4 Ağustos 2018 Cumartesi

Machado de Assis - Mezarımdan Yazıyorum

Etini kemiren ilk kurda ithaf ediyor metnini Cubas, bir tek o kurt okuyacak ve sonrasında her şey yok olacak. Sonra Okura diye ayrı bir bölüm oluşturuyor, Stendhal'ın eserlerini yüz okur için yazdığını duyanların şaşırmaması gerektiğini, kendisinin belki de beş okura seslendiğini söylüyor ama doğru değil bu, az önce sadece bir kurda sesleniyordu, mezarından yazıyordu, bu yüzden yazdıkları onca dağınık ve kötümserdi, zira mezarından yazan bir adam iyimser ne yazabilirdi, üzerinde biten çiçekleri mi, geceleri ıssızlıkta şarkı söyleyen rüzgarı mı yazacaktı, daha da ne olacaktı, Sterne veya Xavier de Maistre gibi serbest bir tarzı tutturmanın bir anlamı olduğunu sezdirecekti, bunlar tek bir odada kendini sekizden fazla kez katlayabilen kağıtlara ve adımlara bir dünya sığdırmışlardı, Cubas da sığdırabilirdi ve sığdırdı, mezarında. Bu yüzden kitabının uçarılar ve ağırbaşlılar tarafından sevilmediğini söylüyor, aslında pek de hoş bir konu değil, ölüm korkusu yüzünden yaşamlarını mahveden insanlardan ölümü aklına hiç getirmeyen insanlara kadar pek çoğu için görmezden gelinecek bir kitap bu, belki de Assis lafa giriyordur ve bu metnine kadar pek satmayan kitaplarını da göz önüne alarak konuşuyordur, bilemiyorum, yine Cubas konuşsun: Halkın teveccühünü kazanmak istemiyor, saygı istemiyor, sadece yaşamının hikâyesini anlatmak istiyor. Sondan başa, mezardan yine mezara. "Kitabı yazmış ve ölmüş değilim, ölmüş ve yazmaya başlamış, yani mezarında yeni bir hayata başlamış bir yazarım." (s. 11) Şehrazad'ın ölümden kaçışı gibi mi, zaten metinde de sıklıkla geçiyor o masallar, birbiri ardınca gelen sudaki çemberler genişliyor, hikâyeler dağılıyor ve anlatacak bir dolu şey çıkıyor ortaya, bu da bitmeyen metinlerden biri, anlatılanlar kadar anlatılmayanlar da hâlâ orada bir yerde, okurun köşesinde duruyor, durur. Cubas olabileceklere de olanlar kadar yer açıyor, hatta daha fazlasına.

Harold Bloom'un 100 dâhi arasında gösterdiği de Assis'i Philip Roth da çokça övüyor, de Assis Brezilya'nın en büyük yazarı olarak görülüyor. 1881'de yazdığı bu olağanüstü metin tek başına yeterli, de Assis dünyanın uzak köşesinden Kafka'yı müjdeliyor ve kendi zamanının Avrupalı yazarlarının ötesinde bir anlatı zenginliği oluşturuyor. Okuyup esinlendiği yazarların etkilerini görmek mümkün; Shakespeare'in çıkmazları, Stendhal'ın kadın-erkek meseleleri, Lord Byron'ın mistisizmi, hatta adı geçmese de Kant'ın ahlak felsefesi metinde kendine yer bulur. Okura sesleniş zaten anlatının temelinde yer alır ki ben tek bir kurda sesleniş olarak değerlendiriyorum bunu. Taktiği kes, böylece güvenilmez anlatıcının ortaya çıkması için de sağlam bir temel oluşturdu de Assis. Tabii ortaya çıkarırsa. Mezarından yazan bir adama ne konuda, nasıl güveneceğiz? Okur olarak işimiz sadece okumak. Yargılamak başka bir şey, biz sadece anlatılanlara tanıklık edeceğiz. Gevezeliğe de katlanmak gerekiyor biraz; Cubas konuşkan bir adam ve hayatı boyunca olmayacak işlerin peşinde koştuğu için palavra atmaya çok yatkın, kendine güveni tam, sözcükleri ve cümleleri parıltılı. Şık bir ölü Cubas.

Vadesi dolan adamımız, altmış dört yaşında bir bekâr olarak gömüldü. Cenazesine pek az kişi geldi, kız kardeşiyle kız kardeşinin eşi dışında bir de sürekli ağlayıp kendi kendine Cubas'ın öldüğünü söyleyen kadın var, bu kadının kim olduğunu anlatının sonunda anlıyoruz tabii. Bir yakı icat ettiğini, onunla parayı kırdığını söylüyor ama bu yakının bahsi metnin sonuna kadar hiç açılmıyor, hikâyesini bekliyoruz ama gelmiyor, yine yakı muhabbetiyle bitiyor olay. Başlarda anlatmaya çalışıyor ama lafı oraya getirmeye çalıştığı her seferde başka bir yere gidiyor kafa, başka şeyler anlatıyor adam. Kafasının çok karışık olduğunu, her şeyi her an düşünebileceğini söyleyebiliriz. Patlamayan tüfeği duvara asıyor Cubas, her tüfeğin patlamayacağını gösteriyor bir açıdan, şık bir hareket. Ailesine gelirsek, büyük büyük dedesi fıçıcı bir adam, fıçı işiyle uğraşıyor, aileyi o kuruyor. Babası nispeten zengin, oğlunu seven bir adam. Çok uğraşacak oğlunu iyi yerlerde görebilmek için ama Cubas sürüklenmediği zamanlarda garip kararlar alacak ve bir başına kalacağı mezara kadar adım adım yalnızlaşacak. Psikolojisini az çok bilebiliyoruz, zaten kendisi de konu hakkında gevezelik yapıyor: "Bildiğim kadarıyla şimdiye dek kendi hezeyanlarını anlatan kimse yok. Bunu ben yapacağım, bilim dünyası da bana minnettar kalacak." (s. 23) Psikolojik olgular üzerinde düşünmeyi sevmeyen okura diğer bölüme atlamasını salık veriyor adam, bölümler arasında ani geçişler yapıp metnin bir ucunu diğer ucuna bağlayabiliyor, onun için doğal hareketler. Trapez diyordu galiba, bütün düşüncelerin biriktiği ve dengede durmaya çalıştığı beyni bir gösteri alanı. Çöplük, hazine odası da denebilir. Geçişler burada doğar, Cubas okura nasıl bir yeteneğe sahip olduğunu göstermek için Virgília'nın hezeyan başlatıcı özelliğini anlatır, bir bölüm buna ayrılmıştır, anlatı kronolojik sayılabilir ama o kadar çok dala ayrılır ki doğrusal zamandan sürekli olarak çıkarız ve geri dönmek için diğer bölümü beklemek zorunda kalırız, tabii Cubas bambaşka bir yere atlamazsa.

Okuluna gidip gelir Cubas, babasını memnun eder ama çok yaramazdır, olmadı şeyler söyler, insanları utandırır, babasından nadiren şamar yerse de şeytan tüyü onu hep kurtarır. On yedi yaşına gelince Marcella'ya tutulur. Civarın en zillisidir, herkesin gözü ondadır ama o zenginlerle takılır, onları bir güzel yolar. Cubas da bir güzel yolunur, babası onu Avrupa'da okumaya yollayana kadar. Orada da küstah ve acımasızdır, Cubas kendini pek güzel eleştirir, okurdan hiçbir şey gizlemez. Okulu bitirip döndüğünde politikacı olması istenir, politikacı olmak için sağlam bağlantılara ihtiyacı vardır ve Virgília'nın ailesi sağlam bir bağlantıdır. İlk karşılaşmaları bu. Cubas aşık değildir, dolayısıyla Virgília bir başka adamı tercih ettiğinde kalp ağrısı çekmez pek. Sonrasında, tekrar karşılaştıklarında ve yıllar sürecek kaçak aşkları başladığında ikisi de yeterince acı çekecektir. Tam bu noktada şahane bir alıntı yapmam lazım: "Ah benim patavatsız, kör cahil sevgilim, bizi dünyanın hâkimi kılan yeteneğimiz budur: Geçmişi yeniden kurmak. Böylece kanılarımızın değişkenliğini, sevgilerimizin beyhudeliğini kanıtlamış oluruz. Pascal, insanın düşünen bir kamış olduğunu söylemiş. Yanlış... İnsan düşünen bir dizgi hatasıdır. Hayatın her dönemi, bir öncekini düzelten yeni bir basımdır ve her dönem, bir sonraki tarafından düzeltilecektir; ta ki nihai basım yapılana kadar, ki yayıncı bu basımı kurtlara adamıştır." (s. 84) Bu yüzden acı verenler değişmese de acı hep yenilenir, ilk kez çekiliyormuş gibi hissedilir. Altmış yaşında terk edildiği için intihar eden insanları anlamak kolay, hiç altmış yaşında öylesi bir acıyla karşılaşmamışlardır. Bu yüzden Cubas da anlatı boyunca yaşlanır, yirmilerini harcar, otuzlarını, kırklarını, ellilerini ve altmışlarını harcar, sonra kurt için bir itirafname hazırlar, yaşamını ve acılarını diri tutabilmek için.

Siyasi meselelerle, deli bilgelerle, bitmeyen aşk maceralarıyla dolu, çağının çok ötesinde bir metin bu. Daha yazılacak çok şeyi var, benden bu kadar. Mutlaka ve mutlaka okunmalı, hatta okuma sırasında önlere alınmalı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder