'i koymuş Ballard, yetişkinler belirip kaybolan büyük adalar olarak kalmış. Dönemin Çin'i rengârenk; Fransızlar, Amerikalılar, İsviçreliler, İtalyanlar ve diğerleri minyatür bir ABD yaratmışlar. Gİ'deki dadı Vera'nın gözetiminde şehri -sirki de denebilir- gezen Ballard, İngilizce yazılmış dev reklam panolarını hatırlıyor, Çince panolarla birlikte. Batıyla Doğunun pitoresk bir karışımı. Gerçekliğin Şangay'da eksik olan unsurladan biri olduğunu düşünüyor Ballard, kodlar öylesi karmaşık ki birbirlerini biçimlemek yerine üst üste binip garip bir yaşam pratiği ortaya çıkarıyorlar. Zehirli kızartma yağlarının kirlettiği hava açık lağımların kokusuna karışıyor, kalabalığın gürültüsü Fransız Bölgesi'ndeki tramvayların zillerini bastırmaya çalışıyor, yol kenarlarında insanlar ölüyor ve her şey korkunç bir akış içinde gerçekleşiyor. Ballard'ın aklındaki birkaç fotoğrafa metinlerinde de rastlayabiliriz; örneğin yol kenarında kar yığınlarını üzerine battaniye gibi çeken bir adam, boş havuzların yarattığı garip imgeler, Batılı kıyafetler içindeki Çinli gangsterler, her şey karmaşanın içinde var oluyor. "Birçok açıdan bir sahneyi andırıyordu; ama aynı zamanda gerçekti ve sanırım, yazarlığımın büyük kısmı onu bellek dışı yollar aracılığıyla hayata geçirme girişiminden ibaret." (s. 15) Sağlık hizmetlerinin yetersiz oluşu ve sağlıksız doğanın etkisiyle ailenin üyeleri sırayla hasta oluyor ve sağ kalmayı başarıyorlar, Ballard için ilginç bir düşünce. Çocukluğun sayısız tehlikeyle geçmesi ve sağ kalmanın şaşkınlığı içinde bilinçaltına atılan onca şey bir çöplük de olabilirdi, o çocuk Ballard olmasaydı.
Sun Yat-Sen'le tanışıyor Ballard, çocukken. Annesi Country Club'ın, üst sınıfların takıldığı ortamların aranan siması diyelim. Baba şefkatli, iyi bir adam. Zamanında her şeyi arkada bırakıp Çin'e göçmüşler, savaş sona erene kadar orada yaşamışlar. Savaş sırasında hizmetçilerini bırakmıyorlar, bıraksalar dışarıda öleceklerini biliyorlar ve kamplara götürüldükleri zamanlara kadar onlara yardımcı olmaya alışıyorlar. İyi insanlar kısaca. Arada ayak bağlama geleneğinin devam ettiğini öğreniyoruz; Çinli kadınların ayakları küçükken bağlanıyor ve doğal gelişimleri bozuluyor, kadınların daha kibar görünmeleri ve daha iyi hizmet etmeleri için gerekli bir adet. Umarım bırakılmıştır artık. Neyse, hizmetçilerin isimlerle değil de numaralarla çağrılmalarını iyiliğin neresine koyacağımı bilemiyorum, İki Numaralı Hizmetçi gerektiği zaman bu şekilde çağırıyorlar. Toplama kampı gibi. Çinlilere karşı duyarsızlıkları evlerinde başlıyor ve Jim/Ballard bu çarpıklığı çocukluğunda fark ediyor. Evin önünde açlıktan ölmek üzere olan Çinliye yemek vermeyen anne, kendini daha fazlasını evin önüne toplamaması gerektiği yönünde savunuyor. "O yaşlı adamı, pahalı Alman oyuncaklarıyla dolu sıcak odamdan birkaç yüz metre ileride bu kadar ümitsiz bir sona zorlanmış insanı, hâlâ zaman zaman düşünüyorum." (s. 21) Hizmetçiler sınır; diğer Çinliler pek önemli değil.
Kitaplar. H. G. Wells hayranı babanın etkisiyle okunan ilk kitaplardan sonra Grimm Kardeşler geliyor, Binbir Gece Masalları var, Gulliver'in Gezileri var, dönemin "iyimser" kitapları da oralarda bir yerde. Amerikalı pilotlardan gelen kitaplar, dergiler, bir sürü kaynaktan besleniyor Ballard ve bu kaynaklardaki "Britanyalı özgüveni" Japonların galebe çalmasından sonra sarsılıyor ve diğer bir önemli kırılma gerçekleşiyor. İyimser dünya, gücü elinde tutan Batı medeniyeti yıkımla yüzleştikçe Ballard'ın medeniyetle ve dahi yetişkinlerle olan ilişkisi değişiyor. Yetişkinlerin çocuklaştıklarını söyleyebiliriz, böylesi büyük masallara inandıkları için Ballard'ın objektifliği onları küçültüyor. Savaştan sonra ailesinden uzaklaşması ve bir başına yaşamaya yönelmesi böyle bir etkinin ürünü. Ebeveynlerle çocuklarının arasındaki ilişkiden de bahsetmek gerek; çocukluğun tarihiyle alakalı kitaplarda yeterince anlatılıyor ama 1940'lı yıllarda bir örneğini görmek şaşırttı. Aileler, çocuklara karşı oldukça mesafeli, onlara küçük insanlarmış gibi yaklaşıyorlar ve onlarla pek ilgilenmiyorlar, ölümcül bir hataya yol açabilecek davranışları engellenmiyor. Çocuklar umursanmıyor ve bu umursamazlıkla büyüyor Ballard, özgür bir ruhu taşıyarak. İşgalin başlamasıyla bu umursamazlık had safhaya çıkıyor: "Şiddet o kadar yaygındı ki, ailem ve dadılarım beni çevremdeki vahşetten korumaya bile çalışmıyordu." (s. 29) "Hizmetkârlarla sadık bir labrador köpeği arası" diyor Ballard, çocukların konumlandırıldığı nokta için.
Gİ ile benzerlikler. Jim'in kamptan kaçarak gittiği çeltik tarlalarında gördüğü cesetler. Çin avcı uçağı iskeletinin kokpitinde geçirilen heyecan dolu zamanlar. Ballard, saygı duyduğu Japonlardaki melankoliye sahip olmadığını, İngiltere'ye gidene kadar koruyacağı bir iyimserlikle hiperaktiviteyi birleştirerek "her şeyi" keşfetmeye açık bir çocuk olduğunu anlatıyor. İngiltere yıllarıyla Çin'deki kamp yıllarını kıyaslıyor, insanların yaşadığı yalanlara karşın gerçeği aradığını, yazarlığında da bunu sürdürdüğünü söylüyor. İşgal yıllarının öncesinde de aşırı bir alkol tüketimi varmış mesela, hatta şu cümleyi kestim: "Briç, alkol ve zina, toplumları bir arada tutan asil bağlardır." (s. 39) Bu fikir Ballard'ın pek çok metninde tekrarlanır, kurgulanır ve gizli gerçeği ortaya çıkarır. Garip bir kurgudan kurtulma çabaları. Batı medeniyetinin garip kurgusu karşısında çocuk ruhunu kaybetmeyen bir yazarın mesleğinde zorluk çekeceği açık. Buna sonra değineceğim, Ballard ara sıra geçmişle günceli birbirine bağlayarak çıkarımlarda bulunuyor ve kişiliğiyle yazarlığı hakkında önemli ayrıntılar veriyor.
Benzerliklerden devam. Ballard'ın yazdığı ilk metin, Gİ'deki gibi bir briç kitabı. Maxtedler gerçek. İşgalin başlangıcı olduğu gibi gerçek, farklı olan Gİ'de yitirilen ebeveynin Ballard'la birlikte Lunghua Kampı'na alınması. Kurmaca için açılan yol gerçekten daha ilginç, doğruya doğru. İki buçuk yıl yaşıyorlar orada, yüzlerce insanla birlikte. Aralarında doktorlar, mühendisler, mimarlar vs. var ve derslerden geri kalmıyorlar böylece. Örgün öğretimden daha iyi bir öğretim hayatları olduğunu düşünüyor Ballard, o şartlar altında doğru olsa gerek. Asıl önemli olan arkadaşlar, özellikle Bobby Henderson. Bu kardeşin içinde bir yer ölmüş, Gİ'deki Jim'in bir parçası bu arkadaşta gizli sanırım. Jim'in kendisine kötü davranan aileden kurtulmak için köşesini bölmelemesini gerçekte bu çocuk yapıyor. Korkusuz bir velet, Jim gibi. Ballard bu çocuğu unutmamış, Jim'i kurarken ondan yararlanmış.
Dr. Ransome'dı sanırım, Gİ'de buğday bitlerini de yemesini söylüyordu Jim'e. Gerçekte Ballard'ın babasıymış bu. Ballard bitleri tabağının kenarına ayırıp löp diye yutarmış hepsini, ailesi pek hoşnut değilmiş bu durumdan ama protein almak lazım. Savaşın sonlarına doğru Amerikan uçaklarından atılan erzak ve benzeri şeyler gerçek. Jim'in, Ballard'ın kampı özleyeceği de başka bir gerçek. Savaş bittikten sonra Şangay'daki evlerine dönüyorlar, her yerde Amerikan askerleri var ve hiçbir şey aynı değil, Şangay'ın kaosu yıkımın etkisiyle dağılmış, uyuşuk bir düzen altındaki şehir bütün heyecanını yitirmiş. Okuma serüvenine devam eden Ballard'ın can sıkıntısını giderecek yazar Hemingway. Çin'deki son günlerde Hemingway bir kurtarıcı olarak beliriyor.
İngiltere'ye dönüşten sonrası Ballard için sıkıntılı. İngiliz güveninin yerle bir olduğunu gördükten sonra bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşündüğü için toplumu oluşturan kodların sorgulanması gerektiğini düşünüyor Ballard, bunun için şehrin Almanlar tarafından bombalanması gerekmiyordu ama yıkımın şoku sıcakken kararını veriyor. Romanı besleyenin durağan toplumlar olduğunu söylerken insanların simülasyonda yaşar gibi olduklarını da akıldan çıkarmamak gerek; yıkılmış binaların, delik deşik sokakların ortasında İngilizler her zamankinden daha soluk ve hiçbir şey olmamış gibi yaşıyorlar. Yeterince duyarlı biri için korkunç bir ortam. Orwell, Greene ve Huxley için "fazla İngiliz" diyor Ballard, daha farklı metinler yazmak istiyor ve bunu nasıl yapacağını ararken Freud ve sürrealistlerle tanışıyor. Katalizör bulunuyor; akılcılığı reddeden akıllı adamlar, bombaların parçaladığı bir dünya, nükleer savaş tehdidi. Çarpışma'nın giriş yazısında bunları derleyip toplamıştı Ballard, büyük anlatıların günümüz dünyası açısından eskidiklerini, parçalılığı anlatıyordu. İyi bir yazıydı o, eğitimini de psikiyatri alanında tamamlayan Ballard'ın dünyayı anlamlandırma çabalarını ve yazının seyrini belirttiği bir manifesto adeta.
Evliliklerini, çocuklarını, ailesini ve pek çok şeyi geçiyorum, hepsini ilgili okura bırakıyorum. Birkaç ilgi çekici detayla bitireceğim. Çekimler sırasında küçük Christian Bale'ın, "Selam Bay Ballard, ben sizim," dediği bölümden etkilenmemek mümkün değil. Elli yıl sonra Şangay'ı ziyaret ettiği bölümde Ballard'ın hissettikleri de müthiş, anlatılacak gibi değil. BK dünyasıyla çekişmesi de benim için karanlık bir noktaydı, aydınlandı. Ballard başlı başına bir reformist; uzay gemili, bol maceralı bilimkurgu metinlerinin ve türevlerinin kabak tadı verdiği zamanlarda kendi metinlerini kabul ettirmeye çalışıyor. Kolay olmasa da başarıyor bunu. Ayrı bir hikâye, Ballard geri adım atmıyor ve Şangay'dan kurtulan çocuğun ruhunu taşıdığı için mücadeleyi bırakmayarak adını duyurmayı başarıyor.
Yazdığı metinler, yazın ve sinema insanları, pek çok ilgi çekici detay var bu otobiyografide. Otobiyografinin yazılma sebebi çok üzücü; vücuduna yayılan kanserin tedavisi sırasında doktorunun tavsiyesiyle kalemi eline alan Ballard, 2007'de metni bitiriyor, 2009'da bu dünyadan göçüyor. Son bir iz bu, Ballard'ı seven herkesin okuması gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder