29 Eylül 2019 Pazar

Jacques Attali - Geleceğin Kısa Tarihi

"Tarih, öngörmemize ve yönlendirmemize izin veren yasalara boyun eğer." (s. 11) Sanırım her zaman da eğmez, tarihin ilerleyişini belli başlı paradigmalarla modelleme çabaları doğru noktalara ulaşabilir ama çok fazla değişken ve yeterince kaos söz konusuysa, o zaman patlamış mısırımızı alıp kısacık ömrümüzde gerçekleştiğini gördüğümüz garip olayları keyifle izleyebiliriz. Kozmik ölçüde anlık kıvılcımlarız ama insani ölçüde dünyanın bir parçasıyız, yarını merak edeceğiz. Hangi deli bir tweet atıp dünyayı savaşa sokacak, hangi garipler dünyayı yakacak, çıldırasıya bilmek isteyeceğiz, istiyoruz. Eldeki verilerle uzun vade için yapılan çıkarımlar daha kısa vadeyi düşünürsek yaşanacak olaylarla topyekun değişebilir, Attali bu noktaya dikkat çekerek yerleşik sistemlerin devinimlerini ve gelecekteki durumlarını anlatıyor. Giriş yazısında paranın kendisine zarar veren her şeyin sonunu getireceğini ve hiper-imparatorluk denen nanenin ortaya çıkacağını söylüyor. Hardt'ın ve Negri'nin imparatorluğuyla bağlantılı olup olmadığını bilmiyorum, o metni de okuyunca yazarım bir şeyler. Neyse, kolluk kuvvetlerinin ve kamusal hizmetlerin özelleşeceği bu düzende insan da yapay tüketiciler haline getirilecek ve insana dair olan her şey "tecimsel" bir niteliğe kavuşacak. Bazı açılardan bunun gerçekleştiğini söylemek mümkün. Ardından hiper-çatışma gelecek, devletleşen şirketlere bir şekilde dahil olamamış her türlü grup arıza çıkararak insanlığı ortadan kaldırabilecek çatışmalara yol açacak. İnsanlık her türlü ortadan kalkabilecek kadar kırılgan, nükleer gücün bizi atomlarımıza ayırabilmesi ve bu gücün nihayetinde birkaç insanın elinde olması korkunç bir şey. ABD-Küba arasındaki kriz sırasında tek bir subayın verilen emre uymaması sayesinde nükleer silahlar kullanılmamış örneğin, tek bir insanın milyonlarcasının kaderini belirlemesi dehşete düşürücü. Bu çatışmanın ardından hiper-demokrasi gelecek, kabaca ademimerkeziyetçiliğe benzer bir yapı. Ortada çevre diye bir şey kaldıysa yerel ve bölgesel kurumlar dünyanın geçirdiği yıkımın etkilerini ortadan kaldırmak için çevre odaklı bir yaşam biçimi geliştirecek, ortalık çayır çimen olacak, yaratmanın yeni ve yıkıcı olmayan biçimleri ortaya çıkacak. Her şeyden önce, Attali'ye göre ABD'nin imparatorluğu 2035 yılından önce son bulacak, verilen tarihler tahminleri keskinleştirse de elbette dünyadaki gelişmeleri takip ederek daha muğlak veya kesin sonuçlara ulaşabiliriz. 2060 yılına kadar hiper-demokrasinin egemen olacağını söylüyor Attali, çizdiği doğrultuda büyük ve ani değişimler olmazsa. Ülkelerin sosyopolitik güçlerinin geçireceği değişimleri, dünya nüfusunun akıbetini neoliberalizm politikaları eşliğinde değerlendiriyor bir yandan, kısa-orta vadeli bir gelecek hesaplaması yapıyor. Teknolojik ilerlemelere çok fazla yer vermiyor, anlattığı şeylerin çok daha fazlasını Kaku'da ve Kurzweil'da bularak öngörülen tarihe ekleyebiliriz. Bu durumda da farklı bir akış belirir, Twitter sayesinde örgütlenebilen siyasi hareketlerin politikacıları alaşağı ettiği bir çağda yaşıyorsak henüz adını bile duymadığımız yeniliklerin yaşamı bambaşka yerlere taşıyabileceği fikrini aklımızda tutmalıyız. Bu metin 2006'da yazılmış, on üç yılda gerçekleşen olayları düşününce Attali'nin bir ölçüde makul çıkarımlar yaptığını söyleyebiliriz ama bazı olaylar karşısında şaşkınlığa düştüğünü tahmin ediyorum.

Dokuz odaktan bahsediyor yazar, günümüze kadar küresel ekonominin kalbinin attığı ve yaratıcı tayfanın toplandığı şehirlere bakalım: Brugge, Venedik, Anvers, Cenova, Amsterdam, Londra, Boston, New York ve günümüzde Los Angeles. "Göçerkonar" yaşam algısı bu merkezlerde yerleşikliğe dönüştü, aşamalı olarak dini ve askeri iktidarın yerini görece siyasi ve demokratik özgürlük aldı, Attali böyle düşünüyor ve geleceğin dünyasında sadakatsizliğin ve göçerkonarlığın tekrar gündemde olacağını söylüyor. Burada Bauman'a değebiliriz, "akışkanlık" kavramının günümüzde çatlakları hızla doldurduğu ve toplumları hızla değiştirdiğini söyleyebiliriz, Attali de aynı noktadan bakarak bu dönüşümün devletlere kadar uzanan ayaklarını inceliyor sonraki bölümlerde. Yasaların yerini sözleşmelerin, adaletin yerini hakemliğin, polisin yerini muhafızların alacağını belirtiyor örneğin, yine kısmen yaşanan bir şey.

"Çok Uzun Bir Tarih" ikinci bölüm. İlk medeniyetlerin üç egemen iktidarın (dini, askeri ve tecimsel) birbirleriyle uyum kurmalarının ardından ortaya çıktığını söylüyor Attali, insanlığın ilk dönemlerini anlattığı kısımları geçiyorum ama gelecek için çıkardığı dersleri, tek cümlelik hisseleri buraya alacağım. İlki: "Aktarmak gelişmenin koşuludur." (s. 29) İkincisinde "ölmemek için yaşamı yemek" eylemi var, yamyamlığın temeli. Üç, tabuların kutsallıkla meşruiyet kazanması. Dört, göçebelerle yerleşikler arasındaki savaşların, çatışmaların insanlığa güç ve özgürlük sunması. İmparatorluklar yerleşmeye başlar başlamaz insanın bireyliği ve özgürlük düşü de ortaya çıkıyor, hükümdar bireyselliğin zıddı olarak görülüyor, diktatörlük özgürlük düşünün zıddı olarak görülüyor, ekonomik fazlanın denetimini sürdüremeyen imparatorluklar zıtlarının bir araya gelebilmeyi başarmalarıyla birlikte inişe geçiyor ve bir süre sonra yıkılıyor. Tipik bir döngü. Emperyal düzen aynı anda elli imparatorluğun sürmesini sağlasa da görece yeni olan topluluklar o dönem için bütün marjinallikleriyle beliriyor ve piyasa demokrasisinin temelini atıyor.

İkinci bölüm, "Kapitalizmin Kısa Bir Tarihi". Attali, tarihin genel olarak imparatorluklar ve imparatorlar temelinde değerlendirildiğini ama gerçeği anlayabilmek için tecimsel hareketlerin ve özgürlük mücadelelerinin takip edilmesi gerektiğini söylüyor en başta, böylece Antik Yunan zamanlarından günümüze kadar getireceği insanlık tarihi için okuruna bir perspektif sunuyor. Kısaca şu: Yahudi-Yunan ideali denen tecimsel bir sistem ortaya çıkıyor ve günümüzün medeniyetlerinin temelini oluşturuyor. Ortaya çıkmasında çatışmaların rolünü unutmuyor Attali, Truva'nın yerle bir olmasını Avrupa ile Asya arasındaki ilk savaş olarak görüyor ve Doğu-Batı çekişmesine yol açan etkenleri farklı disiplinlerle inceliyor. İki dünya arasındaki paradigma farkını özetlediği bölüm bu bölümün de özeti kabul edilebilir: "Asya, insanı arzularından kurtarmayı düşünürken, Batı âlemi, onları gerçekleştirme özgürlüğünü insana sağlamak dileğindedir." (s. 46) Dinler tarihine kısa bir bakışın bu bağlamda yaşamın biçimlenmesindeki etkisini görebiliriz, Buda'nın insanı pirüpak olması için desteklemesine karşın Batı'nın düşünce dünyası, Buda'nın bir nevi ikinci versiyonu olan İsa'nın benzer düşüncelerinden sıyrılarak farklı bir özgürlük alanı oluşturuyor, vardığı noktada azınlığın zenginliği yüzünden çoğunluğun çektiği acıyı görebiliriz ama insanla ilgili bir şey bu, düşüncelerle ilgili değil. Neyse, iki ders daha: İki süper gücün kapışmasından bir üçüncü güç galip ayrılır ve yenen, yenilenin kültürünü benimser. Bu çok ilginç, kısa bir açıklama var metinde ama benim aklıma hemen Şehrin Katmanları geldi. Roma'yı kuşatan barbar ordusunun surların dışına binalar inşa etmesi, duvarlar örmesi derken iyice Romalılaşması ve sonrasında modern Avrupa'nın temellerini atacak hale gelmesi, Roma'nın da kuşatma altında iyice viraneye dönüşüp insanlarının dışarıdaki barbarlardan hallice hale gelmeleri şaşırtıcıydı ama mantığı anlayabiliyoruz. Attali bu istilacıların Romalı olmak istediklerini söylüyor, kendilerinde olmayan şeyi elde etmek için onu yok etme pahasına.

Günümüzün dünyasına gelene kadar üretim biçimlerinin değişimi, devletlerin yayılmacı politikalarının yol açtığı yıkımlar, zamanın metalaştırılması gibi pek çok meseleyi görüyoruz, sonrasında geleceğe dair tahminler ağırlık kazanıyor. Çin'den Nijerya'ya kadar pek çok ülkenin gelecekteki demografik yapıları, küresel güçleri veya güçsüzlükleri inceleniyor, enerji ve yaşam kaynaklarının ortadan kalkmasıyla büyük savaşların ortaya çıkacağı anlatılıyor, birkaç bölümde bu meseleler irdeleniyor. Attali diğer metinlerinde olduğu gibi bu metninde de Fransa'ya, memleketine özel bir bölüm ayırmış, geleceğin dünyasında ülkesinin alacağı rol üzerine öngörülerini sıralıyor. Asıl sürpriz muhtemelen Türkçe baskı için özel olarak yazılmış son bölümde. Türkiye'nin geçmişini ve geleceğini değerlendirmiş Attali, önemli bölümlerine değineyim. Osmanlı'dan itibaren tarımın ve toprak getirisinin savunusu yüzünden devingenlik, yenilik ve sanayi ikinci plana atılmış, deniz gücünün esas kısmı kara ordusuna feda edilmiş, iç kaynakların doğuramadığı yenilikçi tayfa barındırılmamış. İspanya'dan gelen Yahudiler ve diğer gruplar bir parça devinim kazandırmışsa da Osmanlı hiçbir zaman güç odağı haline gelmek için gerekenleri yerine getirmemiş. "Daha sonraları, Türkiye, hep ululanan bir geçmişin sıla özlemiyle, hiç durmadan yeniden oluşturulan bürokratik kastlara saygı içinde yaşamıştır." (s. 325) Şunu alıp bitireyim: "Sonuç olarak Türkiye, geleceğin tarihinin yasalarına uymayı hiçbir zaman bilemediği için asla bir odak haline gelmemiştir." (s. 326)

Dünyanın geldiği ve gideceği noktaları anlamak için iyi bir metin, ilgililerin ellerinden öper.

2 yorum:

  1. bi ara okumayı istemiştim aklımdan çıkmış olacak, buradan çıkıp nadir kitaba giriyorum hemen. bi kez daha ötelemeyeceğim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yeni baskısı yapılmış, eganba gibi sitelerden de alabilirsiniz.

      Sil