Ölümü düşünmek veya doğaya bakmak. Elli iki yaşındaki adamın bunlarla pek bir işi yok. Kendi düşüncelerinin salınımını takip ediyor, şimdiye kadar başka türlü bir uğraşı olmamış. Genazino'nun üslupçuluğu; Türkçeye çevrilen diğer metinlerinde de aynı adamla karşılaşırız, aynı uğraşları görürüz. Yürümenin anlatısıdır aslında, yürümenin sağaltıcılığı olmadan. Sokaklar, insanlar, nesneler, diyaloglar, garip kişilikler, kıyaslar ve kendini bunların içinde bir yere konumlandıramama. Aşk aptallığından bahsediyor, hatta kuramlaştırmaya çabalıyor anlatıcı ama aşkı bir sözcükten öteye uzandırdığını hiç sanmam, aşkla hiçbir ilgisi yok kendisinin. Sevgiyle de. Belki biraz var ama hayatındaki iki kadına karşı kalbiyle hareket ettiğine dair bir işaret yok. İçi boş sözcüklerle tanımlıyor onları, tamamen kendi perspektifinden gördükleriyle yetiniyor, empati kurabildiği şüpheli. Verdiği kıyamet seminerlerinde yeni faşizm modellerini ve insanoğlunun sonunu getirecek iletişimsizliğin tehlikelerini anlatırken bile sadece bir iş bu, ötesi değil. Ötesinde insanlık için kaygılanması umulur ama bu da elde yoktur. Hissiz bir adamın yaşamını anlatır Genazino, belli bir zaman aralığında kronolojik biçimde ilerler, geçmişin izi pek azdır. Anlatıcı daimi bir şimdide yaşar gibidir, geçmişine ket vurmuş gibidir. Ara ara çocukluğuna döndüğü olur, orada sadece travmatik anılar vardır. Sıkıntı büyük ama ne olduğunu da tam anlatmaz, sadece sürüklenişini gösterir.
Pizza yenecekse Sandra veya Judith hazır, sadece seçmek kalıyor. Sandra otuz dört yaşında, şef sekreter olarak çalışıyor. Yirmi üç yıldır tanışlar, başlarda evlenmek üzerelerken anlatıcı çocuk sahibi olmak istemediği için Sandra bir başkasıyla evleniyor, çocuk doğuruyor ve anlatıcıyla tekrar görüşmeye başlıyor, evlilik sürerken. Boşanmanın ardından tekrar beraberler, Sandra hedefini gerçekleştirdikten sonra adamımızla doludizgin yaşamaya devam ediyor. Genellikle Sandra'nın evinde buluşuyorlar, adam eve pek çağırmıyor Sandra'yı. Judith'i de. Judith anlatıcının yaşlarında. Gençliğinde umut vadeden bir piyanistken sıçrama yapamadığı için istediği seviyeye gelemiyor ve ders vermeye başlıyor, şehrin her yerinde öğrencileri var, yabancı dil ve müzik öğretiyor. Sandra'ya göre daha entelektüel, tercih edilme sebebi muhtemelen bu. İki kadının birbirlerinden haberleri yok, adam "hayata çift demir atmak" için iki kadınla birlikte. İkisinin de hassas noktalarını biliyor, nelerden hoşlandıklarını biliyor ve davranışlarını bu özelliklere göre belirliyor. Sonunda yine kendi bencilliğine varıyor; Sandra'nın tembihlerine rağmen o yokken çiçeklerini sulamaya gitmediği için birkaçının ölümüne sebep oluyor, yenilerini alıp olayı çaktırmamak için plan yapıyor, bunun gibi şeyler. "Hesaplaşmam gereken biri var ve o benim." (s. 16) Adam yaşlandığını hissediyor, varisleri kendisine acı veriyor ve sağlık problemleri ardı ardına belirdikçe bir tercih yapmaya doğru sürüklendiğini hissediyor. Tercih, tartının hangi kefesi ağır basarsa onu seçecek. Yalnızlığını, korkularını ve umutsuzluğunu düşünürsek Sandra'yı tercih ettiğini söyleyebilirim, Sandra adama uzun yıllar bakabilir. Çıkardan başka bir şey yok, günümüz toplumunun kara mizahi bir anlatımı. Sevgisizlikten, ilgisizlikten ölmenin mümkün olduğunu söylüyor Tomris Uyar, bu adam sıkı bir katil olabilirdi, birlikte olduğu kadınlar da kendisine biraz olsun benzemeseydi. Sandra adama evlenme teklif ediyor, sırf kendi ölümünden sonra emekli maaşı adama bağlanabilsin diye. Burası karanlıkta, anlatıcı bilerek anlatmıyor ama kadının ölüm korkusundan faydalandığını söylemek mümkün. "Tek eşlilerin acıları" kendisi için katlanılabilir değil, korkusu ayyuka çıktıktan sonra çok eşliliği de söz konusu değil. Anlatıdaki zaman tam bu kırılma noktasında akıyor.
Kendisini dondurmuş gibi hissediyor adam, belli bir yaşta sonsuza kadar kalabileceğini düşünürken yılların geçtiğini fark etmesi zaman alıyor. Eski eşiyle karşılaşması, eskisi gibi ereksiyon olamaması gibi sorunlar alarm zillerini çaldırıyor, çünkü seminerlerinde anlattığı kıyametin kendisi için çoktan geldiğini, bunun farkına varmadığını anlıyor. Bağlanma probleminin yanında kendine güvensizliği de pek çok olayda görülebilir, insanların kendisi hakkında ne düşündüklerini çokça umursuyor. Başka, bırakamıyor. Düşünce zincirinden kurtulamıyor, uçan kuşun konduğu binada yaşayan insanlardan biriyle çorba içerken kaşığını yere düşürür düşürmez, onca düşüncenin ağında, hiç istemediği bir şekilde kapana kısılıyor. Kendinden kurtulması için kendinden kurtulmaktan başka bir yol olmadığını göremiyor, terapist benzeri bir adamdan yardım istiyor nihayetinde. Adamın salık verdiği olay çok hoşuma gitti, ben de deneyebilirim. Eski bir bavul veya çanta alıyorsunuz, eski eşyalarınızı -yeni de olabilir, size kalmış- bavula koyuyorsunuz, sonra bir banka oturuyorsunuz ve bavulu görebileceğiniz, işlek bir noktaya bırakıyorsunuz. Biri gelip bavulu alıyor, gidiyor. Gitmesine izin veriyorsunuz. Tarihinizin bir parçası kayboluyor, sizi biçimleyen nesnelerden kurtuluyorsunuz ve yeni biçimlenmelere açılıyorsunuz. Adamımız buradan ölümün hiçliğine ulaşıyor; ölmek her şeyin götürülmesi, ortadan kaybolması demek. O zaman fark ediyor adam, seçme zorunluluğunu kendisi uydurdu, o zaman eski bir çantaya seçme zorunluluğunu koysun, yaşlılığını koysun, üzüntü veren ne varsa koysun ve her şeyin kaybolmasına izin versin, bir sonraki atağa kadar. Başlanan noktaya dönüş. Yeterince yargıladım zaten, biraz daha yargılayayım. Tom Hardy'nin Locke diye bir filmi var, Hardy'nin oynadığı karakteri pozitif kutba koyarsak bu adamı negatife koyabiliriz. Filmde adam iki kadınla sürdürdüğü ilişkinin doğurduğu problemleri -karısı ve çocukları kendisini evde beklerken o bir iş seyahatinde tanışıp seviştiği, hamile bıraktığı kadının doğumuna yetişmek üzere yola çıkmıştır- ve iş yerindeki sıkıntıları birkaç saatlik yolculuk sırasında, telefonla çözmeye çalışır. O kadar dirayetli, kişiliğinden ödün vermeden hareket eder ki... Bilemiyorum, sanırım gerçeklikleri eşitleme diye bir şey uyduracağım. Derin bir ilişki kurduğunuz insana bilmesi gerekenleri -o insanın taleplerine göre belirlenir bunlar, dengelenir, itilip çekilir, olmazsa ilişki derinlikten uzaklaşır ve kopar- söylersiniz veya söylemezsiniz. Söylerseniz gerçeklikleri eşitlersiniz, söylenecek şeyler sizin için çok önemli şeyler olabilir, bu durum o insanın da çok önemli olduğunu gösterir. Değer verdiğinizi gösterirsiniz. Sessiz kalarak farklı bir gerçekliğin üretilmesine yol açıyorsanız, o zaman o insanın onurunu, kişiliğini, kısacası yaşamını umursamadığınızı gösterirsiniz. Sanırım dünyada bundan daha büyük bir haysiyetsizlik yoktur. İnsan olan yapmaz diyelim. Haysiyetsiz lan bu herif kısaca. Hardy'ye bakın, adam telefonda çat çat eşitliyor gerçeklikleri, eşine durumu anlatıyor, çocuklarıyla konuşuyor, bedeli ne olursa olsun. Helal be.
Gevezelik bir yana, adamımızın dünyasında her şey bir tedirginlik kaynağı. İletişim kurmak zorunda kaldığı insanlar, sokakta karşılaştıkları, evindeki eşyalar dehşet verici. Kadınlarıyla birlikte olduğu zamanlarda biraz rahatladığını hissedebiliyoruz, o da biraz. Açık alanda yapılan seks, kalçalar orijinal bir pozisyondayken yapılan seks, seks, seks, seks. Ölüm de adamı yola getiremediğine göre iktidarsızlığa kalıyor iş, o da pek uzakta değil zaten.
Genazino'dan bir kent insanı daha. Yalnız, kaygılı, sorunlu, onmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder