Bu, Göle'nin ilk öykü kitabı. AFA'dan çıkmış, bilindiği gibi AFA kepenkleri indirmiş iyi yayınevlerinin gittiği yerde şu an. Çağdaş Türk Yazarları serisinde günümüzün sağlam öykücülerinin ilk metinlerini bulmak mümkün. Sonradan YKY basmış görüldüğü üzere. AFA baskısının ön kapağında şahane bir resim var, Münir Göle iç sayfalarda resim için Zeynep Göle'ye teşekkür ediyor. Annesi sanırım.
Göle'nin öykülerine çizgisel anlatı hakim, zamanlar arası geçişler çizginin farklı noktalarına ulaşıyor ve bağlantı noktalarını oluşturuyor, bunun dışında klasik anlatının dışına pek çıkılmıyor. Borges'i anımsatan bazı öykülerde bu lineerliğin belirsizleştiğini söylemek mümkün, Arayış öyküsü yıllara yayılmış bir yolculuğun, tesadüflerin ve şehirlerin odağında döngüsel bir anlatı oluşturuyor. Yedi öyküden pek azı bu tür bir sarmal içeriyor. Meselelerin ağırlığı farklı tekniklerin kullanımını zorlaştıracak bir yoğunluk taşıyor; toplumsal kodların belirlediği yaşamlardan kurtulma çabası, değer yargılarının çoktan biçimlediği bir dünyada birey olarak var olmanın mücadelesi, cinselliğin ketlenmesi, özgürlük arayışı, bolca müzik, bir o kadar kitap. Öyküleri derinleştiren bağlar.
Zaman Kayması, Zeigarnik işi. Yaşanamamış anlar imgelerle doldurulur ama imgeler başka kaynaklardan gelir, boşluk hiçbir zaman tam olarak dolmaz, her an hissedilir. Eşi Sara'yla sevişirken yıllar öncesinin Aylin'ini aklından çıkaramayan esas oğlanın durumu bu. Üniversiteden arkadaşı olan Aylin'le hafta sonlarını birlikte geçirirler, yakınlaşmanın büyüsünden daha derin bir ilişkiyi bozmamak için uzak dururlar ve yaşam onların arasına denizler koyar. Sara'yla Meksika'da tanışıp evlenir adam, eşini çok sever ama eskinin imgeleriyle Sara'yı ayrıştıramadığı noktada gerçekle kurgunun derinliğine iner, İstanbul'a gelip Aylin'i görmeye karar verir. Yılda bir görüşmektedirler ama bu kez farklı bir şey için, aralarındaki şeyi çözmek için buluşurlar. Şehir değişmiştir, kendileri değişmiştir ama adamın tutkusu sürmektedir, düşündüğü her şeyi anlatır. Aylin sessizce dinler, adamın elinden tutar ve arkadaşının evine götürür. Sevişirler, imge ortadan kalkar.
Sara, eşindeki huzursuzluğu sezmiştir ve gitmesine izin vermiştir, Aylin Sara'nın sunduğu bu özgürlüğün değerinden bahsedip adamı yollar. Adam mutludur, Sara'yı özlemiştir, böyle bir son. İyi ama adam neden mutludur? Geçmişin boşluğunun şimdiyle doldurulacağını sanmam. Birlikte keşfettikleri şey eskinin ulaşılmazlığı dışında bir şey olabilir mi? Yoksunluk yine sızacaktır, çatlağın onarılmasının bir yolu var mı?
Yanılsama, bir insanı tanımanın yıkıcılığı üzerinde duran bir öykü. Anlatıcı, Serra'yı sevmektedir ve evlendiklerinde sevdiği insanın hep yanında olacağı için mutluluktan havaya uçar ama birlikte yaşamanın getirdiği problemleri öngörmedikleri için hayal kırıklığına uğrarlar. "Duygusal eğitim" diyor anlatıcı, Flaubert'in çizgisine yakın bir seyirle birbirlerinden yavaş yavaş tiksinmelerini görürüz: Ayak tırnaklarının kesilmesine şahit olmak, öç almaya kadar giden bir mahremiyet ihtiyacının yarattığı yıkımı simgeler, tuvalet ihtiyacı kirli bir şey gibi gelir, masada unutulan bir tabak katlanılmazlığı ortaya çıkarır. Anlatıcı, bu mesafeyi uzak ülkelerdeki rahat, özgürlükçü flört döneminin -cinsellik dahil- bizde evlendikten sonra yaşanabilmesine bağlar. Gündelik, yaşamsal aktiviteler -tırnak kesmek, banyoda kalan kılların temizliği vs.- sevginin ve alışmanın ritmiyle kabullenilir, bu tür bir süreç yaşanmamışsa ilişki yara alır, biter. Şehir küçüktür, anlatıcının kulağına Serra'nın bir başkasıyla ilişki yaşadığı gelir. Cebinde taşıdığı yedek tırnak makası aşırı ihtiyatlılığını, Serra'ya bir ağabey gibi yaklaştığını fark ettirir, perde kapanır.
İki Tür Yitim'de ölen abinin geride bıraktıklarıyla yüzleşemeyen bir anlatıcı var. Yirmi yıllık küskünlüğün ardından ölümün bile ortadan kaldıramadığı uzaklık, aile tarihinin karanlıklarına doğru çıkılan yolculukta birçok yüzleşme anını ortaya çıkarıyor. Anlatıcı örnek evlat, abi ailenin serseri. Abi dayak yer, hor görülür, hayırlı evlatlığı küçük kardeşine bırakır ve ölümünden sonra bile sıkıntı yaratmaya devam eder. Biyolojik duvar tamamen yıkılmıştır; ölme sırası anlatıcıya gelmiştir ve bu bile başlı başına bir öfke nöbetine yol açar. Bir diğer mesele de itilip kakılmasına rağmen abinin ebeveyn üzerindeki etkisidir. Baba, ölüm döşeğindeyken abinin adını anar ve küçük kardeşin birinciliğini ele geçirir. Anlatıcı yıllar içinde abisiyle kurduğu ilişkinin donuk, kirli suyunda yansımasını çarpık görür, alkole ve tütüne boğulmuş bir yaşama bakıp kendi mutsuzluğunu görür. Başarılı bir hayat sürdüğünü düşünmesine rağmen. Ailesi ne istediyse onu yapmıştır; evliliği, başka kadınlara bakmaması, çocukları, hepsi tamamdır. Adının ak, alnının açık olduğunu söyler. Saplantı halinde. Nefretle. Bernhard'ı anımsatan bir öykü.
Diğer öyküler de benzeri konuları incelikle işliyor. Göle iyi bir öykücü, olmayanların yarattığı mutsuzlukları başarıyla yansıtıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder