23 Eylül 2019 Pazartesi

Cristina Rivera Garza - Tayga Sendromu

Dilin yarattığı belirsizlik coğrafyanın farklı ögeleri -dağ, tepe, bayır, çayır, hortum, Kraken vs.- içermeyen değişmezliğiyle temelleniyor. Tayga: Binlerce kilometre süren aynılık. Hiçbir uyaranın olmadığı odalarda on dakika geçirdikten sonra kendi uyaranlarını yaratan bilincin bu süreğen kısırlıkta yaratacaklarını geçmişten çekip alacağını düşünebiliriz, eldeki verilerden yararlanılacak. Masallardan örneğin, en gerilerden gelen anlatı parçalarından, insanlığın ilk zamanlarındaki korkularından temellenip gelen söylencelerden. Kurt veya genel anlamıyla yırtıcılar, ateşlerin gece boyu beslenme sebebi. Hansel ve Gretel, elde kalana sarılma isteği, yitenin yası sürerken çıkar bir yol bulma çabası. Anlatı boyunca karşımıza çıkacak izlekler bunlar, Propp'un topraklarında geçen bir arayışa yakışıyor. Mevzu basit, dedektif romanları yazan bir kadın dedektifin anlatıcılığında ilerleyeceğiz, kocasını ardında bırakıp adamın biriyle taygaya kaçan, gittiği yerlerden kocasına telgraflar yollayan bir kadının peşinden. Anlatıcı işi kabul edecek, miadı dolmuş olan iletişim biçimleriyle -mektup, telgraf, artık ne varsa- haşır neşir olan kadının izinden gitmek isteyecek çünkü, kendi yazarlığını ve kurmacaya varan kişiliğini -aynı belirsizliği kendi eylemlerinde de görebiliyoruz, anlatımındaki benlik algısı tayganın etkisiyle çarpık- besleyecek bir vaka bu. İkinci eşi bitmek bilmeyen ormanların ve düzlüklerin içinde yitip giden adamın -ilk eşinin işlevi?- iş teklifi sırasında gösterdiği telgrafta yazan: "HOŞÇA KAL DEDİĞİMİZ ZAMAN İÇERİ NEYİ BUYUR EDERİZ?" (s. 10) Kadının aradığı şey buysa dedektifin bulması gereken şey de bu, kadının kendisi değil. Adam uyarıyor en başta, tayga sendromuna tutulmamak gerekiyor. Korkunç kaygı ataklarına yakalanıyor insan, taygadan kurtulmak için yürünmesi gereken bitimsiz yolların ortasında insan çıldırabilir. As Far As My Feet Will Carry Me'yi hatırlıyorum, Sibirya'daki kamplardan kaçan bir Alman askerinin İran'a yürüyüşü. Bembeyaz bir uzam. Ağaçların varlığı perspektifteki lekelerden öteye gitmiyor, hiçlik tükenmediği için. Farklı zaman katmanları böyle bir mekanda iç içe geçebilir, anlatının düzlüğü ironik bir şekilde ortadan kalkabilir. En başta arayışın sonunu görüyoruz örneğin, ardından adamla dedektifin konuşmalarına şahit oluyoruz, araya dedektifin arayışla ilgili düşünceleri giriyor, sonra adamın dedektifi bulma anına dönüyoruz, durmadan atlayıp zıplıyoruz, tayganın dışındaki olaylarla taygadakiler arasında dilin farklılaşmasına şahit oluyoruz ki önemli bir şey bu, her şey olup bittikten sonra tayga sendromundan kısmen kurtulmuş olmayı imliyor. Bir de şu var, serbest dolaylı anlatıcının karakterle yer yer aynı çizgiye denk düşmesi bilinen bir teknik olsa da bunun tersini ilk kez görüyorum ya da gördüğümü düşünüyorum, gerçi anlatıcı serbest değil ama neyse, mesele şu ki kaçak çiftin davranışlarını öngören dedektifin yaşananları aktarma biçiminde varsayımlardan yola çıkılarak -elde belirli bir bilgi olmadan- yaratılan bir gerçeklik var ve dedektifle birlikte hareket eden çevirmen bu gerçekliğin içinde yer alıyor. Muğlaklıkla bezeli atmosferin bir kaynağı da burada, hangi gerçekliğe inanmamız gerekiyor? Anlatı doğrusal bir çizgide sürmüyor, gerçeklik akışkan, tek bir adımın bütün bir zeminde iz bıraktığını söyleyebiliriz. Kısacası bu metin tekinlik sunmuyor, zaten daha baştan uyarılıyoruz: "Bir vakanın ne zaman başladığını, soruşturmayı ne zaman kabul ettiğinizi bilmek zordur." (s. 12)

Yola çıkmadan önce kendi yazarlığından bahsediyor anlatıcı, bir polisiye yazarının gizli yaşamını yaşamaya başladığını söylüyor ve metnin biçemine ulaşan bir açıklamada bulunuyor: "Olayları oldukları, olabilecekleri ya da olmuş olabilecekleri gibi anlatmak değildi bu yöntem; hayalimizde hâlâ nasıl titreşiyorlarsa öyle yazmaktı." (s. 17) "Aşkın sona ermesi gibi sona ermesinin sonu" da araya sıkışıveriyor, sona varmanın nihai hedefi bir yolculuğa dönüşmüş gibi duruyor giden kadın için. Adam eşinin geri getirilmesini istiyor, sanki hiçbir şey değişmemiş gibi. Dedektif, adamın sakalını okşuyor, sol yanağını da okşuyor. Gece karanlık. Bu noktada bir belirsizlik, benzerlerini sıklıkla göreceğiz. Metin kısa bölümlere ayrılmış, bölümler de kendi içlerinde anlatıcının düşüncelerinden arayış edimine ve masallar dahil olmak üzere paragraflarla pek çok bölümcüğe ayrılıyor, parçalı yapı sıkı bir okuma istiyor kısaca. Yeni bölüm, zıplama, taygayla tundra arasında kalan köyün sakinleri bir zaman çifte acıdıkları için kol kanat gerdiklerini söylüyorlar. "Tayganın etkisinin bulaştığı deli bir çiftti bunlar." (s. 22) Masallar burada devreye giriyor; Grimm Biraderler'in yazdığı orijinal halleriyle modernitenin yenilediği biçimleri karşılaştırılıyor ve Hansel'le Gretel'in aslında kendi kendilerinin cadıları oldukları fikrine ulaşılıyor. Hepsi başkalaşmış kısaca, yolculukları sürerken değişim geçirmişler, Kurt aslında bir güzel yemiş insanları, kıssadan hisseye ulaşmak için kana bulandırılmış her yer. Çiftin kaldığı kulübede gezinen dedektif, kadının günlüklerinde okuduklarından ipuçları çıkarmaya çalışıyor ve çevirmeniyle birlikte arayışını sürdürmeye devam ediyor. Elde telgraflar. "UZAK, HİÇ BU KADAR YAKIN OLMAMIŞTI." (s. 26) Çevirmenle dedektifi deli çiftle aynı kefeye koyuyor köylüler, iki delinin peşinden iki deli gidiyor, masalların dönüşümü sürerken köylüler bir kurttan bahsediyorlar. Ulumaya başlamış bir zaman, önemli olmasa söylemezlerdi diye düşünüyor çevirmen, ne anlam çıkaracağını bilemiyor. Dedektif de bilemiyor, yaşadıklarını raporlayıp işverenine teslim etmek için hazırda tutuyor. Leş kokan bir kulübe, çiftin geride bıraktığı gizemin artıkları. "Gerçekten burada mıydılar diye sormaya başlamıştım, yoksa onları biz mi icat ediyorduk zihnimizde?" (s. 36) Geri dönemeyeceklerini fark edip etmedikleri de bilinmiyor, anlatıcının söylediğinin aksine. İzlendiğini düşünüyor, bölgenin ekonomik açıdan en güçlü adamıyla karşılaştığı zaman bu düşüncesinin temelini buluyor sonunda, arayışının sorgulanması gerekiyor ki sadece kendi kurgusu olan bir izin peşinden gitmediğinden emin olsun. Adam biliyor çifti, gördüğünü söylüyor, tayganın içinde silinip giden iki beden. Komik geliyor bu, kahkaha atıyor, çevirmenle dedektife bakıp gülüyor. Diğer delilerden farkları yok. Karşılaştıkları bir çocuk da çifti gördüğünü söylüyor, bölge halkının kutlama yemeğine katılan adamla kadın gerçekliklerini sabitliyorlar böylece. Dedektifin kendi gerçekliği dışında da varlar, tayga oyun oynamıyor. En azından bu açıdan.

Çocukla kurt ikili oluyorlar, biri gözlemlerken diğeri parçalıyor. Gözlem: Bir kulübede birbirlerinin üzerine çıkan iki insan. Üçüncü bir bacak, on beş veya on sekiz santimetre uzunluğunda, güdük. Kadın güdük bacağa sarılıyor, ısırıyor, emiyor. Adam bacağını kadın değdiriyor, içeride bir şey arıyor. Çevirmenin sözcükleri deli çiftin cinselliğini garip bir biçime sokuyor, çocuğun sözcükleri de olabilir bu, dedektif emin olamıyor. Kurt beliriyor ansızın, bedenleri salyayla, dışkıyla, kanla ve meniyle sıvıyor. Bunu dedektif yaratıyor, kurmacanın bu bölümünden emin olabiliriz. Belki. Taygayı yirmilik dişlerinde hisseden ve yutan dedektifin de kurtlaştığını söyleyebiliriz üstelik. Devinim durmadan devam ediyor, birbirine dönüşen insanlar, taygaya dönüşen insanlar, anlatının ögeleri birbirine girmeden sürmeye devam edecek kadar bir düzlük kalıyor elimizde, her seferinde.

Kadın bulunuyor, geride kalana iyi olduğunun haberini vermesini istiyor dedektiften, sonra yolculuğunu sürdürüyor. Kadının dönüşünden sonrasını anlatmıyorum, kalsın.

En sonda bir şarkı listesi var, dileyen okurken dinlesin diye. Bakılabilir.

Yüz Kitap'tan yine sıkı bir metin. Bu sefer bekleyemedim, Kıraathane'den kendim aldım. Ne diyeyim, tez okuna.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder