2 Ağustos 2018 Perşembe

Gerhard Roth - Uçurumun Kıyısında

Steinhof'un boğuculuğunu Bernhard anlattı, bildik. Ölümü bekleyenlerin bitmek bilmeyen öksürükleri, yavaş yavaş çıkardıkları çürüyen uzuvları, doktorların merhametsizliği, her şey genç Bernhard'ın aklına kazınmıştı, zamanı gelince otobiyografik anlatılarda belirdi. Şimdi bir kez daha karşılaşıyoruz Steinhof'la, Franz Lindner'ın kaldığı ve aklını sayısız saçmaya açtığı bir sirk olarak. Üç karaktere ayrılmış anlatıda anlatıcı olarak yer alanlardan biri Lindner, aklından neler geçtiğine bir an bile bakılsa insanın beyin yerine havai fişeklere sahip olmasının nasıl bir şey olduğu anlaşılabilir. Kendi otoportresine bir göz atalım; uçabildiğini söylüyor. Kulakları fil kulağı gibi. Yeryüzünün 1330'da doğuşuna tanık oluyor. Annesiyle babası tarafından 1741'de dölleniyor. Öldüğü zaman bilincini yitirdiğini, bir daha kendine gelemediğini söylüyor. Anlatının üç karakterinden biri olan arkadaşı Alois Jenner ziyaretine geldiğinde ayrı bir bölüm açılıyor, Lindner anlatmaya devam ediyor. Jenner babasının ölümüne üzülmemiş, onun göğü toprakmış, başının üzerindeki mavi ise bir sınırmış. Duygular bu biçimde beliriyor, eylemler çok daha ilginç. Jenner gitmeye kalktığında bambaşka imgelerle karşılaşıyoruz; "Canis minoris" biçiminde gökyüzüne yerleşiyor. Gitmeden önce söyledikleri de elinde tuttuğu bir göktaşının ağzından duyuluyor: "'Sen yoksun. Yalnızca yaşadığını sanıyorsun; gerçekteyse her şey senin kavrayamadığın, ama ağaçkakanın gagasıyla bir ağaca vurmasından daha fazla bir anlam da ifade etmeyen bir süreçtir ancak.'" (s. 14) Lindner, Jenner tarafından hastaneden çıkarıldığında bu deliliği sosyal yaşamın bir parçası haline geliyor, iletişim kurduğu insanlar onun biçimsiz vücudundan, ucubeliğinden hoşlanmıyorlar ama söylediği şeylerin çekiciliğine kapılabiliyorlar.

Bölümlere uyarak ilerliyorum, Jenner'ın notuna bakıyoruz. Jenner, yaptığı tek hatanın Lindner'a suçundan bahsetmek olduğunu söylüyor. Ele verilme ihtimali çılgın imgelerin uçuşları yakalanırsa var, düşük gerçi, yine de adam göz önünde tutulmalı. Bu yüzden birlikte yaşamaya başlıyorlar. Jenner hukuk öğrencisi, hukuka inanmasa da. Kendi ahlaki değerlerini oluşturmuş biri, bu sayede insanları öldürmekte herhangi bir vicdani çekincesi yok. Evine girdiği yaşlı insanların kendisine yardımcı olmalarına rağmen onlarda delikler açmasının ahlaki olabilirliği sabit, bir problem teşkil etmiyor bu. Sosyal normlara göre, Lindner'dan daha az havai fişeğe sahip olsa da Jenner da akıl sağlığı bozuk bir adam. Birlikte büyüdüğü, liseye kadar okula birlikte gittiği arkadaşından daha "canlı" görüyor kendini. "İntihar etmiş bir insanla konuştuğum hissine kapılıyorum sık sık." (s. 17) Suskunluğuyla kendini tükettiğini ve bunun bir rol olmadığını, gerçek kişiliğinin suskunluğa dönüştüğünü söylüyor. Lindner konuşmuyor, herhangi bir ses çıkarmıyor, sadece yaşıyor. Duru bir yaşam, Gulliver'in Seyahatleri'ni olduğu gibi kopyalamasının sebebi, kendisini ait olmadığı bir yerde hissetmesi. Bütün bunları bir kendini keşfetme isteğiyle yazıyor Jenner, insanları öldürmesi bir keşif, inanmadığı hukukun bir temsilcisi olmaya çalışması da öyle. Ne ki kendini ne kadar üstün görmeye çalışırsa çalışsın, Lindner'ın anlayamadığı parçası yüzünden tetikte, bu adamdan, arkadaşından çekiniyor. Şuradan çıkarabiliriz; Jenner anlatıcı olduğu bölümlerde kendi perspektifinden anlatırken Lindner'ın bakış açısına geçebiliyoruz birden, bir göldeki bütün balıkların uzaya fırladığını ve yıldızlara dönüştüğünü görüyoruz. Anlatıcının gücünü elinden alan başka bir güç var, Lindner'ın nereden çıkacağı pek belli olmuyor.

Lindner şehirde. Jenner okula gittiğinde Lindner sokağa çıkıyor, yürüyüş yapıyor ve şehri kendi renkleriyle donatıyor. Kendini de: "Şehre gittim; orada bir bacağımı kestiler. Bu bacağı o zamandan beri yanımda taşırım: Bazen bir yıldızdır, bazen bir güneş saati, bazen de bir balta." (s. 33) Gün diye bir öyküm var, onda her şeye dönüşebilen bir nesneye sahip olan anlatıcı, nesneyi yanında taşıyor ve bu durum onu sürprizlere açık hale getiriyor haliyle, yaşamın getirdiği her şey o nesnede gizli. Bu metni bir yıl önce okusaydım kesinlikle etkilenirdim ve o nesneyi öyküye koymazdım. Lakin aklıma geldi, koydum. Bu beni Lindner kadar deli yapmasa da aynı meşrepten geldiğimizi gösterir. Bu yüzden Lindner'ın düşünce biçimi, daha doğrusu düşünmeme biçimi oldukça hoşuma gitti. Güneşin ikiye ayrılıp geceyle gündüzü ortadan kaldırması, bir müezzinin sıçmasının buna sebep olması, başka pek çok şey bana göre müthiş mantıklı. Bu mantıkla uzun bir yaşam için gereken her şeye sahip Lindner, bir kere kendiyle kalabiliyor. Kimse olmadan bir başına yaşayabilir, sosyalliği kendi zihninde, bir birey olarak zaten kendinden menkul, o yüzden ayakları yoksa kahveye giremeyeceğini söyleyen garsonu kendi zihninde hacamat ediyor, uzuvlarını dönüştürüyor ve giremeyeceği hiçbir yer kalmıyor böylece. Çok amaçlı bir adam Lindner, amaçlarından görünmüyor bile. Jenner'ın takıldığı kızın, Eva'nın aklının Lindner'da kalması, arkadaşı Julia'ya iki arkadaşı anlattığı bölümde gösterinin ne kadar çekici olduğuyla gerekçelendiriliyor. Jenner çekici, zarif, iyi giyinen bir adam ama Lindner'ın sözleri bambaşka bir dünya kuruyor, mutlak anlamsızlığın insanı eyleme sürüklemesiyle ilgili şeyler söylüyor Lindner, Eva'nın aklını çeliyor. Bir de cinayetler var tabii, Jenner için tehlike çanları çalıyor artık, bir de soruşturma başladığı için diken üstünde artık. Lindner'ın kaybolmasıyla birlikte her şeyi oluruna bırakıyor Jenner.

Üçüncü bölüme geçebiliriz.

Sonnenberg bir soruşturma hakimi, onu dış bir anlatıcı vasıtasıyla göreceğiz. Bu adam işlenen cinayetlerin araştırılması sırasında Steinhof'a gidiyor ve oraya tekrar dönmüş olan Lindner'la konuşmaya çalışıyor. Şenlik bu bölüm, geçiyorum. Jenner'ın notlarının olduğu bölümler de şenlik, onları da atladım. Çok şeyi atladım, özellikle okunması gereken bölümler onlar. Roth hakkında birkaç şey söyleyecektim zaten ama şunu şimdi diyeyim; karakterlerinin etrafına ördüğü dünya şahane. En az iki türü var bunun sanırım, karakterin kendi etrafına ördüğü ve anlatıcı tarafından örüleni. İlkinde anlatıcının bir aktarıcıdan öteye geçmediğini düşünüyorum, ikincisindeyse aktif olarak yer alıyor zaten. İkisi de müthiş. Devam, Steinhof'un karanlığı yer yer Bernhard'ın anlattığı karanlıkla yarışıyor, hatta üslupsuz bir betimleme kullanıldığı için buradaki Steinhof daha korkunç. Sonnenberg'in iç dünyasının diğer iki adamla benzeştiği ve ayrıştığı noktalarla metnin tam ortasında ansızın belirmesi herhangi bir kopukluk yaratmadığı gibi, katili arayan Sonnenberg'le Jenner'ın satranç oynanan bir mekanda karşılaşmaları ve birbirlerine gülümsemeleri, gerginliğin zirve yaptığı bir bölüm. Sonuçta dava görülüyor, masum bir adam mahkum ediliyor ve her şey çözümleniyor. Bu üç çarpık yaşamın sürmesi, her şeyin olabileceğini ve olduğunu gösteriyor bir yandan, son bölümde Lindner'ın otoportresi metnin başıyla sonu arasında yaşanan her şeyin yaşanmamışçasına bayağı olduğunu imliyor.

Roth'un günümüz Avusturya edebiyatının Bernhard ve Handke'yle birlikte üç atlısından biri olduğu yazıyor arka kapakta, muhtemelen doğrudur. Akıl hastanesinin yalıtılmış ortamında dış dünyanın karmaşası olmadan, Lindner gibi bir adam mutluluğu bulabilir, Jenner'ın küçük hobisi bütün dünyayı bir akıl hastanesi rahatlığına kavuşturabilir, Sonnenberg'in akışa kapılıp görmesi gerekenleri görmemesi doğrunun sorgulandığı, Lindner'ın kaçtığı bir dünya yaratabilir. Üç karakter de birbirinin mutsuz olduğu dünyaların yaratıcısı, bitimsiz bir döngünün.

Gazpacho'ya geleceğim az. Yıllardır müthiş albümler yapıyorlar, Norveç'ten kötü bir şey çıktığını görmedim zaten. Aşağıdaki şarkıları şahane bir albümün son şarkısı, albümün hikâyesine göre ilk şarkı da olabilir tabii. Ben şarkının son bölümüne ayrı bir dikkat çekeceğim, 8:30'dan itibaren başlayan bölüm. Farid Farjad çalsa bu kadar olurdu. Muhteşem.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder