25 Eylül 2019 Çarşamba

John Garrison - Cam

Yüzey ve ekran, derinliği barındıran duvar, devinimi gösterip muhtelif katılımları -devinime, kendisine- imkansız kılan engel, cam bu. Çağrıştırdıklarından çok teknolojiye sunduğu olanakları ele alınıyor bu metinde, günümüzün teknolojisindeki kullanım alanları ve gelecekteki muhtemel işlevleri iki ana yaklaşımdan birini oluşturuyor, diğer yaklaşımda edebi yansımalara genişçe bir yer ayrılmış. Kısa bölümler halinde ilerliyoruz, serinin diğer metinleriyle kıyaslarsak odaklanılan noktaların daha spesifik ve homojen olduğunu söyleyebiliriz, kısacası bir başlık, bir mevzu. Felsefeden sinemaya, oradan edebiyata zıplamalar yok. Mesela önsöze bakalım, Garrison Youtube'da izlediği fütüristik bir kısa filme dikkat çekiyor. 2011'de piyasaya çıkmış bu, zamanı için oldukça eski fikirler içermesine rağmen yine de dikkat çekici tabii, bir süre sonra Black Mirror'a bağlayacakmış gibi. Michio Kaku sanırım Olanaksızın Fiziği'nde bunu ve bunun çok daha ötesindeki teknolojileri anlatıyordu, dudak uçuklatıcıydı anlattığı şeyler. Örneğin nanoteknoloji sayesinde yüzeylerin akışkan olacağından bahsediyordu ki katı olan her şeyin gerçekten de buharlaşması söz konusu burada, aniden beliriveren duvarlar, camlaşan beton, şeffaflaşan bir dünya. Neyse, camın bu biçimde kullanımı çok etkileyici olduğu için böyle bir incelemeye girişmiş Garrison, nesnenin tarihine biraz değinip Ortaçağ'ın başlarında aynayı, Rönesans döneminin başlarında kum saatini temsil ettiğini söylüyor ve meseleyi günümüze kadar getiriyor. "Uzun zamandır camı insanlarla nesneler arasında olduğu kadar insanlarla insanlar arasında da yeni etkileşim biçimleri için eşi benzeri görülmedik vaatler sunan bir şey olarak tasavvur ediyoruz." (s. 9) "En çok aşina olduğumuz gündelik nesnelerden birinin çağrıştırdığı anlamların izini sürmek" konusunda köşeleri belirgin ve güzel bir çalışma ortaya koymuş Garrison, olayı çok dağıtmadan yansıyanı ve ötede belireni anlatmış bir güzel. İkinci bölümde kısa filmi özetliyor ve birtakım çıkarımlarda bulunuyor. Dişlerini fırçalayan karakterin takvime bakarak gelecek zamanla da uğraşmasını bir eşzamanlılık olarak görüyor, bunu daha da genişletebiliriz. Geleceği takvim üzerinde belirginleştirmeye çalışırken geçmişin görüntüleri de vursun ekrana, bir yandan da diş fırçalayalım, algılarımız tam anlamıyla içinden geçilen veya geçilecek şimdilerden ibaret bir dünyayı algılamaya başlayacaktır. Hopiler bu teknolojiyle karşılaşsalar yaşamı tam olarak kendileri gibi görüp gösteren nesneden korkarlardı muhtemelen. Şimdinin hükümranlığındaki zamanların geçidi. İkinci filmde Kaku'nun değindiği bir şey: Sağlık verilerinin dünyanın öbür ucundaki bir doktor tarafından değerlendirilmesi, ekrandan. İki doktor konsültasyondalar, aslında duvarmış gibi davranan bir camda -tersi de olabilir- birbirlerini görüyorlar, konuşmaları anlık. Teknoloji bunu sağlayacak, zamanın tecimselliğini iyice ortaya çıkarıp olabildiğince tasarruf etmemizi sağlayacak.

Macbeth, ikinci başlık. Üç Cadılı sahne. Macbeth haykırıyor, bir aynadan (glass) ve iki küreden bahsediyor. I. James'in taç giyme törenindeki tasvirle aynı noktaya çıkan bir benzetme, aynanın geleceği gösterdiğini imliyor, aşırı bir yorum gibi durmuyor bu. Ardından Caroll'ın aynalı metni anılıyor, hemen sonra da The Matrix'teki aynalı sahne. Aynaya bakan Neo'nun ayna tarafından görüldüğünü de söyleyebiliriz, dokunur dokunmaz ayna vücudunun -Neo'nun? Aslında bir ayna olarak kendisinin?- bir parçası olarak belirip sonrasında bedeni ele geçirir. Bakışlar karşılıklıdır, gerçeği görmek isteyenler için aynanın kendisi bir cevaptır. Macbeth'e bir bağlantı yine, cama kendi gerçekliğimizi görmek için değil, o an için saflığı korunan geleceği görmek için bakarız, içinde bulunduğumuz dünyanın alternatif, belki de gerçek bir görüntüsünü görürüz. Bu bahisten sonra George Gascoigne'un bir şiiriyle karşılaşırız, benzer bir mesele irdelenir. "Okumak ya da aynaya bakmak yalnızlaştırıcı, narsistik etkinlikler değildir; daha ziyade, iletişime ve işbirliğine teşvik ederler." (s. 22) Ederler ama görmek istediğimiz biçimde bakmıyorsak. Okurun/bakarın niyeti bu açıdan önemlidir, ayna tarafsız bir bölgeyi temsil etse de çoktan kendi tarafımıza çekmişizdir görünenleri, ne olduklarından çok ne olmalarını istediğimiz önemlidir bu noktada. Mutlak bir tarafsızlık mümkün değildir.

Azınlık Raporu var sırada. Poe'nun öykülerindeki duvarlar, gammazlıklar ve itiraflar anımsatılır, filmdeki cam yüzeyde akıp giden yaşamların benzer bir ifşaya yol açtığı söylenir. Başka bir yaşamın görüntüleri önümüzdeki ekranda bütün çıplaklığıyla ortadadır, kimin ne yapacağını en ince ayrıntısına kadar öğrenebiliriz. Google Glass'in teknolojisi de benzer bir istikamet üzerindedir, gereksindiğimiz ve gereksinmediğimiz bilgiler o an için gözümüzün önündedir. Bir gelecek tasviri yapılır ama görünenler henüz gerçekleşmediği halde gerçekleşmiş gibi görülebildiğine göre gelecekle geçmişin ayrımı hangi kıstaslarla yapılır bu durumda? PKD'nin öyküsündeki orijinal örüntüyle filmdeki olay akışı karşılaştırılır ve bu zaman muammasına bir cevap aranır. Sonrasında mikroskobik görüşün geleceği biçimlendirme şeklini anlatan ilginç bir bölüm geliyor, Robert Hooke'un mikroskoptan gördüğü canlıların çizimlerinin yer aldığı metinden etkilenen Francis Bacon, Yeni Atlantis'te bu buluşun artçılarını ele alıyor ve Süleyman'ın Evi'ne varıyor, bilimsel bir oluşum. Kraliyet Cemiyeti'nin temellerinin bu oluşum fikriyle atıldığı söyleniyor ki edebiyatın bilimle birlikteliğinin daha iyi bir sonucu olmuş mudur, tartışılır. Cosmos'ta gördük, yolu Cemiyet'ten geçen insanlar dünyayı değiştirmiş resmen. Halka açık derslerden akıl alan deneylere kadar pek çok bilimsel hadise yaşanmış, yangını çıkaran kıvılcımın doğduğu yer bir mikroskop, geleceğin farklı bir görüntüsünü sunan minik bir alet. John Donne'un The Flea şiiri de aynı kaynaktan doğmuş, minik varlıkların içindeki dev dünyaların anlatımı "imkansız imkanların sunulması" olarak görülüyor. Teleskopla ilgili bölümde meselenin uzaklarla ilgili kısmı geliyor ki hikâyeyi az çok biliyoruz, Kopernik'in paradigmaları sarsan keşiflerinden Galileo'nun inkarına kadar bir dünya şey yaşanmış ve insanın dünyası genişlemiş. Milton'ın Galileo'yu ziyaret edip bu ünlü astronomun teleskobunu görmüş olması da ilginç bir detay.

Birkaç meseleye kısaca değineyim, fotoğraf mevzusunda Sontag'ın fotoğrafla ilgili fikirleri irdeleniyor, "birinin fotoğrafını çekmenin yüceltilmiş bir cinayet olduğu" noktasından yola çıkılarak Barthes'ın ölmüş annesine varılıyor. Camın zaman makinesi işlevi. Shakespeare'in soneleri ara ara karşımıza çıkıyor, Blondie'nin şarkılarından "camdan kalp" imgesine varılıyor, genişletilen bir mevzu daha. Deniz camı, birtakım teknolojiler, şirketlerin cam yüzeyleri kullanarak ürettikleri veya üretecekleri eşyalar, nesneler, yüzeyler, bir dünya içerik. Garrison cama çok geniş bir açıdan yaklaşarak nesnenin farklı anlamlarını kurcalıyor. Homojen bölümler var dedim ama şimdi bakınca birkaç bölüm yine karman çorman, Blondie'den Azınlık Raporu'na dönülüyor örneğin, güzel olur öyle şeyler deyip bir temiz okuyoruz, zihin açıp yolumuza devam ediyoruz.

İthaki'nin "Minima" serisi güzel bir seri, basılacak iki metinden sonra nihayete erecek sanırım ama keşke ermese, çok iyi iş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder