Şurada ilginç bir hikâye var metinle ilgili. Tomris Uyar'ın çevirdiğini ekleyeyim.
Styron, altmışından sonra bipolar bozukluğun karanlık dünyasını keşfediyor ve rahatsızlığının acı uçlarını, sonsuz derinliği anlatıyor. Çıkışsız bir sokakta dolaşıp duran insanın binaların arkasını görebilme çabası. Psikiyatrinin ve farmakolojinin bu rahatsızlığın giderilmesinde ne ölçüde etkili olduğu da bir diğer konu. Onca yılın ağırlığı ve ayaklardaki tozların kayalara dönüşmesi bir diğeri.
1985'te Paris'in sokaklarından birinde, neon ışıkların altında yakalandığı krizle başlıyor Styron. Otuz beş yıldan sonra geldiği Paris'te alacağı prestijli ödülün töreninden önce kafa dağınıklığıyla mücadelesinin aslında çok daha derin bir savaşın parçası olduğunu anlıyor ve kara güneşle ilk kez yüz yüze geliyor. Birkaç gün öncesinde çöküntünün pençesinde kıvrandığının ayrımına varmış olsa da her zamanki bunaltılardan birinin geldiğini düşünüyor, her şey siyaha gitmeden önce. "Ödül tarihi yaklaştıkça ne çalkantılar yaşayacağımı öngörebilsem, baştan reddederdim ödülü." (s. 18) Prix Mondial Cino del Duca, kültür çeşitliliğinden yola çıkarak verilen saygın bir ödül. Jorge Luis Borges ve Yaşar Kemal, bu ödülü alanlardan sadece ikisi. Styron için büyük onur ama o kadar tükenmiş bir hale geliyor ki odasında olmaktan başka istediği bir şey yok. Halcion nam ilacın yardımıyla birkaç saat uyuyabilmiş olsa da tedirgin, yakın zamanda bıraktığı alkolün ve uyuşturucunun yoksunluğunda ayakta kalmaya çalışsa da başarabilecek gibi değil. Bu noktada hastalığı hakkında okuduğu kitapları hatırlıyor, "kuluçka evresindeki depresif kimlik", belirtileri görmezden gelmesine yol açıyor. Psikolojik olarak tedaviye hazır olmanın kabullenilmesi gereken bir yanı var gerçekten; görünmeyen yaraların bir başına iyileşebileceği inancından temellenen bir durum. Kabuk bağlayan yaralar, zihnin de beden gibi iyileşebileceğini düşündürüyor ama bu bir yanılsama, bazı kısa devreleri onarmak için yardım almak şart. Bu noktada psikoterapi ve farmakoloji arasındaki savaşı irdeliyor Styron, ortaçağın mezhep ayrılıklarına benzettiği bu mücadeleyi sağaltım için gereken iki farklı kutbun birbirini itmesi gibi bir mantıksızlığa bağlıyor.
Ruh-hali-yarılması. Ödül töreninden sonra yenilecek yemeğe katılamayacağını söyleyen Styron, komitenin tepkisiyle karşılaşınca rahatsızlığını söylemek zorunda kalıyor. Sabahın duru anları, öğlene doğru ortadan kayboluyor ve akşama doğru mutlak bir umutsuzluğun yorgunluğundan başka bir şey kalmıyor geriye. Yine de yemeğe katılıyor Styron ve anlayış kıtlığı yüzünden çekilen acının çoğaldığını söylüyor. Sağlıklı insanların çarpık bir zihnin ne gibi acılara yol açacağını bilmediklerini, zaten karanlıkta bir başına kalmış insanın bu yalnızlıkta daha fazla acı çektiğini belirtiyor. "Bu durumu açıklayacak daha uygun bir sözcük bulamıyorum: Bilincin yerini 'somut, aralıksız işkence'nin aldığı kaskatı bir çaresizlik." (s. 27) Akşam yemeğinde ödül çeki kaybolunca, etrafındaki insanlar masaların altında çeki ararken aslında bilinçaltının bilince eziyet ettiğini düşünüyor Styron, çeki bilmeden ama bilerek kaybetmiş olabilir, orada olmaması gerekirken orada olduğu için.
Otele dönüş yolunda Albert Camus ve Romain Gary'yi düşünüyor, bu noktada yazarın ilginç anılarını öğreniyoruz. Yakın arkadaşı olan Gary, 1960'ta Paris'e gelecek olan Styron'a Camus'yle bir akşam yemeği ayarlayabileceğini söylüyor. Camus hayranı olan Styron çok seviniyor ama daha yola çıkmadan Camus'nün araba kazasında öldüğü haberi geliyor. Arabayı kullanan kişi Camus'nün yayıncısının oğlu, deli gibi sürermiş ve aşırı hız yaparmış. İntiharımsı, ölümle flört halinde bir durum. Camus'nün metinlerini düşünüyor Styron, intiharla ilgili çıkarımlarda bulunuyor ve Gary'den aktarmaya devam ediyor. Gary'nin söylediğine göre Camus bazı zamanlar bezginliğinden bahsedermiş, intihar konusunu açarmış. Hiçbir ciddi girişimde bulunmamasını rağmen ölümü aradığı söylenebilir. Ruhsal tedirginliklerden yakasını kurtaramayan Camus'nün de uzun süreli bir çöküntüye girmiş olabileceğini söyleyen Styron, Gary'nin sık sık bozulan ruhsal sağlığına geçiyor. Bilinen bir hikâye aslında; Romain Gary'yi Emile Ajar olarak da biliyoruz, eşi Jean Seberg'in iyi bir oyuncu olduğunu biliyoruz ve ikisinin intiharının aynı kaynaktan türediğini biliyoruz. Gary, Seberg'e bir baba ve sevgili sevecenliğiyle yaklaşırmış, çok sevdiği bu kadının intiharı onu yıkıp geçtikten sonra kendisi için başka bir yol olamayacağını düşünmüş. Çöküntüden kıvrandığı zamanları, hastane günlerini anlattığı metni okuduğum en çekiç metinlerden biri olabilir.
Paris'te yaşadıklarını sanatçıların yaşantıları üzerinden örneklemeyi sürdüren Styron, Abbie Hoffman'ın ve Randall Jarrell'ın intiharlarını anlatıyor, şöyle özetlenebilir: "Korkak olduğu ya da moral bir zayıflık taşıdığı için asla değil de içini kasıp kavuran çöküntü sancısına daha fazla katlanamadığından." (s. 39) Primo Levi son vuruş. Toplama kamplarından kurtulduktan yıllar sonra intihar etmesi, yaşayanlara bir ihanet olarak görülüyor. İntiharın bu kadar büyütülmesi, yaşamın kutsallığı safsatasından kaynaklanıyor sanırım. Yaşamak güzel ve iyidir, iyi olmadığı noktada sona erdirilebilir. Her şey gibi bu da çok basit ve anlaşılır bir şey olmalıydı, olamadı. İntihara zayıflık gözüyle bakıldığı sürece ölümden korkulacağını düşünüyorum. Neyse, kendi yaşantısına dönüyor Styron ve rahatsızlığın adından yola çıkarak kendi çöküntüsünü inceliyor. "Depresyon" sözcüğü sıradanlaştıkça asıl kimliğinin yıkıcılığı da örtülüyor, oysa dipsiz bir kuyu bu, insanın yaşayacağı en kötü anların sebebi. Hastalığın kuluçkadan çıkma evreleri, Paris'ten dönülen otuz yıllık sevgili yuvanın katlanılmazlığı, hastane günleri, yanlış tedavi uygulayan doktorlar, ilaçların yıkıcılığı ve sağaltıcılığı, pek çok mevzu bu tek kutuplu çöküşün etrafında değerlendiriliyor.
Sıkı bir yazarın anıları, diğer sıkı yazarlar ve tekme tokat hacamat edilecek hastalıkla birlikte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder