Pastoral bilgelikle dolu bir metin. Norveç'in dağlarında, tepelerinde geçen ve mutlu bir çocuğun merkeze konduğu güzel bir anlatı. Çocuğun neden mutlu olup olmadığını bilmiyoruz, muhtemelen Norveçlilikten aldığı tadı başka hiçbir şeyden almadığı içindir. 19. yüzyılın soğuk ve yalnız ormanlarında, çiftliklerinde geçen olaylara baktığımızda insanların gayet doğal olduklarını, modern dertlerden mustarip olmadıklarını görüyoruz. Danslar düzenleniyor mesela, gençler danslarda tanışıp eğleniyorlar. Orta yaşlılar tarlaydı, bahçeydi derken günün sonunda mutluluk çubuklarını tüttürüyorlar. Yaşlılar arıza çıkarabiliyorlar ama kendilerince sebepleri var, Norveç'in serserileri pek olduğu için insanlar çok üzülüyorlar ve ya Black Metalci oluyorlar ya da intihar ediyorlar. Neyse ki bahsi geçecek olan yaşlımız gibiler doğru yolu buluyorlar, düşünüp taşındıkları zaman başka bir insanın yaşamını yönlendiremeyeceklerini anlıyorlar, hatta kendi yaşamlarını yanlış yönlendirdiklerini de anlıyorlar, böylece kendi yaşamlarını yanlış yönlendiriyorlarsa başkasının yaşamları konusunda ne gibi hatalar yaptıklarını da anlıyorlar. Anlayışın anlatısı bu; son derece basit, biraz didaktik, biraz kül ve biraz da duman. Çeviri ve düzelti konusunda bir iki şey söyleyip mevzuya gireceğim, yer yer rahatsız olduğum şeyler var. Çeviri biraz kirli. Gibi geldi bana; bazı sözcük tercihleri diyalogları son derece yerelleştirmiş, Norveçli bir okul müdürünün değil de Cevizli Anadolu İmam Hatip Lisesinin müdürünün konuştuğunu düşünebilirsiniz. Sonra, özel isimlere gelen eklerin ayrımında sıkıntı var, göz kanatıyor. Bağlaç olan da / de mesela, kesme işaretiyle ayrılmış isimden. Böyle yazan biriyle karşılaştığım zaman direkt münasebeti kesiyorum veya WhatsApp'tan el bombası, füze falan gönderiyorum, çünkü onu düzgün kullanamıyorsan bomba yemelisin. Neyse, iki hafta sonra Yeşim'le Ankara'ya gidip serserilik etme kararı aldık, böylece arkadaşlarıyla tanışıp askerliğin verdiği nefretten kurtulmuş bir Ankara'ya kavuşacağım nihayet. Yayınevinin mekanına da uğramayı düşünüyorum, düzelti işlerini gönüllü olarak üstlenebileceğimi söyleyeceğim. Gerçi mutlaka bir şey gözden kaçıyor anlamadığım bir şekilde. Onur Selamet'in Ölü Dalgıcın Sonbaharı nam bombastik metni çok temizdi gerçi, adam şahane yazmış, düzeltilecek pek bir şey bulamamıştım ki öykülere dalıp gitmemek için zor tutmuştum kendimi. Şimdi Dedalus Lukundoo'yu bastı, matbu hali henüz elime geçmedi ama iyi bir iş çıkarmışımdır umarım. Bir de şey, Gerekli Kitaplar'ın Salingerlı ve Ursulalı olanları hariç diğerlerinde bir hata bulursanız telefonumu vereyim, bomba momba bir şey sallayın. Teşekkürler.
Evet, mutlu çocuk. İsminin Eyvind olduğu ve doğarken ağladığı bilgileriyle başlıyoruz. Zaten akan bir anlatının içinden çekilip çıkarılan bir parçaymış gibi bir giriş, hoş. Yaşamın belli bir alanına, belli bir odaktan bakacağız ki Bjørnson klasik bir anlatı örgüsüyle yazıyor, çağının edebi anlayışına uyuyor. Oyundur, teknik takladır, böyle şeyler beklememek lazım. Neyse, bu güzel erkek çocuğu bir gün keçisiyle birlikte dolanırken bir kız çocuğuna rastlıyor, kızın adı Marit. Çocuğu bir kekle kandırıp keçinin sahibi oluyor ve oracıkta keçiye şarkı söylemeye başlıyor. Çok sayıda şarkı çıkıyor karşımıza, bu şarkıların çevirileri de bir tık daha iyi olabilirmiş gibi geldi bana ama çok muğlak bir alan benim için, belki boşa sallıyorumdur, bilemiyorum. İşte, çocuk keçiyi yitiriyor ve korkunç bir acı duyuyor içinde, bir daha Tanrı'nın yanında bile mutlu olamayacağını düşünüyor ve kendi kendine karar alıyor; bir daha asla yanlış bir şey yapmayacak. Erkenden olgunlaşıyor Eyvind, acıyı tattığı an dünyası bambaşka bir biçime kavuşuyor. Sonrasında okul başlıyor, Eyvind bakıyor ki Marit'le aynı sınıfta. Süper. Tabii okulla birlikte müdür de giriyor anlatıya, hatta müdürün kardeşiyle olan münasebetinin hikâyesi için ayrı bir bölüm yazıldığını görüyoruz. Hiç yoktan edilen bir kavga, yıllar sonra kardeşin ölümüyle sonlanan bir ayrılık, kısaca bu. Müdürün hikâyesinden anladığımız kadarıyla kırdığımız ve üzdüğümüz insanlarla çok geç olmadan görüşmeliyiz ve ne çarpıklık varsa düzeltmeye çalışmalıyız, zira o yükle yaşanmaz. Yaşanır, akla geldikçe dünya buruşur, kapladığımız boşluğu duyumsarız ve yaşamımıza sığamadığımızı hissederiz. Bu iyi bir şey değil. Evet, daha en başta müdürün geçmişini öğrendikten sonra beyefendinin anlatının bir yerinde çok önemli bir rol oynayacağını öngörebiliyoruz, zira son derece öngörülebilir bir anlatı bu.
Danslar ve danslar. Marit'le dans etmek isteyen Eyvind'i elinin tersiyle iten John Hatlen'in Marit'le evlenmek gibi bir niyeti var, Marit'in dedesi de bu evliliğin gerçekleşmesini istiyor ama Eyvind ve Marit arasında şimşekler çakmış durumda. Dedenin sıkıntısı, Eyvind'in pek de zengin bir aileden gelmemesi ve damadını andırması. Damadı parasını yemiş, kızının hayatını mahvetmiş ve Marit'i dedeye bırakıp arazi olmuş sanırım. Dededeki çiftlik bölgenin en büyük çiftliği, hal vakit yerinde, o zaman neden serseri olma potansiyeli taşıyan birine torununu versin? Evet, kötü adam dede ama hep kötü olarak kalmayacak, okul müdürünün de yardımıyla aklı başına gelecek, özellikle Eyvind üniversitede iki yıl boyunca tarımla alakalı hemen her şeyi öğrenip geri döndüğü ve kendi çiftlikleriyle civardaki çiftlikleri coşturduğu zaman. Dedenin çiftliği büyük ama modern yöntemler kullanılmadığı için verimi düşük. Yaşlı adam Eyvind'in yaptıklarını görünce yumuşuyor, çiftliğiyle torununu Eyvind'e emanet ediyor ama önce çiftliğini emanet ediyor, para daha mühim kendisi için. Hastalıklı korumacılık duygusunun nasıl ketlendiğini bilmiyoruz, kararın değiştiği zamanı da bilmiyoruz.
Mektuplar. Eyvind iki yıl boyunca uzaklarda okurken müdürle, Marit'le ve ailesiyle mektuplaşıyor. Bu mektuplaşma bölümlerinde mektuplar direkt alınmış, yazıldıkları gibi okuyoruz ve yine bir sıkıntıyla karşılaşıyoruz; metne karşı yabancılık doğuran bir, ne bu, soğukluk duyuyoruz. Marit'le Eyvind mektuplaşmaları sırasında kavga ediyorlar ama kavganın sebebini tam olarak bilemiyoruz, çünkü sözlerin ardında karakterlerin hissettikleriyle ilgili pek bir şey bilmiyoruz. Sonuçta uzunca bir süre konuşmuyorlar hatta birbirlerinden vazgeçme noktasına geliyorlar ama öyle böyle toparlıyorlar yine. Açıkçası bu açıdan biraz kusurlu bir metin ama çeviriden kaynaklanıyor da olabilir, bilemiyorum.
Çocuk iyice mutlu oluyor ve anlatı sonlanıyor. Bu. Çatışmaların dengesi tam tutmamış, aksaklık var ama yine de iyidir, bittabi okunabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder